Ekonomiden bu defa güzel haberler geliyor
- GİRİŞ25.08.2025 09:10
- GÜNCELLEME27.08.2025 09:19
19 Mart’ta (2025) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İBB ve Ekrem İmamoğlu soruşturması kapsamında gözaltılar için düğmeye bastığında, birkaç gün boyunca Türkiye’den hızlı bir para çıkışı olmuştu.
Birinci gün, 12 milyar dolarlık sermaye çıkışı oldu.
İkinci ve üçüncü gün de bu talep yoğun bir şekilde devam etti.
Ama şunu da ekleyeyim:
Yabancı fon sahiplerinin çoğunun Türkiye’deki siyasal ortama ilişkin tercihleri de, bu çıkışlarda etkili oldu.
Normal şartlarda yolsuzluk, rüşvet, irtikap, nitelikli dolandırıcılık gibi dünyanın bütün hukuk sistemlerinde soruşturulması gereken suçlarla alakalı yürütülen ve geldiğimiz nokta itibarıyla güçlü itiraflar ve maddi kanıtlarla içinin dolu olduğu anlaşılan bir soruşturma, hızlıca ‘siyasal amaç’ parantezine hapsedilip ekonomi üzerine bir yük olarak bırakıldı.
Aksilik bu ya aynı günlerde Trump’ın aldığı tarife kararları da, bu çıkışları tetikledi.
Şimdi iyi haberi veriyorum:
Ekonomi yönetiminin o günlerde gösterdiği basiretli duruş, geldiğimiz nokta itibarıyla 19 Mart sonrası oluşan/oluşturulan o atmosferin bu defa, parantez içine alınıp geride bırakılmasını sağladı.
Bunu şöyle izah edeyim:
19 Mart ve devam eden ilk günlerde para çıkışları için gelen taleplerin hiçbiri ‘sektirilmedi.
Kimseye zorluk çıkartılmadı.
Bu bir test idi aynı zamanda tabi.
Acaba paramızı geri çekmek istediğimizde buna nasıl bir reaksiyon gösterilecekti sorusu üzerinden kendisini gösteren bir test alanı.
Sonuçta isteyen istediği zaman istediği kadar parasını çekebildi.
Böyle olunca ne oldu?
Şu oldu:
Yatırımcı açısından “İstediğim zaman istediğim kadar parayı Türkiye’deki sistemden çekebiliyorsam, burada güven duyabileceğim bir ortam oluşturulmuş demek ki” duygusu oluştu.
Peki, öyle olmasaydı ne olurdu?
Yabancılar paralarını Türkiye’den çıkarmak istedikleri halde çıkaramamış olsalardı ne olurdu?
Hemen tek cümlelik bir cevap veriyorum:
2001 krizindeki durum ortaya çıkardı.
(Evet, evet öyle olurdu. 2001 krizi, parasını alıp gideceklerin alıp götürecekleri paraları Türkiye’nin kasasında kalmadığı için patlamıştı.)
19 Mart sonrasında ekonomi üzerinde şoklara dayanıklılığını test eden başka kritik gelişmeler de yaşandı.
ABD Başkanı Donald Trump’ın başlattığı tarife savaşları örneğin…
Haziran ayında patlayan İsrail/İran savaşı örneğin…
Bu türden riskler henüz bitmiş olmasa da, ekonominin şoklara karşı dayanıklılığını göstermesi bakımından dikkat çekici olduğunun altını çizmiş olalım.
Geçen ay (27 Temmuz) Kanal 7’da yaptığımız Başkent Kulisi programında bu konuları konuştuğumuz Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 19 Mart günleri ve sonrasında başka başka gelişmelerle ekonominin karşı karşıya kaldığı test ortamını ve buna karşı kendilerinin gösterdiği refleksi anlatırken kendi izahatı üzerinden şöyle cümleler kurmuştu:
“Bunların hepsi bizi doğrudan veya dolaylı etkileyen gelişmeler. Biz ne yaptık? Kural bazlı davrandık. Uluslararası normlara uygun davrandık. Paniklemedik. Gerekli tedbirleri, gereken dozda ve gerektiği zaman aldık. Program rüştünü ispatladı. Birden fazla şokla karşı karşıya kaldık.”
1 ay önce yaptığımız o programda Mehmet Şimşek, ekonomide verilerin tekrar 19 Mart öncesine geri döndüğünden söz etmiş, rakamlarla bunları anlatmıştı.
1 ay sonra o veriler daha da iyi bir seviyeye gelmiş durumda.
18 Mart’ta 170 milyar dolar civarında olan Merkez Bankası rezervleri, 15 Ağustos haftasında tarihi bir rekorla 176,5 milyar dolara kadar yükseldi.
Cari açık, hedef rakamın da altında seyrediyor, altın hariç cari fazla pozisyonundayız.
Bir ara 900’lü rakamlara ulaşan ve ülke risk puanını temsil eden CDS puanında, önemli gerilemeler (267) oldu.
Deprem bölgesi için şimdiye kadar 75 milyar dolar (Takriben 3 trilyon 50 milyon lira) milli bütçeden kaynak aktarılmasına rağmen, bütçe açıkları kontrollü şekilde yönetilebiliyor.
(Bu bağlamda şunu da ifade etmem gerekiyor:
Depremin açtığı büyük yaralar ve bu yaraların ekonomi üzerinde oluşturduğu yük, kira fiyatlarındaki sert artış dahil, ülke genelinde ortaya çıkan negatif sonuçlar ve deprem yaralarının sarılması anlamında hükümetin gösterdiği fedakarlık yeterince gündeme gelmedi.)
Gelelim sokaktaki insanı en fazla ilgilendiren enflasyon/hayat pahalılığı meselesine…
27 Temmuz’da yaptığımız programda Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon hedefinin %24 ile 29 bandında olduğunu hatırlattıktan sonra kendi beklentilerinin gerçekleşecek enflasyon rakamının bu hedef aralığının ortasında bir yer olacağını söylemişti.
Bu durumda yıl sonu enflasyon oranının %26/27 bandında bir yerde çıkmasının muhtemel olduğunu söyleyebiliriz.
(Enflasyonun düşmesi, fiyatların düşmesi değil, fiyat artış hızının düşmesi demektir.)
Hatırlayalım, Merkez Bankası Temmuz ayı toplantısında politika faizinde yeniden indirim kararı almıştı.
Önümüzdeki ay yapılacak toplantıda bu indirimin devam edeceği, yıl sonunda enflasyon oranının biraz üzerinde bir faiz oranının karşımıza çıkacağı tahmin ediliyor.
Enflasyonun düşmesiyle faizlerin düşmesi, yani bu ikisinin biri diğerinin peşinden koşacak şekilde aşağı yönlü ilerlemesi bugünden yarına bakınca daha mümkün gibi görünüyor.
Mehmet Acet / Haber7
Yorumlar16