Hayaller, Özlemler, Matemler ve Ötesi

  • GİRİŞ17.02.2025 09:19
  • GÜNCELLEME17.02.2025 09:24

Milletlerin, devletlerin hayatını muktedir krallardan ve tarihçilerinden değil de his ve sanat erbabından dinlesek ne gibi farklılıklar olurdu? Hayatımızda neler olur, önceliklerimiz nasıl yer değiştirirdi? Tarihin akışında zaman ve güç yatağı taşınır mıydı? Bu soruların çoğuna cevap verebilmek çok zor. Sonuçta her zamanın bir hükmü var ve zaman içinde muktedirler, ordular, çok yönlü araçlara sahip güçler kendi dinamikleriyle varlıklarını devam ettirip gitmektedirler. Ama bu kadar yoğun maddi olayların arasından bir fırsatını bulup farklı düşünenler, farklı hissedenler acaba nasıl bir hissiyat sağlarlardı?



Bu soruları geçmişte Azerbaycan Televizyonunda izlediğim bir tarihi tiyatro eserini tekrar hatırlayarak sordum. Eserin konusu 1402 Ankara Savaşına neden olan Timur ve Yıldırım arasındaki cihangirlik kavgasının ve bunun etrafındaki üzücü olayların farklı bakış açısıyla anlatımından oluşuyordu. Azerbaycan’daki milliyetçilik algısının yüksekliğini de gösteren, tarihteki Türk asıllı büyük hükümdarlardan oluşan ve muhtemelen başkanlığını Mete veya Oğuz Kaan’ın yaptığı bir meclis Yıldırım - Timur kavgasını inceliyor, her iki hükümdar için bir mahkeme işlevi de görüyordu. Türk Tarihinin büyük hükümdarlarından oluşan bu mahkeme heyeti önce Savaşı anlatan tarihçileri sonra da her iki hükümdarı da dinliyordu. Özellikle tarihçi İbni Arapşah’ın Timur’un Yıldırım’ı aşağılaması, esir muamelesini mübalağa ile tatbik etmesi gibi hususlar ciddiyetle inceleniyordu. Sonra diğer tarihçiler dinlendikten sonra iki hükümdara da söz veriliyordu. Her iki hükümdar da savaşa girmek, kardeş kanı akıtmak istemediklerini, kendilerine göre savaşma sebeplerini saygılı bir dille ifade ediyorlardı. Son sahnede ise Mahkeme Heyetindeki tarihi büyüklerin ortak arzusu ve aklı ile Timur ve Yıldırım barıştırılıyor, yakışıksız iddiaların sahibi İbni Arapşah meclisten kovuluyordu.

Tarihi olayların detaylarına girmeden Azerbaycanlı sanatçının hayalleri ve özlemleri içinde kaybolup gittiğimi hatırlıyorum. Tarihimizin en dehşetli ve karanlık döneminin yaşanmaması için bu iki Cihangir hükümdarın ihtiraslarının değil de akıllarının, sağduyularının, itidallerinin, vs hakim olmasının yeterli olduğunu görmek şaşırtmıştı beni. Doğrusu Tarihimizin büyük hükümdarlarından oluşan meclisin barıştırma sorumluluğunu alması göğsümü kabartmıştı.

Ancak, tarihin ilerleyen dönemlerinde benzer büyük savaşların meydana gelmesi ile hislerimden oluşan dünya bir anda yerini sorgulamalara bırakmıştı. Zira Fatih de Uzun Hasan da dönemlerinin cihangir ve karizmatik hükümdarlarıydılar. Üstelik Timur ordusu bir Asya karması iken Uzun Hasan’ın ordusu bizim yakın coğrafyamızın obalarından oluşan bir orduydu, Uzun Hasan komutasındaki Ordu Türkmen birliklerinden oluşuyordu. Savaşa neden olan olaylar arasında Trabzon Rum İmparatorluğunun vergi meselelerinin halledilmesi sayılmaktaysa da Timur ile yapılan savaşta Karakoyunluların Osmanlıyı Akkoyunluların ise Timur’u desteklemesi de büyük bir sebepti. Yani Tarihin o büyük meclisi Yıldırım ve Timur’u barıştırmış olsaydı bile sonraki dönemlerde bu savaşın gerçekleşmesi önlenemezdi. Tabi ki bu savaştan daha büyük izler, derin uçurumlar bırakmış Şah İsmail Yavuz Sultan Selim arasındaki hem askeri hem de fikri ve inanç Savaşını da hatırlayalım. Ne yazık ki, Türk dünyasında barışın hakim olmasını isteyen Azerbaycanlı sanat insanının yüreği tarihin güç sahipleri arasındaki maddi savaşların arasında ezilip gitmişti. Va esefa!

Ancak bu hayal bütünüyle anlamsız ve boş bir hayal miydi? Elbette her ikisi de değil. maddi güç savaşının ayrı dinamikleri var siyasi bilgeliğin ayrı. Sanat ve kültür insanları, şairler, gönül insanları, özgür düşünebilen fikir insanları bambaşka bir miras bırakmaktadırlar geleceğe. Onlar tarihin karanlık dehlizlerinde bazen saf saf bazen de yavrusunu arayan bir anne duygusuyla heyecanla dolaşır dururlar. Şiirler söylerler, histen kaleler inşa ederler.

Satı El Husri

İkbal’in deyişiyle his ve sezgi ülkesinden ordular kurmaya azm ederler. Keşke miraslarını bugünler içinde harcamayı düşünseydik! Hayal kuran, yas tutan, özlem duyan, ikaz eden insanlar bazen yaşadıkları çağda da hayat alanı bulurlar. İçlerinde yanan ateşi içi geçmiş ve örselenmiş bir topluma ve devlete üflemeye çalışırlar. 1. Balkan Savaşı bozgunundan sonra Suriye asıllı Osmanlı Aydını ve ilim adamı Satı El Husri’nin verdiği konferansların içeriği ümitsizlik ve cehaletle savaş öğütleriyle doludur. Yıkılan bir imparatorluğun altına payanda koyma gayretlerini hayalleri, ümitleri ve mücadelesiyle doldurmaya çalışmaktadır. Ülkemizde sosyolojinin babalarından biri diyebileceğimiz, ilk pedagoji ve müzecilik eserini yazan bu kıymetli alim ve dava adamı kendini duyguları hızla ye’se batmış bir milleti ayağa kaldırmaya çalışmaktadır.

Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif’i de aynı pozisyonda görürüz. O da İttihat Terakki emriyle Balkan Savaşları sonrası oluşan  karamsar havayı dağıtmak için sahadadır. Özellikle etnik milliyetçiliğin zararları, yıkımları, ümitsizlikle savaş, ecdadın kıymetli ruhuna sahip olma şiirlerinin konusudur. Mesleği geniş coğrafyayı gezmeye uygun bir perdedir. Her yerde Müslüman toplumların ruhuna ruh katmaya çalışır. Diğer taraftan matem şairidir. Şimal müslümanlarından Abdullah’ın ağlamalarına eşlik eder. İslam’ın rehgüzarından geçerken gördüğü viraneleri anlatır feryad ü figanla… Bir milletin tekrar ayağa kalkmasına vuku bulmuş gibi inandığı dönemde ruhundan akıttığı istiklal şiirinin ardından bambaşka bir mateme bürünecektir, yani matemini eşsiz lirizmin vadilerine atacaktır. Koca Akif bizden neyi gizleyebilirsin ki? Senin ruhun ve hissiyatını saklayamayacak kadar parıl parıl yanmaktadır.

Belağat Emiri Emir Şekip Arslan

Belağat Emiri Emir Şekip Arslan’a ne demeli? O da hayallerini ve ümitlerini daha farklı bir şekilde hayata döken bir adam. Hayalleri o kadar geniş ki, Türkistan coğrafyasında eğitim, Malay müslümanlarına şuur kazandırma hayallerinin içinde. Askeri istihbarat (Teşkilatı Mahsusa) Enver’e bağlı olduğu halde O tek başına Talat’a bağlı bir istihbarat birimi gibi.

İslam coğrafyasının her yerinde var, hayalleri ise ondan daha geniş. Medine’de müspet bilimler okutacak bir üniversite planı için kurduğu hayallerini, özlemlerini Arabistan’daki aşiret reislerine kabul ettirme başarısını göstermiştir. Ne yazık ki, umumi çöküş ve umumi çürüme onun hayallerine hayat imkanı tanımamamıştır. Satı Bey bile erken bir tarihte Osmanlı projesinin artık söndüğüne inandığı halde Şekip Arslan bir süre daha ümitlerini muhafaza etmiştir. Bu son derece zeki Dürzi aydını hayatının kalan kısımlarını Avrupa’da geçirmiştir.

Ancak, hatıralarını okuduğumuzda buram buram vatan sevgisi, millet sevgisi kokar. Hayalleri ve özlemlerini ise artık anlatmaz… Hayaller ve matemler demişken, bunların bazıları öksüzdür veya yetimdir kuşkusuz. Mesela Moğol işgali altında iki asırdan fazla kalmış ve büyük zulümlere maruz kalmış Anadolu Selçuklularının ne yazık ki bir matem şairleri yoktur. O dönemin hissiyatını çok sonradan yazanlardan öğrenmekteyiz. Asya şehirlerinden uygarlık merkezlerinden Anadolu’ya Cengiz zulmü ve gücünden dolayı seller gibi kaçanların da matemlerini biz Çarlık ve Bolşevizm zulmünü anlatan şiiri dolayısıyla kahır şairinden okuyoruz: “Buhara der, Semerkant der ağlarım/ Nerede kaldı benim Ural Altay dağlarım” (Osman Yüksel Serdengeçti). Keza Anadolu’ya akan Selçuklu akınlarının, yurtlukların kurulmasının destansı kitabı da asırlar sonra yazılmıştır. Osman Turan merhum bu destansı eserine aynı değerde bir isim koymuştur: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi. Galiba bazı büyük olayları zamanında anlatmak ya mümkün olmuyor ya da yeterli zaman bulunmuyor!

Azerbaycan’da kurulmuş Türk Hükümdarları Mahkemesi/ Meclisi hükümdarları barıştırma yanında siyasi öğüt verme, uyarı görevi de yapsaydı neleri yaparlardı? Mesela Kadı Burhanettin'i pusu kurarak öldüren Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman Beye sakın yapma derler miydi acaba? Kadı Burhanettin’in ölmünü Hindistan Seferinde duyan Timur şükür namazı kıldı der tarihçiler. Timur’un en çok çekindiği Develt Adamıydı Anadolu’da. Tıpkı yaklaşık iki yüzyıl önce Cengiz’in tedbirlerinden dolayı çekindiği, Anadolu ve Abbasi halifeliğine saldırmaktan vazgeçtiği Alaaddin Keykubat gibi.

Kosova Savaşını bitirip, kardeşi Yakup Çelebi’yi öldürten Yıldırım’a acaba dur yapma, atalarından Sultan Rükneddin Süleyman’ı hatırla, kardeşlerini bağışlayan Yusuf’u hatırla diyerek fısıldamazlar mıydı? Kanuni saraylarının duvarlarını aşarak, Sokullu’ya “Barbaros’a kulak ver, Donanma paşalarını layık ve ehil olanlardan seç” diye uyarıda bulunmazlar mıydı? Yine Osmanlı tarihinin en kalabalık ordusuyla Viyana’yı kuşatmaya giden kudretli vezir Kara Mustafa Paşaya Harp Divanında Budin Beylerbeyi Damad/Şehit İbrahim Paşayı, Apafi Mihaly’i dikkatle dinle derler miydi? Alaman ordusunda yivli tüfekler var, sipahi ve Kırım süvarileri dayanamaz ikazını yaparlar mıydı? İstanbul’da Devletten maaş karşılığı savaşa giden ordulara dua etmekle hayatlarını geçindiren “dua guyan” yani dua okuyucu sınıfı, modern anlamda da sosyal medya trol ordusu gibi kamuoyu oluşturucu beş bin kişilik gürûhun yarardan çok zarar verdiğini de belirtirler miydi? Böylesi zamanında yapılmamış, değeri anlaşılmamış uyarıların, sahipsiz kalmış hayallerin ve özlemlerin, tamamlanmamış matemlerin izleri var yüreğimde, aklımda… Bazen de diyorum ki, bunlar acaba zamanında yapılsaydı ne olurdu diye düşünüyorum. Biliyorum ki, maddi güç ve iktidar savaşlarının kendi içerisinde dinamiği var. O melhame-i kübraya girildiğinde ortalık toz duman olur. O zamana gitseydik, o kudretli ancak kararlar almış hükümdarlara, beylere uyarı yapmaya kalksaydık sanırım ya muhalif ya da hain damgası yerdik. En hafifi ise Sokullu’nun Barbaros'a zımnen söylediği “sen bizim cihan hakimiyeti kurmuş olan kudretimizden bihaber misin gafil adam?” azarına maruz kalırdık. Okyanus ötesinde Amerika nam bir kıtanın keşfedildiğini, kıtanın hammadde kaynakları bakımından çok zengin olduğunu, Osmanlı gücünün orada da yer alması gerektiğini Sokullu Mehmet Paşaya sunan Barbaros şu cevabı almıştır: “Osmanlı mülkü çok geniştir Paşa. Biz bunu idare edelim yeter!” Allah'ım sen bizim hayallerimizi, özlemlerimizi, matemlerimizi, samimi uyarılarımızı sahipsiz, idraksız, dostsuz, karşılıksız bakma!
Amin.

Mehmet Ali BAL
 

Yorumlar16

  • Ak parti 1 ay önce Şikayet Et
    Sonuç olarak 2 seçim öncesi ak Parti'ye yaptigimiz hiç bir uyari onemsenmedi, öz güven patlaması yaşadılar, bu gün Ekrem gibi büyük bir belayı başimiza sardık, şair,.romantik yada realist olmak güç zehirlenmesine mani olmuyor
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Şefik 1 ay önce Şikayet Et
    Sayın yazarı okuyunca ilk anda çok mantıklı gibi.İcinde bazı dogrularda var ama Yavuz ve Şah İsmail meselesi o kadar basit değil.Safevilerin bir Papalık projesi olarak hortlatildigini unutup,Portekiz Kralına yazdığı ittifak mektubunu görmeyip, bürokrasinin tamamen Acemlerin hakimiyetinde olduğunu bilmeyip yazarsanız olmaz. Yavuz bunu farketmeseydi bugün Anadolu İran isgalinde olurdu
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • okur 1 ay önce Şikayet Et
    sen de biraz daha oku. otçu mu şarapcı mı nın ötesi şii türkü olurdu anadolu. türkler anadoluya 1071de ayak basmadı. kölemen memluk tarihine bak. bulgar türkleri hristiyanlığı türkler anadoluya geldikten sonra seçti.
  • Semih Acar 1 ay önce Şikayet Et
    Hayal ve ozlemlerinizi somut durumlar ve olayalrla lutfen bize de somutlaştirir misiniz.Örneğin gazze arap krallar mi arap cumhuriyetler mi.Turkiye için neler hayal ediyorsunuz .pkk ve suriye,kardeslik ve kudusun fethi bir hayal olur mu meselap yoksa abdnin ipiyle kuyuya düşmek mi olur Yusuf gibi. Davut olup calutlari bu topraklardan süremez miyiz .umarim siz de bu cagrimizi karsiliksiz
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Garip 1 ay önce Şikayet Et
    Amin
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • MaKuS 1 ay önce Şikayet Et
    Timur ve Yıldırım'a rahat battı , CHP'leri olmamasına rağmen . Şimdi olsa (chp var , Tusiad var) ne yaparlardı acaba ?
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat