Suriye Girdabı Hızlanıyor
- GİRİŞ17.03.2025 09:04
- GÜNCELLEME18.03.2025 08:21
Suriye'deki olayları haftalık köşe yazısı formatında takip etmek çok daha zor bugünlerde. Öyle günler oluyor ki, bölgede yıllar sürecek değişiklikler bir iki gün içinde olup bitiyor. Daha geçtiğimiz hafta Ahmet Şara ile Mazlum Abdi arasında bir anlaşma imzalanmıştı. İmzalar atılırken Lazkiye, Tartus, Cebleh ve Banyas’ta eski rejim yanlısı bölgelerde çatışma ve olaylar devam etmekteydi.
Dünya kamuoyu muhtemelen bu geçişlerin hızı karşısında çoktan efektif izlemeyi bırakmıştır. Bu gelişmeler bizim açımızdan da baş döndürücüdür. Ancak, hayati çıkarlarımız açısından Suriye meselesinden bir an bile olsun dikkatimizi kaçırmamız mümkün değildir. Aksine Suriye’de hızlanan bu olayları her zamankinden daha dikkatle, ciddiyetle ve teyakkuz halinde takip etmemiz gerekmektedir. Devletimizin farklı makamlarının verdiği tepkilere baktığımızda bazı olguların ipuçlarını görüyoruz.
Birinci olgu, Suriye Kuzeyinde bir nüfuz alanı oluşturmuş isek de Suriye'nin merkezini etkileyecek olayların bizim kontrolümüzün dışında geliştiği olgusudur. HTŞ-SDG anlaşmasına devlet başkanımızın verdiği tepkiyi önemsedim. Anlaşmadan bir gün sonra Cumhurbaşkanımız, "Suriye'nin terörden arındırılmasına yönelik her türlü çabayı, doğru yönde atılmış bir adım olarak görüyoruz" dedi. Mutabakatın eksiksiz uygulanmasının kazananının" Suriye halkı olacağını ifade etti (13/03/2025). Bu ifadelerin arka planında söz konusu anlaşmanın muharrik gücü olmadığımızın işaretleri var. Diğer yandan, böylesi önemli bir anlaşmanın muhtevası ve zamanlamasında paylaşım ağında ilk derecede olmadığımız açıkça görülüyor. Bu yüzden, tepkilerde gecikildiği hissine de kapılmak mümkün. Ayrıca açıklamanın ikinci şart cümlesi, farklı vektörlere işaret ediyor. Bazılarımız bu tepkileri fetih ya da mutlak zafer havasının dışında olduğu için eleştirebilir. Ancak, sahadaki gerçeklikler böylesi bir temkinli duruşu zorunlu kılmaktadır. Kaldı ki, bu anlaşma imzalanmadan önce başlayan Nusayri bölgesindeki bizim devlet olarak istemeyeceğimiz olaylar devam etmekteydi.
İkinci olgu, bölgedeki unsurların bizim Suriye perspektifimizi büyük oranda paylaşmadıkları olgusudur. Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan genellikle bu gruplar adına konuşuyor, itidal ve uyum ile davranmaları gerektiğini söylüyor. Suriye'nin bütünlüğünü, ülkedeki silahlı grupların çıkışını, SDG oluşumunun Abdullah Öcalan’ın fesih çağrısına uymasını vurguluyor. SDG/ PYD’'ye ilişkin bazı meseleleri de merkezi HTŞ yönetiminin çözmesi üzerinde duruyor. Ancak, bu gruplardan herhangi bir istediğimiz tepki gelmiyor. Ya da her grup kendi önceliğini ifade ediyor.
Mesela Ahmet Şara için Suriye’ye sağlanacak finansman ve uluslararası tanınma çok daha önceliklidir. Diğer yandan, büyük güçlerin siyasi desteği ve askeri koruması yanında Suriye’ye yaptırımların kaldırılması, yeniden inşa ve özellikle halkın güncel temel ihtiyaçlarının karşılanması için kredi musluklarının açılması hayati önem taşımaktadır. Bu yüzden, HTŞ liderliği ihtiyaçlarının karşılanmasını birincil önemde,
Türkiye gibi dost ülkelerin taleplerini ise ikincil önemde görmektedir. Reelpolitik de bunu dayatmaktadır. Üçüncü olgu, olayları yakalayabilmek amacıyla acele ve günübirlik beyanlar, tasarruflar tutarlı olması gereken politikalarda zaafiyet doğurmaktadır. Bu hususu Suriye’deki SDG/ PYD bölgesinin durumu için zaman içerisinde değişen söylemlere bakmak yeterli. Aslında uzun zamandan beri ifade ettiğimiz devletimizin dışarıdaki ve tabi ki Suriye özelindeki faaliyetleri için esaslı bir siyasi projenin inşa edilmesi zorunluluğu burada tekrar kendini hissettiriyor. Mesela Suriye’nin kuzeyi ve doğusu için ana siyasi projemiz Türkiye’deki çözüm ve entegrasyon projesiyle mi ilişkilidir yoksa Suriye’nin iç bütünlüğüyle mi ilişkilidir? Bu soruya net cevap verilmediği için her iki taraftaki iyiniyetli çabaların sonuç alıcı etkin bir rotası çizilememektedir.
Bunların da ötesinde Türkiye’nin daha geniş bölge için ana siyasi projesi ile Suriye projesinin uyumluluk keyfiyeti nedir?
Suriye Geçici Yönetimin Başbakanı tarafından atanan komisyon tarafından yapılan yeni anayasa içerideki farklı kesimlerden tepkiler almıştır. Bu kesimlerden SDG/ PYD’nin itirazı Şara ile neredeyse eşit şartlarda imzaladıkları anlaşmayı doğuran şartlar itibariyle önemli sonuçlara yol açabilir. Keza aşağıda İsrail desteğindeki Dürziler de bu anayasayı kabul etmeyeceklerini açıklamışlardır. HTŞ bloku içindeki bazı aşırı gruplar da Anayasaya itirazlarını belirtmişlerdir. Suriye gibi Arap dünyasının ve Ortadoğu’nun eskiden beri en karmaşık işletim sistemine haiz bir ülke için yeniden düzen kurabilmek kolay olmayacaktır. Kaldı ki, halihazırda merkezi yönetimi elinde tutan HTŞ blokunun önemli bir kısmı Suriyeli değildir. Suriye’de bazı kesimlerle ilgili anayasal haklar başka güçleri ilgilendirmektedir.
Türkiye ve İsrail bölgesel düzeyde, ABD, İngiltere ve Fransa küresel düzeyde Suriye sahasında baskı güçleridir. Bütün bu farklı vektörel etkileri zekice bir işletim sistemine dahil edebilmek kolay değildir. Bu bağlamda, Dışişleri Bakanımızın SDG/ PYD oluşumu için örgütün kendini feshetmesi ve silah bırakmasını ifade eden demeçleri ile “Suriye'deki yeni yönetime telkinimiz, Suriye Kürtlerinin haklarının verilmesi. Bu; Cumhurbaşkanımız için de Türkiye için de önemli” sözleri yapılacak kurgunun itidal noktalarını ve ana hatlarını belirlemektedir.
Suriye’deki durumun kısa vadede normale dönmeyeceği, zaman zaman ciddi krizlere maruz kalabileceği açıktır. Daha önceden de ifade ettiğimiz gibi Türkiyenin uzun vadeli ve kapsamlı bir siyasi haritası olmalıdır. Bu siyasi haritanın tahakkuku için de güçlü bir devlet yapılanmasına, ülke haricinde savaş ve barış yapabilecek nitelikte kurumlara/ kadrolara, ortak bir uygulama kılavuzuna ihtiyaç vardır. Özellikle Suriye’deki pozisyonumuz gibi bir durumda (Komşu ülke, halkı da bizim halkımız ile akraba, vs) etkin olmak istiyorsak bir ilkeyi ciddiye almalıyız: Bir yerde özellikle en başta kendi ülkenizde barışı inşa edemezseniz başka bir yerde hiç muvaffak olamazsınız. Medine’yi kurmadan Mekke'nin fetihi mümkün değildir. Bu açıdan, dışarısına aşırı odaklanıp içimizi ihmal etmek ciddi olumsuz sonuçlar doğurabilir.Ortak uygulama kılavuzu üzerinde de durmak istiyorum.
Bu kılavuzda icraatı yapacak kurumların ve kadroların tanımları olacaktır. Siyasi projenin farklı aşamalarına dair farklı eylem planları ve iş tanımları olacaktır. Her işin tanımlı sorumlular tarafından yapılsa esas kabul edilmelidir. Mesela en son Suriye’de Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanımız Yaşar Güler ve MİT Başkanımız İbrahim Kalın, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani, Savunma Bakanı Murhef Ebu Kasra ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Enes Hattab ile görüşmüşlerdir. Bu önemli ziyaretin muhtevasına ve Sonuçlarına dair Türkiye Gazetesi tarafından bizim HABER7 sitemizin de genişçe iktibas ettiği haber Ak Parti kaynaklarına dayandırılarak yapılmıştır (Tamamen temizleniyor! Türkiye üs kuracak haberi, HABER7, 15.03.2025). Bu derece önemli bir ziyaretin içeriğinin daha profesyonel ve yetkili makamlar ya da kişilerce yapılması önem arz etmektedir.
Diğer yandan, diplomasi satrancında söylenmesi gerekenler ile toplum önünde söylenmesi gerekenler ayırt edilmelidir. Üslubun farklı olması gereği açıktır. Ancak, her iki sahada söylenenlerin doğru olması gerekir. Arada belki bir duygu farkı, tarz farkı olabilir. Hele hele masada söylenemeyenleri milletin önünde söylememek gerekir. Özellikle sınırların değişmesi ve toplumsal fay hatlarının kayması söz konusu ise çok dikkatli olmakta yarar vardır.
Nitekim, Devletimizin yetkilileri Suriye'deki bu hızla tersine bir hortuma dönüşen bu girdabın farkında olarak temkinli bir yaklaşımı benimsemiş durumdadırlar. Sağduyu ve temkin telkin eden beyanatları bu mutedil tutumun göstergesidir.
Ancak, bu noktada üslubun ötesinde gerçek zeminde yürütülen ya da yürütülmesi gereken faaliyetleri müzakere etmemizde yarar vardır. Yumuşak güç, diplomatik etkinlik, propagandif yetenek ne derece güçlü olursa olsun nihai belirleyici olan güç ve inşa kapasitesidir. Zor oyunu bozar. Kılıç kördüğümü çözer. Stratejik savunma çerçevesinde, Türkiye’nin Suriye girdabına sürüklenmeyecek büyüklükte ve güvenli siyasi/ askeri rotada olması icap eder. Elbette ki askeri gücün büyüklüğü etkinliği görecelidir, ancak en azından bölgemizdeki rakiplerle boy ölçüşecek bir keyfiyette ordu ve savunma sanayiine ihtiyacımız vardır. Tedarik üstünlüğü bir yana ilk başta tedarik yeterliliğini sağlamak lazımdır. Suriye’deki Esad’ın kaçmasından sonraki durumda net bir şekilde gördüğümüz gibi müdahale eden güçlerin özellikleri arasında ya güçlü finansa sahip olmaları ya da finans kullanım iznini veren güçler olması şartı olduğu görülmüştür. Bu da büyük harita değişikliklerini tetikleyen savaşlar, siyasi pazarlıklar, savaş sonrası yeniden inşa faaliyetleri, büyük krizlere müdahale gibi durumlarda ilk kontrol edilecek tedarik konularıdır.
Velhasıl gittikçe hızlanan Suriye girdabı ve yeni bir oluşumun sınırlarının belirlenmesi ve bu durumun bizim ile de ilişkili olması bizi büyük ve güçlü devlet refleksleri ile davranmaya zorlamaktadır.
Mehmet Ali Bal - Haber7
Yorumlar24