İsrail’in İran’a Saldırısından İsrail-İran Savaşına

  • GİRİŞ23.06.2025 09:20
  • GÜNCELLEME23.06.2025 13:45

13 Haziran 2025 tarihinde başlayan İsrail’in İran saldırısı yeni kapsam ve ivme kazanarak devam ediyor. Arapların bir atasözü var. “İki şeyi başlatırsınız, ama ne zaman biteceğini bilemezsiniz: Yangın ve savaş!” Yangının çağımızın imkanlarına rağmen nasıl yayıldığını, tahrip ettiğini ve söndürülemediğini son yıllardaki büyük yangınlarda gördük. Savaş da tıpkı yangın gibidir.

İki büyük dünya savaşı ilk patlak verdiğinde özellikle gelişmiş ve güçlü devletlerin toplumları savaşın bir iki ay içinde biteceğine, güçleriyle münasip şekilde fetihler yaptıktan sonra ordularının (Yani askere alınmış çocuklarının) evlerine döneceklerine inanıyorlardı. Heyhat iki dünya savaşı da büyük tahribatla, akıl ve vicdana sığmaz katliamlarla, büyük yalanlarla çok uzun bir süre devam etti. Bu pembe yalana inanan Avrupalı insanların her iki dünya savaşında farklı acıları, farklı tecrübeleri oldu.



İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayarak başlatmış olduğu ani saldırıların sabahında İran tarafındaki vurulan yerler ve öldürülen üst düzey devlet yetkililerinin haberlerini okuyunca İran’ın çok sarsılacağını, Ortadoğu’da çökertilen paramiliter gruplarından sonra kendi vatanını korumakta acze düşeceğini sanmıştı birçoğumuz. Halbuki hiç de öyle olmadı. İran kayıplarına rağmen, üzerindeki karabulut gibi uçak ve füze saldırılarına aldırmadan varlığını korumak için imkanlarıyla uyumlu bir şekilde hazırladığı İHA ve balistik füzeleriyle İsrail’i vurmaya başladı.



İlk saldırılarında Amerika, İngiliz, Ürdün, vb ülkelerin hava kuvvetleri tarafından ciddi bir önleme ile karşılaştılar. Ancak, ilerleyen günlerde hem savaşın dozu arttı hem de kullanılan füzelerin boyutu değişmeye başladı. Saldırının ilk günlerinden sonra İsrail’in şehirlerinde de vurulan binaların, merkezlerin, vb fotoğraf ve videoları medyada yer almaya başladı. Savaş İsrail’i de kapsamaya başladı. Saldırı savaşa dönüştü tam anlamıyla.



Savaş Nedir? Savaş Ne değildir?

Savaştan önce savaşın siyasi konsepti üzerine bir iki cümle yazmak isterim. Her savaşın bir siyasi konsepti olmalıdır. Zira savaş gibi büyük bir seferberlik ve fedakarlık gerektiren, sonucunda büyük kayıpların da yaşandığı bir olayın siyasi ve ekonomik hedefleri olmalıdır.

Hedefsiz ve plansız yapılan savaşların yarardan çok zararı olacağı açıktır. İran İsrail savaşının siyasi hedeflerinin analizinde ve tam belirlenmesinde yarar vardır. Savaşla ilgili birçok tanım yapılabilir. Biz bu yazımızda tanımların biçimsel ve teferruatlı kısımlarına girmeden savaşın özüne ilişkin bir iki hususu vurgulayacağım. Savaş çatışma piramidinin en üstünde yer alır ve bir devletin ve milletin varoluş seviyesine gerçekleşir. Savaşı çatışma türleriyle karşılaştırmamak gerekir. Genel olarak savaşın özelliklerini kısaca belirtelim.


Savaş dışındaki diğer çatışmalar coğrafi, katılım bakımından kısmi, şiddet ve tahribatı bakımından sınırlı, karar vericileri büyük ölçüde teknokrat sivil ve askeri sınıftır. Bu çatışmalar savaş olarak adlandırılsa bile mahiyet ve boyut farkları vardır. Bu yüzdendir ki, çatışmalar sonrası yapılan anlaşmalar da bir devlet veya milletin varlık ve bekasını özsel olarak etkilemezler. Taraflar açısından kabul edilebilir zararlar veya kazanımlar oluştururlar, bir tür düzenleyici metinler olarak görülebilirler. Tabi ki bu çaptaki çatışmalar milletlerin duygusal dünyasında bir travma oluşturmazlar. Kayıpları devletler uygun propagandalarla telafi edebilirler.

Ayrıca bu çatışmaların etkileri taraflar dışındaki devletleri büyük ölçüde etkilemezler. Bunun sonucu olarak da yeni bir düzen kurmazlar. Savaşlar ise büyük ölçüde varlık ve beka sorunsalının neredeyse nihai çözümünü sağlayıcı olaylardır. Bu özsel ifadelerimiz biçimsel anlamda tam olarak küresel savaş ya da büyük savaşlar için kullanılmaktadır. Ancak, çoğunlukla iki devlet arasındaki savaşlar da varlık ve beka sorunsalını belirginleştirirler. Bir anlamda, küresel veya büyük savaşlar dünyadaki tüm devletlerin kıyameti ise daha alt düzeydeki savaşlar da tarafların kıyametidir; dünyanın geneli için önemi olsun veya olmasın zafer ya da mağlubiyetin muhatapları için ontolojik sorunsal tartışılabilir. Bu yüzdendir ki, savaşa bir milletin en üst otoritesi karar verir. Bu genel olarak milletin meşru temsilcilerinden oluşan yetkili bir Meclis’tir.

Ancak, savaş sonucunda yenilgi ve işgal olması durumunda, umumi meclisten önce şartların zorluğu nedeniyle daha alt bölgelerde geçici bölgesel meclisler oluşabilir. Yerel direniş hareketleri böyle başlar. Bunu en alta kadar indirirsek fert fert kendini milletinin ve devletinin meşru sahibi gören her insan kendi kararı ve inisiyatifiyle özgürlük, bağımsızlık savaşına katılır. Toplumumuzda “Derin Devlet nedir, kimdir?” sorusu çok tartışılır, konuşulur. Gizli meclisler, kapalı yapılar, vs tasavvur edilir.

Bence derin devlet kendini sorumluluk açısından devletin meşru sahibi ve milletinin muhafızı gören her ferdin kendisidir. Bu yüzdendir ki, bir ülkeyi sömürmeyi ya da güçten düşürmeyi hedefleyen büyük güçler önce hedef milletlerin fertlerini sıradanlaştırırlar, bütün bir milletin iradesini kırarlar ve kişilere bağlarlar. Bireylerin etkin olacakları kurumları yozlaştırırlar. Yaratıcı olabilecekleri alanları milletin bütün fertlerine değil, sadece belirli kişilere açarlar, nitekim liyakate önem vermeme bu çerçevede görülmelidir.

İşte fertten ve yerel meclislerden başlayarak en yukarıda bir yüksek mecliste milletin iradesi tecelli eder. Bu yüzdendir ki, savaşa seçilmiş devlet adamları karar verirler. Millet ile bağı kopmuş kurumlar ve yöneticilerinin unvanları olsa bile içerikleri yoktur. Millet adına karar vermeleri neredeyse mümkün değildir. Zira, seçilmiş meclis bile savaş kararı verirken milletinin içinde olmalıdır. Bunun bir örneği, ilk gazi meclisimizdir ki, vekilleri direniş grupları içindedirler, bazıları cephe komutanıdır.

Millet adına karar almaya ve kararı tatbike yetkili ve ehil olmalıdır meclis. Halen devam eden İsrail İran Savaşına ABD’nin katılması ihtimalini tartışırken Trump’ın ancak operasyon ve kısmi çatışmalarda karar sahibi olabileceği ancak, konvansiyonel bir savaşa sadece Kongrenin kararıyla katılmanın mümkün olacağı vurgulanmaktadır. Milletin seçtiği vekil milletinin acısının, yasının, derdinin, ızdırabının da vekilidir şüphesiz. Askeri teknokrat sınıfın yürüttüğü savaşta bile başarılı komutanlar askerinin ve milletinin kalbinde, tahayyülünde değer kazanmış olanlardır.

Bu konuya niçin bu kadar önem veriyoruz? Çünkü savaş milletin ve devletin varlık ve bekasını ilgilendirmesi hasebiyle geneldir, savaş her satıhta cereyan eder. Katılım umumidir.
 
Seferberliğe eskiler “Nefir-i amm” derlerdi. Yani düşmanla savaşabilecek herkesin askere alınmasıdır ki, savaşmak bazı olağanüstü zamanlarda farz-ı ayn olduğunda herkesin hatta kadın ve çocukların bile kimseden izin almaksızın savaşmak üzere toplanmasıdır, hatta bizatihi harekete geçmesidir. Bu derece bir savaşa yoğunlaşma ancak kalplerde ve akıllarda meşru olarak kabul edilen bir otoritenin ve iradenin çağrısıyla düzenlenebilir. Bu şekilde de savaşlarda bazen cephe gerisinde cepheden daha şiddetli çatışmalar gerçekleşir.

Yerel çatışmalarda silah ve mühimmatın da kısmi kullanımı söz konusudur. Savaşta ise her devlet varlığını koruyacak en nihai teknoloji ürünü silahlarını kullanır. Önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi teknolojinin ilk mucidi olan güçler kritik silahları, teknolojileri kendileri için saklarlar. Verecekleri savaşın konseptini şartlarına göre önceden belirleyip, savaşın en yoğunlaştığı ve zora düştükleri anda kullanırlar. Bu kritik silahlar müttefiklere bile verilmeyebilir.

Hindistan Pakistan çatışmasında ABD’nin uzun menzilli havadan havaya füzelerini Hindistan'a vermemesi durumu İran İsrail savaşında da tekrar etmiştir. ABD Ortadoğu’daki ileri karakoluna sığınak delici 13.5 ton ağırlığındaki bombaları ve bu bombaları atan uçakları vermemiştir. Muhtemelen özellikle stratejik bombardıman uçakları, gelişmiş balistik füzeler, ileri silah platformları, vb. daha büyük savaşlar ve nihai sonuçlar için saklanmaktadır. Veya halihazırda İsrail tarafından yürütülen savaşın gidişatına göre ABD'nin özellikle sığınak delici bombaları kullanma olasılığı da vardır. Amerika'nın bu bombaları taşıyan uçakları İran’ın füzelerinin menzili dışına konuşlandırması İran'daki yeraltı nükleer santrallerine ve sığınaklara saldıracağı ihtimalini artırmaktadır.

 



Savaşlar yerel ve kısmi çatışmalara göre çok daha uzun sürebilir ve farklı coğrafyalara uzanabilirler. Dolayısıyla savaşta ciddi bir lojistik ve finansal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Rusya gibi devasa klasik mühimmat deposu olan bir devlet bile Ukrayna savaşında mühimmat sorunu yaşamıştır. Kaldı ki orduların silah, donanım ve beslenmesi çok büyük organizasyon kapasitesi ve kaynak gerektirmektedir.

Tabi ki, bütün savaş organizasyonunu yönetmek için sürdürülebilir bir finansal altyapıya ihtiyaç vardır. Savaşın küresel veya bölgesel savaşa evrilmesi durumunda ise savaş yapan dominant gücün müttefikleri için de ayni organizasyon ve kaynaklara sahip olması icap etmektedir. Savaş sırasında bütün toplumu ayakta tutmak ve kamuoyunu yönlendirmek üzere devam devasa propaganda makinesine, hasmın propagandasını çözen akıllı birimlere, toplumu yönlendirici yapılara ihtiyaç vardır. Ancak, bu noktada bir altın oran kuralına uymakta yarar vardır. Yani var olan gücün ve yapılması mümkün olmayanların üzerinde propaganda aksi sonuçlar doğurabilir. Keza İsrail İran Savaşına dair medyada yayınlanan yalan ya da kullanılmış video ve fotoğrafların kullanıldığını fark etmekteyiz.

Savaş kadar savaş propagandasına karşı da uyanık olmalıyız. Mirgün Cabas son savaşla ilgili bazı resim ve videoların savaşla ilgili olmadıklarını tespit ettiği kıymetli bir video yayınlamıştır. Bakılmasını öneriyorum:

Gerçek Savaşın Sahte Görüntüleri
(https://youtu.be/xoSfJLbj6LY?si=utDVoYvWANY9YZSb).


İsrail İran Savaşının Kısa ve Genel Analizi
Savaşın siyasi hedeflerinin tarafımızca tam olarak belirlenemediğini görmekteyiz. Nedeni ise ABD ve diğer küresel güçlerin seviyesinde bir mücadele kapasitesinde olmayışımızdır. Daha önceki yazılarımızda Amerika’nın küresel planda istikrarsızlık merkezli politikalar yürüttüğünü ifade etmiştik. Ancak, en son Ukrayna Rusya Savaşı, Suriye olgusu ve İsrail İran Savaşında bir adım daha ileriye gittiğini görmekteyiz.

Bu üç savaş arasında bir yakın ilişki söz konusudur. Ana hedef ABD’nin küresel liderliğinin devamı için gerekli hamle ve düzenlemeleri yapmaktır. Bu hamlelerin en başta geleni Çin’i çevrelemek ve hammadde kaynaklarına erişiminin maliyetini yükseltmektir. Bunun için de Çin ile ilişkili ülkelerde bazı siyasi düzenlemeler yapmaktır.


Mesela Çin’in hammadde tedarik ettiği veya tesir üssü yaptığı ülkelerdeki istikrarsızlık buna örnektir. Sudan’daki iç politik kriz, Irak ve Suriye’nin parçalanması, Türkiye gibi ülkelerin tekrar ABD kampına katılması, tedarik merkezi İran’ın bölünmesi, Avrupa’da bazı ülkelerin bölünmesi (Mesela Fransa), Rusya’nın jeopolitik boşluk yaratmayacak şekilde zayıflatılması, vb. İsrail İran Savaşına dönersek Çin ile İran arasında yapılmış 400 milyar dolarlık stratejik işbirliği anlaşmasını hatırlatalım.

Ayrıca İran’ın Çin’in yarattığı “Kuşak Yol Projesinin” önemli bir geçiş bölgesi olduğunu da unutmamak gerekir. Dolayısıyla İran’a yapılan saldırı bir ölçüde Çin’e de yapılmış bir saldırıdır. Bölgede 90 milyonluk Çin’in küresel pazara açılma hedefini de vurgulayalım. İran’ın merkezi durumunun analiziyle ilgili olarak, İran'ın parçalanması ve istikrarsızlaşması başta Türkiye, Rusya, Azerbaycan, Irak, Pakistan, Afganistan, Suudi Arabistan gibi ülkeleri etkileyecektir. Kafkasya jeopolitiği değişecektir.



Türkiye ciddi etkilenecek ülkeler arasında önde gelmektedir. Bu konuyu başka bir zamanda müzakere etmek istiyorum… Büyük kitlesel göçün tetiklenmesi de ciddi bir risktir. Ancak, Türkiye bundan daha büyük risklerle karşı karşıya kalabilir.

Bu savaşı uzatma veya sonlandırma daha çok ABD’nin eline geçmiş görünmektedir. ABD İsrail’e karşı da İran’a karşı da güç kazanmıştır. Savaş ister bitirilsin isterse anlaşma yapılsın ben yeni bir sürecin İran ve bölge için başladığına inanıyorum.

Suriye Savaşı ve en son düzenleme süreçleri 14 yıl almıştır. İran ve bölge için bu süreç biraz daha uzun sürecektir. Ana hedefin sadece rejimi değiştirmek olmadığını,
bu hedefin çoktan geçildiğini, bir dönemdir ana hedefin İran’ın parçalanması olduğunu açıkça görmekteyiz.


Zira hakim ABD, İngiltere ve İsrail kampının küresel politikaları daha küçük parçalara ayrılmış coğrafyalar yaratmak için istikrarsızlık bölgeleri oluşturmak, bu yol ile de yeni haritalar çizmektir. Özellikle 1990’ların sonundan itibaren malum güçler tarafından oluşturulan her istikrarsızlık bölgesi kendisi için yarattığı riskten kat kat fazlasını komşu veya ilişkili bölgeler için içermiştir.

Nitekim burada da sadece İran değil, diğer bölge ülkeleri de hedeftedir. Bazı değerlendirmelerin hassasiyetinden dolayı bu analizi bu kadarla sonlandırıyorum. Sadece bu savaşlar ve küresel gerilim bölgelerindeki diğer savaşlar niçin devam ediyor sorusuna anlamlı ve geneli kapsayan bir cevap vermek gerekir: Günümüzün süper gücü ABD Askeri üstünlüğü nedeniyle savaş kazanabilmektedir.

Ancak, 2. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi mutlak düzen kurucu olmadığı gibi ekonomik ve üretim kapasitesi bakımından gerilemededir. Çin ise üretim kapasitesi yüksek olmakla birlikte askeri gücü henüz ABD düzeyinde olmadığı gibi yeni bir dünya düzenini kurabilecek, sürdürebilecek güçte değildir. Bu da küresel stratejik bölgelerde çatışmalara yol açmaktadır.

Savaşın Süreç Yönetimi
Savaşın ilk safhasında İsrail ve İran depolarındaki silah ve mühimmatı kullanacaklardır. Ancak, savaşın uzaması durumunda bir şekilde iki savaşan tarafa da lojistik köprüleri kurulacaktır. Ve dünya kamuoyu özellikle Amerikan ve Çin silah şirketlerinin şovunu seyredecektir. Durağan ABD ekonomisi 2. Dünya Savaşındakine benzer bir savunma sanayii üretimi ile beslenecektir. Ayrıca, Almanya ve Japonya tekrar askeri kampa dönecekler ve buna finansman ayıracaklardır.


Hatta İtalya da ABD ve İsrail tarafından sessiz ve rasyonel bir şekilde desteklenmektedir. Kanaatim şudur ki, gerek İsrail gerekse ABD silah stoklarının kullanma süreçlerini kesinlikle bilmektedirler. Çin’in de rasyonel ve  sayısal düşündüğünü tahmin ediyorum. Şimdiden bir savaş muhasebesi tesis edilmeye başlamıştır. Fabrizio Luca tekrar değer kazanacaktır kuşkusuz.

Bizatihi savaşın nüfuzu ise iki ülkeyi kuvvetle saracaktır. Her iki ülkede de toplumlar uzun süreli savaş yapmaya hazır bir politik ve dinsel bilinç sahibidirler. Hazırlıklıdırlar. Hiçbir tarafı küçümseyemeyiz. İsrail “Beyt beyt, zinga zinga” meskun mahal savaşlarıyla kurulmuştur. Kurulduğundan beri savaştadır. İran ise Sovyet ve Batı silahlarıyla donatılmış Irak ile uzun bir savaş yapmıştır. Halkı azla yetinebilen küresel kapitalist yaşama açılmamış bir halktır.

Savaştaki moral üstünlük açısından ise ilginç bir durumla karşı karşıyayız. İsrail toplumu Hamas saldırısı öncesi Netanyahu’ya karşı muhalefet bloku oluşturmuş durumdaydı. Ancak, Hamas saldırısıyla başlayan süreç İsrail muhalefetini susturmuştur. İran toplumu da temelde İsrail ve Amerika düşmanıdır. Ancak, mevcut rejimle ciddi sorunları vardır. İki arada bir derede kalmış denir ya öyle bir hal üzeredir İran toplumu. Savaş her iki toplumu da dönüştürecektir kuşkusuz.

Savaşın yapılma riski oldukça yüksektir. Bölgedeki bazı ülkeler saldırı riski altındadırlar. Bazıları da savaş sonrası oluşacak komplikasyonlardan dolayı müdahale edebilirler. Ukrayna Rusya Savaşı için, üçüncü bir ülke savaşa girerse Üçüncü Dünya Savaşı başlar demiştik. Günümüzde küresel güçler daha zekice bir yöntem bulmuşa benziyorlar. Savaşa birden fazla ülke dahil oldu, ancak farklı coğrafya ve kompartımanlarda. Yaşadığımız bir anlamda formu değiştirilmiş Üçüncü Dünya Savaşı'dır.

Bu savaş sürecinde tahrip olan merkezler, şehirler, ölen insanların savaşın sonucunu belirlemeyeceklerini belirtmek isterim. Savaş uzadıkça mukatele daha vahşi bir mahiyet kazanabilir. Daha etkili silahlar kullanılabilir. 2. Dünya Savaşında Sovyetlerin işgalini düşünelim. Hızla ilerleyen Nazi ordularının esir alınışlarını, soğuğa teslim oluşlarını, Nazi harp makinesinin eksilen silah platformlarının yerine yenisini koyamadığını buna karşılık Sovyet ordularının inanılmaz bir moral ile savaşın ikinci yarısında savaşmalarını, Stalin’in fabrikalarından eski model de olsalar savaşabilmek tankların, uçakların savaşa sokulduğunu hatırlayalım. Kayıplar elbette değerlidir, ama sonucu süreç içindeki kritik silahlar ve hamleler belirleyecektir.

Dostlarımız cereyan eden olayların Türkiye için ne gibi dersler içerdiğini soracaklardır haklı olarak. Birçok yazımızda olduğu gibi Türkiye için alınması gereken dersleri yazının içine yerleştirdik. Vakıa olaylar zinciri okundukça aklımıza meşhur Latince “Quid rides ? Mutato nomine de te fabula narratur" cümlesi gelecektir. “Ne gülüyorsun? İsimleri değiştir, isimleri değiştir bu senin öykündür” (Horatius). Yazılarımızda yer alan olaylar, kişiler ve model olayların her biri bize kendimizi anlatmaktadır. Meraklı dostlarımız göreceklerdir.

Mehmet Ali BAL -  Haber7

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat