Balkanlar ve travma çözümleri

  • GİRİŞ07.07.2025 09:23
  • GÜNCELLEME07.07.2025 09:23

Bu köşenin sıkı takipçileri hatırlayacaklardır. Geçen yıl Ortadoğu üzerine değerlendirmeleri içeren yazılarımızda imparatorluk sonrası travmalar üzerinde durmuştuk. Bu travmaların sadece Ortadoğu’daki ülkelerde yaşayan toplumlar üzerinde değil, Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü devasa coğrafyada yer alan bütün milletler üzerinde var olduğunu ifade etmiştik.

Literatürde imparatorluk sonrası travma olarak geçen bu sorunun D. Vamık Volkan’ın ifadesiyle “Seçilmiş yenilgiler”den beslendiğini rehabilitasyonu için de “Seçilmiş zaferlerin” etkili olduğunu vurgulamıştık. Yine bu yazılarımızda sorunun çözümünde asıl sorumluluğun hakim güç ve asli toplumun büyük sorumluluk taşıdığını ifade etmiştik. Zira eğer söz konusu devletler ve milletler travmalarını kendilerinin yarattıkları seçilmiş zaferler ile telafi ederler ise bu bizimle bütünleşmeyi değili ayrışmayı kolaylaştırır. Biz ise bütünleştirici bir travma çözümünü arzu ediyoruz.

İşte Balkan coğrafyası imparatorluk sonrası travmaların çok yoğun bir şekilde hissedildiği, parçalanmış bilinçlerin ve yaralı kimliklerin uzun süre çatıştığı, kanlı sonuçların üretildiği bir coğrafya olarak ayrı bir ilgiyi hak etmektedir. Zira Balkan coğrafyası Ortadoğu’dan farklı bir coğrafyadır. Bir kere imparatorluğun kuruluşundan beri ortağıdır, bir parçasıdır. Hatta Anadolu’dan önce İmparatorluk Balkanlar’da yerleşik hale gelmiştir. Daha Orhan Gazi döneminde Balkanlar’a adımını atan Osmanlı gücü Sultan I. Murat döneminde tam anlamıyla topraklarının çoğu Balkanlar’da olan bir Anadolu ve Balkan devletidir. Nitekim Halil İnalcık ve İlber Ortaylı gibi kıymetli tarihçiler bu hususu önemle vurgulamaktadırlar.

Balkanlar Ortadoğu’dan farklı bir coğrafya olmasının yanında birçok yönden ayrıcalıklı bir konuma da sahiptir. İmparatorluğun neredeyse kuruluşundan itibaren bir parçası olmasının yanında imparatorluğun asli unsuru olan ağırlıklı Türk ve Müslüman nüfustan farklıdır. Her ne kadar Bulgaristan ve bazı Orta Avrupa ülkelerinde kadim Türk anâsırı var ise de bunlar büyük ölçüde Anadolu, İran ve Orta Asya Türklüğünden farklılaşmışlardır, yerleşik nüfusa oranları yüksek değildir. Bazı ülkelerdeki nüfus ise kadim kültürlerin mirasçısıdır. Yahya Kemalin “Evladı fatihan diyarıdır” dediği ve bugün bile kültürümüzün en fazla yaşadığı Üsküp ve Makedonya’dan bir Büyük İskender geçmiştir. Osmanlı gücünün en dinamik döneminde Sırp Kralı Büyük Duşan büyük Sırp İmparatorluğunun başındadır. Ömrü uzun sürse idi Osmanlı’nın Balkanlar’da ciddi sorunlar yaşayacağı tarihçiler tarafından ifade edilmektedir.

Kendisi erken vefat ettiği gibi varisleri de o kamette olmamışlardır. Yunanistan, Arnavutluk coğrafya itibariyle çok zor dağlık bölgelerdir. “Ayrı ve idantik” kültürleri vardır. Romanya’da mukim nüfus Bizans’ı işgal eden Latin Haçlılarının artıklarıdır. Orta Avrupa’ya doğru ise Alman etkisinde savaşçı topluluklar mevcuttur.

Osmanlı gücü bu nedenlerle klıç fethi değil, gönüllülük ve anlaşma fetihlerini kabul etmiştir. Ama bu her zaman böyle olmamıştır. Zira Kılıç Sahipleri bizim ifade ettiğimiz kadar romantik olamazlar. Olamadıkları yerler de olmuştur. Diğer yandan köklü ve güçlü kültürlerini temsil eden milletler kolayca boyun eğmemişlerdir. Mesela İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmet Han Arnavut lider İskender Bey ile yıllarca savaşmış, hatta bu savaşlarından birinde yaralanmıştır. Keza dağlık Yunan toprakları da ciddi savaşlara sahne olmuştur. Romanyalılar ise bir Fransız aydınının tabiriyle “Osmanlılar’ın Avrupa’ya girişlerini hayli geciktirmişlerdir”

.

Kont Vlad önemli bir adamdır.Bu fetihler sırasında bir diğer zorluk ise Avrupalı güçlerin Balkanlar üzerindeki Osmanlı ilerleyişini durdurmak üzere hazırladıkları büyük ordularla Balkan milletlerini de istihdam ederek Osmanlı ile savaşmalarıdır. Bu bağlamda, Niğbolu son Haçlı seferi olarak bilinmektedir. Eğer Milano Dükü gelen Haçlı Ordusu ve hazırlıklarından Yıldırım’a haber uçurmuş olmasa idi savaş başka bir şekilde cereyan edebilirdi demektedir Haçlı Savaşları uzmanı tarihçiler. Bilahare Yanoş gibi askeri yeteneği olan Macar kralları ve sonra Alman kökenli toplulukların Balkanlar üzerinden saldırıları bölgedeki durumu nazik hale getirmiştir.

Bölgede elbette şanslı olduğumuz konular da vardır. Mesela Bogomil mezhebine bağlı Slavlar (Boşnaklar) Osmanlı gücünün ileri karakolu ve kahraman Serhat savaşçıları olmuşlardır. Coğrafyanın uzağındaki bir başka adam Lehistan Kralı 3. Jagiellon kendisine Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere yardım ermesini isteyen Macar kralına barışı tavsiye etmiş, barışın sağlanması için de inisiyatif almıştır. 1444 senesinde Murad’ın otağına Leh elçiler gelerek, barış görüşmelerini başlatmışlardır.

Fakat her işte olduğu gibi Balkanlardaki Osmanlı ilerleyişi de zahmetsiz olmamıştır. Dönemin fetihçi Lala, Paşa ve Beylerinin kahramanca savaşlarını unutmamak lazımdır. Ve tabi ki siyasi yapılanma ve vergi adaleti gibi konulardaki akıl dolu uygulamaları dikkatle incelemekte yarar vardır. Mesela Osmanlı devlet organigramının itibarlı bir parçası olan Hıristiyan Martolosları hatırıatalım. Keza Osmanlı Vergi sisteminin önceki Bizans veya diğer yerel sistemlere göre daha adil olması not edilmelidir. Diğer bir önemli esas ise Osmanlı imparatorluk gücünün liyakati esas alan dikey hareketlilik kapasitesidir. Bu sistem sayesinde Balkanların bir köyünden zeki ve kabiliyetli bir çocuk yükselme döneminin sadrazamı olabilmiştir. Liyakat değeriyle beslenen dikey mobilite (S. Ahmet Arvasi merhumun tabiriyle “Mahruti Hareketlilik”) her devlet gibi Osmanlı gücünü yükseltmiş, Balkan milletleri ateşli milliyetçiliği olan kavimleri kendisinin bir parçası yapmıştır. Bu denge Avrupa’nın bir küresel güç oluşumuna yöneldiği döneme kadar devam etmiştir. Fransız İhtilali Kebiri sonrası milliyetçilik akımlarının gelmesiyle de tamamen alt üst olmuştur. Rus Çarlığının yükselişe geçmesiyle Osmanlı Gücü Avrupa dışında bir düşman gücün saldırılarına maruz kalmıştır.  Güney Slavlarını. Hamisi, Ortodoks Kilisesinin bağlısı bir devlet olarak Balkan politikalarını agresif bir şekilde yürütmüştür. Aydınlanma sonrası Yunan ve antikite kültürünün yüceltilmesinden Yunanlılar da paylarını almışlardır. Almanlar, İngilizler, Fransızlar ve Ruslar artık Balkanlardaki satranç ve mücadelenin büyük oyuncularıdırlar. Ve Osmanlı eski dinamizmi ve gücünden çok uzaktır. Fetih döneminden sonra diğer travmatik etkiler Balkanlar’da çıkan ayaklanmalara hala eski usullerle müdahale etme kararı alan bürokratların insiyatifleri sonucunda oluşmuşlardır. Ancak, bu uzun sürmeyecektir. Zira düveli muaazzamanın müdahalesiyle Balkanlar’da tersine bir süreç başlayacaktır.

Yabancı orduların himayesindeki Balkan milletleri içinde komitacılık faaliyetleri artacaktır. Bunun yanında artık ayaklanmalar bastırılsa bile büyük devlet müdahalesiyle karşılaşılmaktadır. Bu müdahaleler Niş ve Vidin isyanlarının bastırılması sonrası Rus ordusunun Balkanlar’a yerleşmesi gibi vahim sonuçlar doğurmaktadır. 1877-78 Osmanlı Rus Harbi sonrası yenilgi ise bizde bir travma doğuracaktır: çileli Rumeli muhacereti… Katliamlar… Anadolu’ya geri kaçış… Artık bu tarihten sonra dönemin halk tabiriyle “Gün gün beter, yevmül beter” bir süreç yaşanacaktır. Mesela 1. Balkan Savaşındaki yenilgi devlet ve ordu sistemimizde büyük travmalar açacaktır. 1. Dünya Savaşı yenilgisi sonrası Yunan ordularının Anadolu’nun bir kısmını işgal etmeleri ise yaşadığımız travmaları mühürleyen bir travma olacaktır. Zaten Yunan Bağımsızlığı sürecinde (1821- 1829) Mora’da ve Trakyada yaşanan katliamlar, Müslüman ahalinin uğradığı zulümler mahşeri vicdanda ve devlet hafızasında taze iken Yunan işgali daha aşağılayıcı bir etki yaratmıştır. Bu da bizde oluşan bir diğer ağır travmadır.

Ancak, Kurtuluş Savaşı maşeri vicdanda bir tür seçilmiş zafer işlevi görmüştür. Bunu üzerine 1974 Kıbrıs Barış Harekatı Yunan toplumunda Kurtuluş savaşı yenilgisi üzerine takviye edici yakıcı bir travma oluşturmuştur. (Bu arada ifade etmeliyim ki, Kıbrıs Barış Harekatı Karlofçadan beri toprak kazanımı ile sonuçlanan ilk ileri askeri harekatımızdır) Bugün hala Türkleri en fazla sevmeyen milletin Yunanlılar olması nedeni bu savaşların etkisinin taze oluşundan kaynaklanıyor olabilir.

Ancak, daha üstten bakarsak artık Balkanlar’daki diğer küçük devletler gibi Türkiye de büyük oyuncu değildir. Balkan devletçikleri de Türkiye gibi bağımsız değillerdir. Karşılıklı ilişkileri (Politik gerilimler, küçük çaplı kavgalar, vs) büyük devletlerin parantezinde konulardan ibarettir. Ancak bu bizi Balkanlar konusuyla ilgilenmekten alıkoymamalıdır. Zira parantez içinde bize ait sorunlar, travmalar, gelecek ümitleri, vs devam etmektedir.) Hatta bizatihi toplumumuz içinde hatırı sayılır bir Balkan göçmeni nüfus vardır. Ve bu nüfus devletimizin yönelimlerini dikkatle izlemektedir.

BALKANLAR’DA DEVAM EDEN TRAVMALAR

Çok gündeme getirmeye çalışmasak da Balkan milletlerinde bize en yakın olanlarda bile imparatorluk sonrası travma mevcuttur. “Ottoman occupation period” ortak bir kullanımdır. Bazen de “Pax Ottoman period” hasretle yadedilen bir huzur ve sükun dönemidir. Ama bu ikincisi sahipsizdir, az işlenmiştir, henüz güncel ve somut bir devlet politikasına

dönüşmemiştir. Bizim amacımız devam eden travmaları rehabilite etmeye matuf bir devlet politikası oluşturulmasına katkı sağlamaktır. Bu vesileyle uzaklaştığımız ve uzaklaştırıldığımız Balkan dünyasına tekrar giriş yapmamızı teşvik etmektir.

Özellikle 2000’lerin başlarından itibaren ama özellikle son yıllarda bazı hususlar Türkiye ile Balkanlar’ın birbirinden uzaklaşmasını tetiklemiştir. Bu uzaklaşma eski travmaları daha da azdıracak bir etki yaratabilir.

Önce Türkiye’den kaynaklanan sorunları özetleyelim: Türkiye maalesef ciddi bir ekonomik, diplomatik güç kaybı yaşamıştır. Balkan devlet ve milletleri büyük güçlerin çekim güçlerine tabi olurlar. Diğer yandan Türkiye Avrupa Birliğine girme iradesini Avrupalı güçlere empoze edememiştir. Ortadoğu ile aşırı ilgisi ve yönelimi Balkanlardaki dost topluluklarda bir reaksiyon yaratmıştır. Bu içimizi de etkilemektedir. Bunlara ilaveten son yıllarda aşırı bir bir içe kapanma yaşamış, iç politik kavgalara yoğunlaşmış, dikkati dağılmış, iç bütünlüğünü zayıflatmış, Balkan coğrafyasını yönetebilecek nitelikte kadrolar yetiştirmemiş, Balkanlar için bir ana siyaset tasavvuru ve belgesi oluşturamamıştır. Daha da kötüsü bu ciddi zemin kaybının ne anlama geldiğinin idrakinde değil görünmektedir.

Dışarıdan kaynaklanan sorunları da kısaca özetleyelim: geleneksel Balkan dünyası hamisi devletler (Almanya Hırvatları , Rusya Sırpları, Fransa Romanya’yı, destekleyici politikaları benimsemişlerdir.) ve yeni güçler Balkan coğrafyasına hızla giriş yapmışlardır. Birçok Balkan ülkesi önce NATO üyesi sonra da AB üyesi yapılmışlardır. Bazı küçük ve bizim nüfuzumuzun olduğu ülkelere ise ABD el koymuş durumdadır. Evladı fatihan diyarı Balkanlar’ın en büyükABD ve NATO askeri havaalanına sahiptir. Romanya, Bulgaristan, Yunanistan artık ABD askeri konuşlanma sahalarıdır. Orta Avrupa devletleri ise NATO ve AB şemsiyesi altındadırlar. Bu ülkelerde yaşam her geçen gün daha cazip hale gelmektedir. ABD ve NATO politikalarına toplumların elverişli bir toplumsal psikolojiye sahip olmaları için eski travmaların canlandırması teşvik edilmektedir.

TRAVMALARIN REHABİLİTASYONUNA

Doğru Her işte olduğu gibi travma rehabilitasyonu için de ilk şart bir travmanın varlığını, boyutlarını, etkilerini, vs kabul etmek, araştırmak ve travmayı tanımlamaktır. Bilahare de rehabilitasyon için neler yapılabilir konusunda bir hareket planı hazırlamaktır. Eğer Türkiye Cumhuriyeti

Devletinin güçlü bir devlet olmasını istiyorsak önce içimizde bütünleşmeli, sonra da bölgemizde bir Pax Türkiye oluşturmaktır. Bölgede Türkiye Barışçı bir güç temerküzü, ticari entegrasyon, sosyal yakınlaşma, siyasi işbirliği için elzemdir. Bütün bu beşeri zeminde yürütülecek çalışmalar ve projeler için ana konu travmaların sağaltımıdır.  Seçilmiş barışlar inşa etmektir. Güven inşa etmektir.

Doğrudan ifade etmek gerekirse bu belirttiğim siyasi projeyi ve barış inşasını ve travma sağaltımını mevcut kadrolarla yapmak mümkün değildir. Bu iş için özel nitelikli insanlardan oluşmuş bir grubun böylesi bir iş için özel tematik bir formasyona tabi tutulması gerekmektedir. Bunu yapmaz isek hep başkalarının rehabilitasyon (!) projelerinin parçası olabiliriz. Bu da bizi bölgemizden hatta imparatorluk tecrübesi yaşamışlığımız ve bölgemizdeki insan varlığının içimizdeki uzantılarından dolayı kendi milletimizden koparır.

Nitekim öyle de olmaktadır. Sorunların çözümünde ilk adım paydaşları çözüme ortak etmektir. Bu çözümün ilk gönüllüsü, ilk irade edeni, ilk uygulayıcı olabilecek güçte olanı kimse ya da hangi güç ise onun açık ve içten daveti, kapsayıcı programını paylaşır. Her ülkenin, her kesimin beklentilerine ve travmalarına ilişkin genel kapsayıcı prensipler şemsiyesi altında özel ve özgün çözümler üretilir. Bu çözüm setinin bilgi ve duygu zemini yaratılır, dili belirlenir, uygulayıcı kadroları eğitilir. Travma rehabilitasyonu bir anlamda hakemlik yapmaya benzer, ikisi de ilk başta fedakarlık ve feragat gerektirir. Müzakere, iletişim, siyasi ve sosyal kaynaşma birey temelli bir inisiyatifle uygulanır. Özellikle aşırı öz benlik ve ideoloji yüklü toplum ve bireylerle ilişkilerde düşük ideolojik ton ve formasyon ama yüksek temsil kapasitesi ve inşa yeteneği etkili olabilir. 

Amacım bu konuyu bütün detaylarıyla yazmak değil. Sadece bazı ipuçlarını ve esaslarını anlamaya çalışmak. Balkan milliyetçiliğini anlamak önemli bir başlangıç noktası olabiliyor. Bir arkadaşım anlatmıştı. Yurtdışında bir özel programda beraber olduğu Balkan ülkelerinden profesyonel paydaşları sık sık özel sohbetlerinde Osmanlı dönemini eleştirmeye başlamışlar.

Buna tepki gösterdiği de olmuş, bazen sükut geçip bilahare açıklama yaptığı da. Bu paydaşlarından yaşlı bir Balkan ülkesi temsilcisi kendine demiş ki “Osmanlı Dönemine dair eleştirilerimiz, politik hicivlerimiz oluyor. Bunu doğrudan kendinize saldırı olarak algılamayın. Aksine biz Osmanlı hakimiyetinde yaşadık, o eleştirdiğimiz makam sahiplerini hala bizi yönetenler olarak görüyoruz”

.

“Bir de siz daha vakur olmalısınız. Zira yöneten vakurdur, anlayışlı,birleştirici ve affedicidir. Ve tabi ki daha üstün olandır”.

Yine Osmanlı dönemi yakışıksız fıkraları anlatan iki Romanyalı mühendisin kendisine yaklaşımı onlarla ilk iletişimkurduğunda büyük Romen Tarihçi Nicolae Jorga’dan bahsettiğinde tamamen değişmiş.

Milletlerin büyüklerine saygı önemli bir iletişim kolaylığı sağlayabilir. İletişim kolaylığı derken, ne kadar az iletişim kuruyoruz. Özellikle yabancı topluluklarla. Yunanistan’ın bazı şehirleri Türkiye’nin neredeyse sayfiye şehirleri haline gelmiş durumda. Ancak, Yunan toplumu ile az konuşulduğuna tanık oluyoruz. Kısa ziyaretlerimde gördüğüm şu ki, bizim yetkin bir lisan ve tutumla ilk iletişim adımımızdan sonra muhataplarımızda Türkiye’ye karşı büyük bir ilgi oluşuyor. Ne yazık ki, ne turistik gezilerde ne de Hac gibi kitlesel bir araya gelmelerde dışarıdaki platformları bizim lehimize bir kongre platformuna dönüştürmek mümkün olmuyor. Halbuki bu iletişime ne kadar da çok ihtiyacımız var.

Bu tarvma çözümleri her geçen gün önem kazanmaktadır. Zira Balkanlar’da bazı ülkelerde ciddi nüfus sorunu ortaya çıkmış durumdadır. Ülkemizin yetişmiş bir Kısım insanını yaşama imkanları daha iyi ülkelere her iki tarafa da fayda sağlayacak şekilde transfere elverişli kılmalıyız. Benzer bir durum bazı Avrupa ülkeleri için de geçerli. Ama sanırım bu konuda treni kaçırdık.

Balkanlardaki Osmanlı bakiyesi eserleri bugünün yüksek kapasiteli Türkiye markalı işletim sistemlerinin ikonları haline gelecek şekilde canlandırabilir isek tarihi varlığımız önem kazanacaktır.

Herşey öyle değil mi? Kendi başına bir hiç olan hammasi sözler ve belagat bir dilden başka bir kalbe girdiğinde canlanmıyor mu? Sözler, semboller, değerler inşa ve pratik mahiyeti kazandığında kıymetlenmiyor mu ?

Mehmet Ali BAL / Haber7

Yorumlar8

  • Ali 5 saat önce Şikayet Et
    Tebrikler
    Cevapla
  • okur 7 saat önce Şikayet Et
    avar peçenek hunlar osmanlıdan bin yıl önce de bu topraklardaydı. selçuklu anadoluya girdiğinde türkçe konuşuyorlar çoğunluğu göktanrıya inanıyordı. istanbul fethedildiğinde çadır kültürünü bırakmış hepsi hrıstiyan olmuştu.azınlık mı dönüşüm mü.yunan halkı mavala inanıyor bu topraklarda hiç bir zaman ne çoğunluktular ne imparatorluk.roma imparatorluğu yunan değildi olanlar da hep azınlık
    Cevapla
  • Travmatik balkanlı 8 saat önce Şikayet Et
    Bugün bile bir çok sorunumuzun kaynağı Balkan Göçmenleri ve onların sebepsiz dik başlılıkları, din düşmanlığıdır.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Bülent duman 8 saat önce Şikayet Et
    Evet eserlerimize sahip çıkalım
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ali 8 saat önce Şikayet Et
    Tam da gönlümüze dokundunuz. Büyük bir dikkatle okudum. Elinize sağlık.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat