Stratejik Bağımsızlık Farkındalığı
- GİRİŞ14.07.2025 09:22
- GÜNCELLEME14.07.2025 11:40
Birçoğumuzun bildiği bir konuda yazmak çok zordur. Doğal olarak herbirimiz zihinse modellemelerimiz, birikim ve tecrübemiz çerçevesinde düşünürüz. Bu yüzden, en azından muhataplarımızı tanıyacak kadar zaman ve imkanlarımızın olmasını isterdim. Tabiatım itibariyle konuşmaktan çok dinlemeyi tercih ederim. Zira zihinsel, duygusal ve ruhsal yelkenlerini tam açmış bilgi okyanusunda ilerleyen bir dostun rüzgarıyla gitmek çok daha fazla hoşuma gider. Ancak, yazılar konusunda maalesef buna imkan olmuyor. Sadece yapılan yorumları zevkle ve istifade ederek okuyabiliyorum. Bunun ötesinde bu köşede üzerime yüklenen sorumluluğu yerine getirmek için çalışıyorum. Belki de ilerleyen yıllarda eş zamanlı iletişim halinde olacağımız platformlara ve imkanlara sahip oluruz. Bu zorunlu açıklamayı yaptıktan sonra konumuza dönersek strateji kavramı da son 30-40 yıllık dönemde çok konuşulmuş ve çok üzerinde durulmuş, üzerinde konuşulması zor olan kavramlardandır.
Strateji kavramı TDK sözlüğünde “Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol veya bir ulusun veya uluslar topluluğunun barış ve savaşta benimsenen politikalara en fazla desteği vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askeri güçleri bir arada kullanma bilimi ve sanatı” olarak tarif edilmektedir. Stratejik akıl ve tutum aslında ilk insanla başlamaktadır.
Ancak, bugün modern anlamda temellendirilen stratejinin ilk örnekleri Antik Çağdan itibaren görülmektedir. Bunlar arasında Sun Tzu (MÖ 5. Yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir), Büyük İskender (MÖ 356- 323), Kartaca Generali Hannibal Barca (MÖ 247- 181), Roma generali ve konsülü Scipio Africanus (MÖ 236- 183) başlarda gelmektedir. Moğol İmoaratoru Cengiz Han (1158- 1227) ve yakın çağda Napolyon Bonaparte (1769- 1821) ve takiben de Alfred Thayer Mahan (1840- 1914), Yüzbaşı Sir Basil Henry Liddell- Hart (1895- 1970), General John Frederick Charles Fuller (1878- 1966), Sovyet Mareşali Mikhael Tukhachevsky (1893- 1937) Burak Köylüoğlu’nun listesinde başlarda yer almaktadırlar (https://www.stratejivefinans.com/modern çağın-büyük-askeri-strateji-ustaları Erişim tarihi 12 Temmuz 2025).
Ancak bu tabi ki Burak Köylüoğlu’nun listesidir. Başkaları da başka isimleri bunlarla beraber veya bu listenin dışında zikretmektedirler: “Mesela Homeros’un (MÖ 8. yüzyıl) şair kisvesi altında parlak bir Yunan stratejisi olduğu söylenmektedir. Keza Thukidides MÖ 460-395), elbette Julius Cesar (MÖ 100- 44), Niccolo Machiavelli (1496- 1527), Amiral Horatio Nelson (1758- 1805) , Carl Van Clausewitz (1780-1831), Antoine- Henry Jomini (1779- 1869)” (https://www.classicinfluence.com/list-of-Master-stratejisti/).
Elbette ki, başka büyük stratejistler de vardır. Ben kişisel olarak Romalı senatör ve general Maximus Fabien’i, Rus Mareşal Kutuzof ve Zukhov’u da ilave etmek isterim. Bunun yanında Altınorda hükümdarı Batu Han’ı siyasi stratejist görürüm. Tam tersi siyasi dehası olmadığından kayba maruz kalmış Celalettin Mengüberti’yi askeri stratejist, değeri tam takdir edilemeyen Alaaddin Keykubat’ı da siyasi ve askeri strateji ustası olarak ilave etmek isterim.
Strateji konusunda başkaları da olmakla birlikte ilk defa kamuoyunda da ciddi tesir yapan eserin sahibi Erol Mütercimler’dir (21. Yüzyıl ve Türkiye “Yüksek Strateji” 1997; Geleceği Yönetmek ve Kazanmak İçin Stratejik Düşünme; Akıl Oyunu) Bir de yukarıda saydığımız listenin çoğunun yer aldığı generallerin stratejilerinin özünü veren, kısa biyografilerini de koyan Şenol Alparslan’ı (Stratejik Gücün Kodları; Stratejin Kadar Başarılısın- Stratejinin El Kitabı) zikretmek isterim.
Liste genelde askeri, az sayıda düşünce ve edebiyat insanı ve politik kişiliklerden oluşmaktadır. Çağdaş dünyamızda ise listenin oldukça değiştiğini görebiliyoruz. Çağdaş listedekilere sadece stratejist diyemiyoruz. Onların yarattıkları etki bir savaşın veya politik mücadelenin çok üzerinde bir etki doğurmuştur. Örneğin dünya finans piyasasının en güçlü ailesinin ilk soy babası Mayer Amschel Rothschild (1744- 1812) ve oğullarından Londra finansörü, bankacı ve iş adamı Nathan Mayer Rothschild (1777- 1836) imkansızlıktan strateji yaratan iki stratejist kabul edilebilir. Keza www (world wide web) başta CERN bilgisayar programcısı Tim Berner’s Lee olmak üzere yaratıcıları dünyayı hedefleyen stratejistlerdir.
Keza internet protokol paketini (IP suite) geliştiren Amerikalı ve Fransız uzmanlar stratejist değerindedirler. Zira dünyamız D. Vamık Volkan’ın tabiriyle “Medeniyet değiştirmiş ve bugün “internet çağında” yaşamaktayız). Sanırım Vamık Volkan’ın bu sözleri söylediği tarihten (2013) itibaren biz bütün dünya olarak başka bir internet ve bilişim temelli çağın içine girdik. Akıllı zekadan bilgisayar çiplerine, yarı iletkenlere, nadir elementlere kadar düne kadar bilmediğimiz birçok kavram hayatımıza girdi. En son Çin’in “Deep Seek” akıllı zeka robotuyla sarsılan Nvidia geçen hafta Amerika’da ve tabi ki dünyada piyasa değeri 4 trilyon doları aşan ilk şirket oldu. Şunu anlıyoruz ki, günümüz stratejistlerinin yarattığı gücün boyutu idrakimizin çok üzerine çıkmaktadır.
Daha çok askeri liderlerin kullandığı strateji kavramı modern Amerikan üretim ve pazarlama- modelinin gelişiminin özgün bir kapitalist siyaset modeline ve bir mühendislik prosedürüne dönüşmesiyle isimlendirilmemiş bir uygulama biçimi olarak varlık göstermeye başlamıştır. Amerika’yı kuran ve Amerika’dan beslenen devasa şirketlerin aralarında görülen 19. ve 20. Yüzyıllardaki güç savaşları ve Federal Devletin anti tröst yasalarıyla piyasayı kontrol etmeye çalışması elbette ki bir stratejinin ürünüdür. Daha 19. Yüzyılın sonlarında kurulan Amerika Birleşik Devletleri Patent Derneği ilk başlarda icatları tanıtmak gibi bir görevi üstlenmiş olsa da sonradan önce Amerika sonra da tüm dünyada bilgi hiyerarşisinin teknik denetçisi olacaktır. Bu stratejiyi bugün Çin ve ABD arasındaki şiddetli savaşta daha iyi anlıyoruz. İngiliz bilim insanı John Keane’in ifadesiyle, nasıl ki savaşın şiddeti spor müsabakalarına dönüştürülerek yumuşatılmıştır, öyle de askeri bir terim olarak kullanılan strateji en azından legal yönleri itibariyle işletme biliminin teknik bir konusu haline gelmiştir/ getirilmiştir. Askeri ve sivil alanda birçok kavramın ve yöntemin bir diğer alana adapte edildiğini görmek mümkündür. Bunda biraz da dönemin şartları etkili olmaktadır. 1900’lerin başında ABD’de özel sektör ve üretim aşırı gelişmişti. Dolayısıyla üretim bandının kullanılmaya başlaması, işbölümünün üretim süreçlerinde etkin uygulanması ile büyük makine üretimi gerçekleştirilmiş, bu üretim ve pazarlama süreçlerinin yönetimi de ciddi stratejilerin oluşturulmasını gerekli kılmıştır. Bu süreç nihayetinde 2. Dünya Savaşında dünyadaki tüm diğer güçlerin savunma ve periferisindeki üretimin tamamının % 50’sini sağlayacaktır.
Bu rekabet edilemez üretim kapasitesinin beşeri boyutunu modern işletme yönetimi oluşturacaktır. Strateji de bunun bir parçası olarak çözüm setinin önemli bileşeni olacaktır. 2. Dünya Savaşı sonrası önce Avrupa Ordularının subaylarına verilen eğitimler daha sonra da dalga dalga sivil alana (üniversitelere, iş dünyasına, vb) verilmeye başlanacaktır. Savaş sonrası sivil sektörlerdeki bu gelişiminin zirveye ulaşması ile 1980’lerin ikinci yarısından itibaren özel işletme yönetimi eğitim setleri devlet yapılarına ve bu arada da güvenlik alanına transfer edilmeye başlanacaktır.
İşte bugün de politik ve askeri savaş yürütme ve öngörme yöntemi olarak strateji aklın soylu ürünü mahiyetiyle kullanılmaktadır. Bizim yazımızı da asıl ilgilendiren bu kısımdır. Bir devlet ve milletin varoluş ve beka güzergahı olarak strateji bizi daha çok ilgilendirmektedir. Yukarıdaki tanımından da anlaşılacağı üzere bir çok askeri, ekonomik, psikolojik, politik, vs unsuru içermektedir, bu unsurların birleştirilerek holistic (bütünsel) bir varlık ve beka savaşının ana planını ortaya koymaktadır.
Stratejik Bağımsızlık Nedir? Önemi Nereden Kaynaklanmaktadır?
Stratejinin unsurları, yöntemleri, vb üzerine yapılmış çok sayıda kitap, makale ve eğitim materyali çalışması bulunmaktadır. İlgililere bu konudaki Türkçe ve İngilizce başta olmak üzere diğer dillerdeki çalışmalara başvurmalarını öneririm. Bu yazıda özellikle “Stratejik bağımsızlık nedir? Stratejik bağımsızlığın farkında olmak ne demektir? Bunun önemi nedir? Hayati sonuçları nelerdir?” sorularına cevap aramaya çalışacağım. Aslında stratejik bağımsızlık kavramı bireyin özgür düşünme kabiliyetiyle de ilişkili; biri kurumsal diğeri ise bireysel sonuçlar üretmektedir.
Stratejik bağımsızlık kavramının özellikle büyük güç mücadelelerinde hayati bir fonksiyonu bulunmaktadır. Bu tıpkı savaş sahasını düşmanına yaşanmaz kılan, düşmanının savaş araçlarını işlevsiz bırakan bir saha mareşalinin stratejik aklının yarattığı bir sonuç gibidir. Stratejik bağımsızlığın özellikle yükselmekte olan güçler için ayrı bir önem taşıdığını belirtmek isterim. Zira agresif yükselen güçler çok sık rakiplerinin stratejik tuzaklarına düşme riskiyle karşı karşıyadırlar. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında Almanya’nın agresif politikası ve özellikle de savaş stratejisi ciddi olarak İngiliz politikasının stratejik labirentlerinde yumuşatılmış, yıpratılmış, sonuçsuz bırakılmıştır. 2. Dünya Savaşında İngiltere savunma sanayii ihtiyacını Amerika’dan insan kaynağını ise sömürgeleri ve Stalin Rusya’sından temin ederek Alman gücüne karşı büyük bir savaş vermiştir. 1. Dünya Savaşında ise Almanya’ya karşı sömürgeleri ve dünya finans imparatorluğu ve ticari partnerleri üzerinden devasa savaş makinesini galibiyete taşımıştır.
Mücerred savaş planındaki stratejilere bakarsak Galya Keltlerinin efsanevi komutanı Vergincetorix (MÖ 82-46) “Roma Eğlence Censor’u” Sezar’ın stratejik aklını askeri mühendislik ile besleyen savaş yöntemleri karşısında elindeki dinamik dağ kabilelerine karşın kaybetmiştir (Alesia Muharebeleri ve kuşatması- MÖ 52).
Stratejinin büyük dehalarına baktığımızda öncelikle özgür düşünebilen bireyler olduklarını görürüz. Özgür düşünmeyi engelleyen baskıcı yönetimler olduğu kadar bireysel planda duygusal aşırılıklar, sefahat düşkünlüğü gücü zayıflıklar, zihinsel disiplinin olmayışı, aşırı bir şekilde duygularla davranmak gibi zarflardır. Buna çarpıcı bir örnek vermek gerekirse Ortaçağın son Haçlı ordularına karşı başarılı savaşlar yapan Yıldırım Bayezid’i söyleyebilirim. Şöyle ki Yıldırım Bayezid Balkanlar’da son Haçlı ordularına karşı rasyonel, hızlı ve stratejik kararlar alarak ve uygulayarak zaferler kazanmıştır. Balkanlar’da Avrupa içlerine doğru ilerlemesi bir stratejiye dayalıdır. Kazandığı zaferlerde rakiplerinin faaliyetlerine dair aldığı istihbaratın da bilgisi vardır. Mesela Niğbolu Zaferinde Milano Dükünün Yıldırım’a gelen Haçlı Ordusunu haber verdiği Batılı kroniklerde yer almaktadır. Ancak, Balkanlar’da aklıyla ilerleyen Beyazıt Anadolu’da Timur’a ve Beyliklere karşı daha çok duygularıyla hareket etmiştir. Özellikle Anadolu Beylikleri meselesini o zaman da ciddiye almak gerekirdi.
Zira Anadolu her biri farklı özelliklere sahip beylikler ve beylerden oluşmaktaydı. Anadolu’yu yönetmek çok sayıda farklı unsurları, beylikleri, güç merkezlerini ve kültürleri yönetmek ile mümkündür. Ne yazık ki Yıldırım Balkanlar’da akılcı Anadolu’da ise duygusaldır. Bu zaafı Onun müteheyyiç kişiliğinde ciddi bir zaaf oluşturmuş, yaklaşan Timur tehlikesini bütün boyutlarıyla anlamaya çalışmamıştır. Nihayetinde ciddi bir mağlubiyet ve travma yaşamış ve devlete yaşatmıştır.
Yukarı paragrafta vurguladığım özgür düşünmeyi, duygularıyla davranma zaafından kurtulup aklıyla hareket etmeyi (Stratejik düşünmeyi) başaran liderler başarılı olmuşlardır. Bu olumlu vasıflar onlara zamanlarının üzerine çıkıp, beklenmeyen adımlar atmalarını ve şaşırtıcı daha etkili silahlar yaratmalarını mümkün kılmıştır.
Diğer yandan agresif yükselmekte olan güçler sadece kendi coğrafyaları ve rakip coğrafyalarının bilgi ve bilincine sahip iken onlar daha geniş bir coğrafya ve güç kompozisyonunun bilincine sahiptirler. Ya da zamanın savunma araçları ve yöntemlerini herkes benimsemiş iken onlar tarihi değiştirecek savaş yöntemleri ve araçlarını geliştirirler.
Tıpkı Homeros’un Odysseus ve İlyada’sında “Seçkin savaş bölükleri, etkili harp araçları ve savaşa dair stratejik yaklaşımları” geliştirmesi gibi. Unutmayalım ki, Homeros’un bu yaklaşımı ve öngörüsü Maraton Savaşında (MÖ 490; Maraton/ Yunanistan) gerçek olacaktır.
Yunanlı Stratigos (General) Miltiades Pers komutanları Datis ve Antephernes komutasındaki devasa sayıda ve teknik üstünlüğe sahip Pers ordusunu yenmiştir.
Savaş Sahasından Dış Siyaset Sahasına
Savaş stratejisini de kapsayan dışişleri siyaseti ve diplomatik projeler daha dolaylı, daha çok bileşenli, daha kapsamlı stratejiler içerirler. Bir saha mareşali için savaş meydanında hangi birliğini nereye konuşlandırdığı önemli iken diş siyasette kendi ülkenizi ve sizin olmayan ülkeleri de nereye hangi kompozisyon ve formatta konuşlandıracağınız önemlidir. Çünkü özellikle büyük veya birinci sınıf devletlerin harbinde bütün müttefiklerin komuta birliğini büyük gücün kararları devralır. Bu savaşta daha doğrudan bir hiyerarşi vasıtasıyla yapılırken, dış siyaset planlamasında askeri araçların dışında birçok bileşen kullanılarak dolaylı ve uzun vadeli bir plan içinde yapılır. İşte tam bu noktada şunu görmek mümkündür; devletler ve milletler kültürleri, politikaları, inançları, vs ne olursa olsun ana muharrik gücün hedefleri ve politik dizaynı çerçevesinde rol alırlar. Kendilerinin ayni, zati değerleri yoktur; bağlı bulundukları büyük gücün konumlandırması nasılsa öyle relatif (Göreceli) bir değerleri vardır.
Bu durumda çok nadir olarak güçler yer değiştirebilir. Yani stratejik dehaya sahip liderleri olan bir devlet kendinden daha güçlü ve büyük bir devleti kendi hedeflerine ram edebilir. Ama bu çok istisnai bir durumdur.
Bu teorik anlatıma kısaca bir somut tarihi örnek vermek isterim. 19 yüzyılda İngilizlerin imparatorluğun tacı olan Hindistan sömürgesini Ruslardan korumak için İran, bugünkü Türk Cumhuriyetleri ve Afganistan’ın özellikle Rusya ile nasıl paylaşılacağını, Rusların hangi şekilde Hindistan’a inmesiniın önleneceğini ve buna karşı da Rusya’nın stratejik mücadelesini içeren Büyük Oyun (Great Game) bu teoriye tam uygun bir örnektir. Klasik Büyük Oyun Döneminin Buhara Emirliği gibi ülkelerin içine düştüğü olumsuz durum (Buhara Emirliğinde milliyetçilik ve siyasi kimlik çok gelişmiştir), 1813 Rus Çarlığı- İran Antlaşması (Gülistan Antlaşması) gibi olaylarla başlamıştır denilir (Gülistan Antlaşması ile Taliş, Şirvan, Küba, Bakü, Gence, Şeki Hanlıkları Rusya’ya katılmıştır. Kuzey Azerbaycan Rusya’ya bağlanmış, Güney Azerbaycan İran’da kalmıştır.) Nihayet İran ile Türkmençay Antlaşması (1828) ile Rus Çarlığı İran’dan kadim bölgelerini ve şehirlerini aldığı gibi büyük muafiyetler elde etmiştir.
Mesela Revan ve Nahçıvan Hanlıkları Rusya’ya bırakılacaktır. Hazar Denizinde sadece Rusların askeri gemileri bulunacaktır. Kafkas sıradağları ve Hazar Denizi arasında bütün toprak ve adaların, bu topraklarda yaşayan halkların Rus Çarlığına ait olduğu kabul edilmiştir. Rus Çarlığının bu kazanımları ve daha doğudaki Türk Emirlikleri nin işgal edilmesi riskine karşı İngiltere ciddi önlemler almıştır. Bunlardan en önemlisi Kırım Savaşı’dır (1853- 1856). Savaş şeklen Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı arasında ise de asıl Muharrik güç İngiltere’dir. (Kısa bir anekdot paylaşayım. Kırım savaşından bize büyük savaş borçları ve Sivastopol Marşı kalmıştır. İngiltere’ye ise Savaş sonrası İngiliz askeri istihbarat servisine bir Topografya Servisinin de ilave edilmesi gerekliliği tecrübesi!). Ancak coğrafyanın ve şartların elvermesi neticesi Türk Emirlikleri birer birer Rusya tarafından işgal edilmiş, bu işgaller Bolşevik Devrimi sonrası SSCB’nin parçası olarak kalmalarıyla neticelenmiştir.
İngiltere ve Rus Çarlığı arasında yapılan 1907 Anlaşmasıyla Hindistan ile Rus Çarlığı arasındaki sınırlar çizilmiştir.
Ancak Büyük Oyun kesintiye uğrasa da daima İngiliz ve Rus devlet aklının bir köşesinde kalmıştır. Afganistan’dan başlayıp, Türk Cumhuriyetleri ve İran ile biten coğrafyada İngiliz devlet aklı boş durmamıştır. Bu oyuna tabi ki 2. Dünya Savaşından sonra ABD de dahil olmuştur. ABD Moskova Büyükelçisi George F. Kennan (Şubat 1946; Uzun Telgraf) SSCB’yi çevreleme politikası (Containment) önermiştir. Bundan sonraki dönemlerde Kissinger, özellikle Zbigniew Brzezinski gibi stratejistler Büyük Oyun sahasında etkili olmuşlardır.
Soğuk Savaş Döneminde Büyük Oyun sahası Türkiye’yi de içine alacak şekilde genişlemiş ve yeşil kuşak projesi gibi projelerin konusu olmuştur. 1978’de imzalanan İsrail ile Mısır arasındaki Camp David Anlaşmasını takiben bölgede ciddi gelişmeler olmuştur. Bunlar arasında Afganistan’ın SSCB tarafından işgali, İran İslam Devrimi, Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi gibi olayları sayabiliriz. 1989’da SSCB’nin Afganistan İşgalini sonlandırması, Berlin Duvarının yıkılışı, müteakiben SSCB’nin dağılışı ile yeni bir dönem başlamıştır (pax Amerikana). Bu dönemde İran hariç Büyük Oyun sahasında ABD faaliyetleri dikkat çekmiştir. 1994’te Azerbaycan petrollerinin dünya piyasalarına Azerbaycan tarafından arzı antlaşmasının en karlı çıkan ülkesi kuşkusuz İngiltere olmuştur. Mesela BTC hattının %65’i BP’ye aittir. Amerikan yüzyılının kendi iç çelişkileri ve Çin’in meydan okuması ile sönümlenmeye başlaması ile İngiltere tekrar Büyük Oyun sahasında etkili olmaya başlamıştır. ABD Çin’e karşı Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini İngiltere’ye terk etmiş görünmektedir. İsrail ise ABD’nin Ortadoğu’da vurucu gücü olduğu kadar Büyük Oyun sahasında İngiltere ile işbirliği içindedir. Yakın bir tarihte Avrupa Birliği ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki işbirliği anlaşmaları ve yakınlaşması Büyük Oyunun devam ettiğini göstermektedir. Ne yazık ki, biz o dönemde de bu oyunda yer alabilecek kapasitede değildik, bugün de değiliz. Nitekim kardeş Türk Cumhuriyetler Güney Kıbrıs Rum Kesimini adanın meşru devleti, KKTC’yi ise gayrı meşru yapı olarak kabul etmişlerdir.
19. Yüzyıldan farklı olarak Hindistan’ın üzerinde dost ve kardeş Pakistan Devleti kurulmuştur. Ancak, bu da bizim projemiz olmaktan ziyade İngiliz Kolonyal aklının eseridir. Nitekim, Pakistan ile yaşanan romantik kardeşlik bir türlü yüksek montanlı ticarete, karşılıklı uluslararası desteğe (bu arada biz Hindistan Pakistan Savaşında Pakistan’ı destekledik.) imkan vermemektedir. Yukarıda söylediğimi bir kere daha tekrar etmek istiyorum: Büyük oyun kurucu devletin projesinde yer almak bir ülkeyi büyük güç yapmaz. Çünkü bu durumda ülkelerin zati ve ayni değerleri yoktur; ikincil ve göreceli değerleri vardır. Nitekim önümüzdeki yıllarda Türkiye Azerbaycan/ Karabağ’da askeri üs kurabilir. Ama kendisinden çok oyunu yürüten büyük güç (İngiltere) adına. Benzeri olayları yakın coğrafyamızda da görmekteyiz.
Doğu Akdeniz hidrokarbon yatakları ile ilgili en fazla Türkiye, Yunanistan ve GKRY adı geçmektedir. Halbuki hidrokarbon yataklarının bir kısmı halen İngiltere/ BP, Katar/ Katar Devlet Şirketi, İtalya/ ENİ, ABD/ Exxon (Rockefeller grup), Mısır, BAE, İsrail tarafından çıkarılmaktadır. Yeni rezerv araştırmaları da bu ülkeler tarafından yapılmaktadır. BAE gibi yeni finans ortakları da devreye girmiş durumdadır. Keza Libya’da İtalyan (ENİ) İngiltere (BP) ortaklığı petrol arama ve işletme imtiyazı elde etmişlerdir. İtalya bölgede ABD’nin dolaylı desteğine mazhar bir ülke olarak görünmektedir.
Ortadoğu’da ise (Ortadoğu da Büyük Oyun sahasının Batıdaki uzantısıdır.) benzeri bir oyun devam etmektedir. Büyük petrol sahalarının keşfine kadar İngiltere’nin nüfuzu altında olan Ortadoğu ağırlaşan bir ABD etkisine girmiştir. Halen de ABD etkisi daha da ağırlaşmaktadır. Tıpkı İngiltere gibi ABD de bazı bölgesel düzenlemeleri bölge güçlerine yaptırmayı tercih etmektedir. Mesela Ortadoğu’nun saldırgan gayri nizami gücü İsrail’dir. ABD adına vuramayacağı devlet yoktur. Ancak, İsrail'in bölgesel koruması bölge devletlerinin en güçlü olanlarına yüklenmiştir. ABD zorunlu anlarda silah, teknoloji transferi, istihbarat desteği sağlamaktadır.
Birçoğumuz ABD'nin bu tür bölgesel işleri yaparken kabaca yaptığını, icraatının arkasında beşeri desteğin olmadığını düşünürüz. Halbuki her yeni güç eski gücün bazı özelliklerini, birikimini tevarüs eder. Ortadoğu’daki İngiliz istihbaratının faaliyetleri kadar Lübnan’da bir okul açarak Türkiye’de ve güneyinde 400’ün üzerinde okul ve hastane açan Amerikan Board misyonerlerinin özverili ve etkili çalışmalarını unutmamak gerekir. Şimdiki Ortadoğu’daki yeni dizaynın en üst amiri olan ABD büyükelçisi Tom Barrack’ın ülkesinde açılan okul Emir Şekip Arslan gibi bize yakın müthiş adamları ve Ortadoğu ülkelerinin yeni devletlerindeki bürokrasinin beşeri zeminini oluşturmuştur. (Çin Halk Cumhuriyetinin de Ortadoğu’dan sorumlu kıdemli bir büyükelçisi olduğunu 2014 yılında öğrenmiştim. Amerika da benzeri bir gayrı resmî uygulamaya gitmiş oldu. Daha doğrusu Trump’ın temsilcisi bir büyükelçi olduğunu görüyoruz.) Bu okullar ve benzeri yapıları sayesinde Amerika Ortadoğu devletlerindeki faaliyetlerinde nitelikli insan sorunu yaşamamaktadır.
Kaldı ki Amerikan projeleri uzun vadeli projelerdir, bazıları bir yap-boz haritasıdır, hangi parçanın yerine veya yanına hangi parça konacak bunu sadece kendileri bilir, hariçtekiler bilemeyebilirler. Bugün Tom Barrack’ın Osmanlı Sistemiyle ilgili övücü sözlerini başka bir Amerikan odağının adamı olan Graham E. Fuller de söylemişti (Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Timaş Yayınları, 2011). Ancak, o dönemden bu yana Türkiye’yi içine koydukları pozisyon değişmedi. Aksine, Türkiye 1990’larda Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’nın gelecekteki dominant gücü olarak bu kişiler tarafından ifade ediliyordu. Bugün elimizde sadece -şimdilik- Ortadoğu’nun Kuzeyi kaldı. Burada şaşırtıcı olan, Türkiye’nin nüfuz coğrafyası olarak gördükleri ve ifade ettikleri bölgeleri bizatihi kendileri işgal ettiler, asker konuşlandırdılar, başka ittifak ve birliklere entegre ettiler, ki buna en yerinde örnek Balkanlardır.
Dış Siyaset Sahasında Bağımsız Stratejik Akıl
Bu uzun süreçleri ve teorik kurguları kendi geleceğimiz ve nüfuz coğrafyalarındaki etkinliğimiz için alacağımız kararlarda bağımsız stratejik akıl farkındalığı için yazdım. Geleceğimiz ve varlığımızla ilgili kararlar alırken bağımsız stratejik akıl ile almalı, uygulamayı da iyi yetişmiş ve projemize uygun beşeri kadrolarla icra etmeliyiz. Devletimizin içinde ve nüfuz coğrafyamızda olan biteni başka büyük güçlerin gözlüğü ve aklıyla değil kendi gözümüz ve aklımızla görmeliyiz. Keza kendimize ve dost ve tali milletlere başkalarının empoze ettiği değerleri değil, bizatihi kendimizin yücelttiği ve inşa ettiği değerleri esas almalıyız.
Stratejik aklın bağımsızlığı bilinci ve farkındalığı bizi başka büyük güçlerin projelerinin ve stratejilerinin bir uzantısı ve parçası olmaktan uzak tutacaktır. Bu hatırı sayılır bir kazanımdır.
Zira bu çözümleme bizim uzun vadeli stratejik ve genel çıkarlarımızı kısa vadeli taktik ve bireysel çıkarlarla değiştirmemizin önüne geçer. Aynı zamanda da bu farkındalık ile başka odakların stratejik kararlarını, projelerini fark etmemizi sağlar.
Diğer yandan rakiplerimiz ya da herhangi bir büyük gücün stratejisi ile bizim menfaatlerimiz örtüşebilir, kısa süreli bir yol alma ihtimali olabilir. Bu durumlarda daha fazla bağımsız stratejik akla ve farkındalık bilincine sahip olmamız elzemdir. Zira bu birliktelik esnasında oluşan büyük bir girdaba kapılmak olasıdır. Kimin stratejik bağımsızlık farkındalığı yüksek ise o güç ayakta kalacaktır.
Stratejik bağımsızlık aynı zamanda bizim devlet ve milletimize göre değer verme sistemini uyandırır. Hedeflerimiz ile çabalarımız ve ödünlerimiz arasında pozitif bir denge kurar. Siyasetin rasyosunu oluşturur. Diğer yandan nelerden vaz geçemeyeceğimizi belirler.
Devlet-i ebed müebbet büyük bağımsız stratejiler gerektirir. Ne dersiniz değerli dostlar. Stratejik bağımsızlık farkındalığımız hangi düzeydedir acaba ?
Mehmet Ali BAL / Haber7
Yorumlar11