İsrail’in Katar Saldırısı

  • GİRİŞ15.09.2025 09:24
  • GÜNCELLEME15.09.2025 09:28

09 Eylül tarihinde (09 Eylül 2025) İsrail Katar’ın başkenti Doha’da Hamas yöneticilerinin bulunduğu Hamas ofisini vurdu. Saldırıda Hamas’ın üst düzey lider kadrosu kurtuldu. Ancak, maalesef biri (1) güvenlik görevlisi altı (6) kişi hayatını kaybetti. 09 Eylül Salı günü öğle saatlerinde yapılan saldırıya İsrail kaynaklarına göre 15 İsrail savaş uçağı katılmış, Hamas Ofisine 10’un üzerinde hassas mühimmat ateşlenmiştir. Vurulan binanın görüntülerine bakıldığında sadece Hamas ofisinin bulunduğu katın tahrip edildiği, üst katta hatta Ofisle aynı kattaki aynı binada bulunan yan dairesinde hiç tahribat eserinin bulunmadığı görülmektedir.


Bu elbette ki İsrail’in sözümona savaşın tarafı olmayan sivillere (Çünkü İsrail’e karşı savaş yürüten bir devlet de yoktur bugünün şartlarında) saygısından dolayı değildir. İsrail Ortadoğu’daki bütün liderlere “Güvende olmadıkları, İsrail’in istediği anda liderlere isabetli nokta saldırılar gerçekleştirebileceği” mesajını vermektedir. Bu saldırı 07 Ekim Hamas saldırısı sonrası İsrail’in Lübnan ve Suriye’de Hizbullah lider kadrosuna ve İran askeri yöneticilerine yaptığı saldırılar ile aynı formattadır. Ancak, lider ve yönetici kadro denildiğinde dar anlamda tepe yönetimini algılamamak gerekmektedir. Çağrı cihazları ve telsizlere yerleştirdiği patlayıcılarla Hizbullah'ın yönetici katmanını ortadan kaldıran planlı saldırıları unutulmamalıdır.

İsrail İran ile yaptığı konvansiyonel savaştan sonra bu tür saldırılara devam edeceğini göstermiştir. Bir tarafta Yemen’e Husilere, hükümet binalarına hava saldırıları yaparken diğer tarafta da bir arabulucu ülke olan Katar’da üstelik İsrail ile Hamas arasındaki barış görüşmelerini müzakere eden Hamas'ın üst düzey heyetine vahşi ve insanlık dışı bir nokta harekat düzenlemiştir.

Bu saldırıda İsrail uçaklarına Amerikan tanker uçaklarıyla havada ikmal yapıldığı, saldırıdan hemen önce Katar savunmasının sağırlaştırıldığı ifade edilmektedir. Ancak, bu sağırlaştırma faaliyetini İsrail mi yoksa ABD mi yaptığı konusunda kesinlik yoktur. Yine saldırının kısa bir süre öncesi ülkede askeri birlik bulunduran Türkiye gibi ülkelere muhtemelen ABD üzerinden bildirim yapıldığı söyleniyorsa da bunun efektif süreyi kapsamadığı gibi kesinliği konusunda teyit yapılmamıştır.

Saldırının amacının 07 Ekim 2023 Saldırılarından sorumlu Hamas yönetiminin cezalandırılması olduğu İsrail tarafından açıklanmıştır. Hatta İsrailli bir istihbarat yetkilisi yapılan saldırılarla Hamas yöneticilerinin hedef alınmasını “Bizim Münih anımız” diyerek, 1972ˆde Münih’te olimpiyatlarda İsrailli sporcuları öldürenlerin adeta küresel bir süreç avı sonucu öldürülmesi ile irtibatlandırmıştır. Bazıları ise 2. Dünya Savaşı sonrası Holokost suçlusu Nazi liderlerinin dünyanın her tarafında izlenerek tutuklanması, sorgulanması ve öldürülmesine atıf yapmaktadırlar.

Keza Netanyahu 07 Ekim Hamas’a saldırılarını Amerika’nın 11 Eylül’ü ile özdeşleştirmektedir. Bu retorikten anladığımız şudur ki, bu saldırılar şiddetlenerek devam edecektir. Hamas liderleri misafir kaldıkları ülkelerde hedef alınacaklardır. Bu bağlamda zaman zaman Türkiye’de misafir edilen Hamas yöneticilerini ve Türkiye’yi de tehdit etmektedir.

Kaldı ki, Katar’da bulunan hatırı sayılır bir sayıda olan Türk birliği, Katar ile Türkiye arasındaki yüksek düzeyli işbirliği ve ittifakın da uzantısı olarak ayrıca askeri işbirliği ve danışmanlık anlaşması, hatta Katar’daki üste bulunan yarım F16 filomuza rağmen bu saldırının yapılmış olması meydan okuyucudur. Dolayısıyla İsrail Türkiye topraklarında olmasa bile bizim etki alanımızda olan bir ülkeye saldırmıştır.

Bu konuya ilişkin yorum yapan analistler, İsrail’in sonuçları kendisi için hayırlı olmayacak saldırılar yaptığını, aslında İran ile yaptığı konvansiyonel savaşta boyunun ölçüsünü aldığını, hassas tesislerini koruyamadığını, elindeki mühimmatını bitirdiğini söylemektedirler. Özellikle Çin ve Rusya yanlısı yorumcular ile fikri düzeyde İsrail karşıtı bazı bölgesel gruplar İsrail’in savaşacak gücünün kalmadığını, Türkiye’nin askeri kapasitesinin İsrail’den üstün olduğunu, Arap devletlerinin birleşmeleri halinde İsrail’in işinin çok zor olacağını değerlendirmektedirler. İran ile savaşta İsrail’in zorlandığı açıktır. Konvansiyonel savaşlar galiplerini de yıpratan büyük çatışmalardır. Ancak, savaş konusunda İsrail’e ayrı bir parantez açmak gerekir. İsrail kurulduğu tarihten itibaren bir terör ve savaş devletidir. 1948’e kadar cereyan eden meskun mahal çatışmalarını, kurulduktan sonraki Arap Devletleriyle yaptığı savaşları düşünürsek, İsrail zaten baştan beri birleşik devletler ile savaş halindedir. Ayrıca, İsrail’in kendisine ait bir lojistik birimi yanında hatta ondan kat kat daha büyük ABD başlı başına İsrail hizmetinde bir lojistik birimidir. Bu nedenlerle İran ile ateşkesten sonra İsrail’in bölgedeki saldırıları hız kesmemiştir.

Mesela Suriye’nin stratejik bölgelerini işgal etmiştir. Bu bölgeleri işgalinin yanında Şam’a, Humus’a, Lazkiye’ye, Tartus’a ciddi saldırılar icra etmektedir. Diğer yandan Suriye içindeki ana gruplarla ciddi ilişkilerini devam ettirmektedir. Bu durumun yarattığı özgüvenle ve kendisinin bağımsız tasarladığı harfiyen de uyduğu eylem planı gereği haydutça Katar’daki Hamas Ofisini bombalamıştır.

Dolayısıyla İsrail’i durduracak somut adımları atmadan yapılan yorumların, benimsenen ideolojik yoğunluğu yüksek İsrail karşıtı söylemin realitede bir etkisi olmamaktadır. Çok açıktır ki, İsrail Ortadoğu’da hatta suikastlarına baktığımızda dünya genelinde adını koymadığı bir savaş yürütmektedir. Bu savaşın dünyada ortak kabul edilmiş diplomasi, evrensel değerler, ahlak ve ilkelerle bir bağlantısı bulunmamaktadır. Şu ana kadar İsrail’in bu şekilde yürüttüğü savaşı sonlandıracağını düşünmek safdillik olur.

GERÇEĞİN ŞAFAĞINDA HAZIRLIKLAR

O halde ne yapmalı sorusu somut, kapsamlı ve samimi cevaplar bekleyen temel bir sorudur. Önceki yazılarımızda var olan bazı yorumları, atıfları, işaretleri burada topluca paylaşmak istiyorum. En başta, gerçeğin şafağında son derece açık,samimi ve doğru sorular sormalı ve doğru cevaplar vermeliyiz. Bugüne kadar İsrail’e karşı sonuç doğurucu bir şekilde planlı, kapsamlı bir cezalandırma, hadi bu ağır oldu, durdurma eylemine girişilmiş midir? STK’ların, bazı küçük grupların çabalarının hakkını vererek, devlet düzeyinde somut adımlarla desteklenmeyen aşırı ideolojik söylemlerin bir yere varmadığı aşikar değil midir? Keza bu söylemlerin pek çoğu da dünya kamuoyunu değil kendi iç kamuoyunu ilgilendiriyorsa, bunlardan ne sonuç doğabilir? Ben de inanıyorum ki, İsrail’in zulümlerini dünyaya anlatmalıyız, dünya kamuoyunu ikna etmeliyiz, özellikle dünya elitlerini yanımıza çekmeliyiz. Ama, sadece iç kamuoyuna yapılan ideolojik enjeksiyonla bu nereye kadar başarılı bir şekilde yapılabilir? İslam ülkeleri bile birbirlerine inanmamaktadırlar. Kaldı ki pekçok İslam ülkesinde toplumsal ayrışmalar, bir grubun diğer gruplara zulümleri, bizatihi İsrail karşıtı olduğunu savunan aktörlerin inandırıcılığını azaltmaktadır.

Buna ilaveten pek çok İslam Ülkesinde yönetici ve güç sahibi elitin söyledikleri ile yaptıkları arasında bir uçurum gözlemlenmektedir. Esastan bir İsrail’i durdurma ve küresel planda etkisizleştirme ana siyaset belgesi ve uygulama kılavuzumuz olmalıdır. Bu ana siyaset belgesi bizatihi düşmanı hedef almalıdır. Ne yazık ki, İslam ülkelerinde ve diğer az gelişmiş ülkelerde asıl düşmanların yerli işbirlikçileri (!) ile mücadele etmekten bizatihi düşmana sıra gelmemektedir. Hatta öyle bir zaman olmaktadır ki, bizatihi düşmanın kendisiyle anlaşma yapılmakta, sözümona yerli işbirlikçileri (!) ile mücadele devam etmektedir. Bu yüzden ben ilk hedefin bizatihi düşmanın kendisi olarak kabul edilmesini doğru buluyorum. Bu düşman tanımını merhum Atsız’ın düşman tanımı gibi geniş tutmak değil; somut ve ana hedefi belirlemek şeklinde yapmakta yarar vardır. (Atsız’ın vasiyetini hatırlatmak isterim: “Yağmur Oğlum! …. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır.

Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.Tanrı yardımcın olsun! Nihâl Atsız 4 Mayıs 1941”) Elbette ki bir edebiyat ve fikir adamı için böylesi bir geniş tanım tolere edilebilir. Ama, realitede bir siyaset belgesinde somut düşman ve rakipler daha soğuk ve somut bir yaklaşımla tanımlanmalıdır. Geniş tanım içindeki düşmanlarla savaşmaya bir milletin gücü yetmeyeceği gibi hakkaniyetli olmayabilir.

Bu tanım yapıldıktan sonra düşmanın araçlarının, ana siyasetinin, kurumlarının, müttefiklerinin, vs etraflıca tanımları yapılır. Bu düşmana karşı ne yapılması gerektiği veciz olarak ifade edilir. Uygulama kılavuzunda ise hem düşmanıni rakibin kendisi, kurumları, araçları, müttefikleri daha somut ve ayrıntılı belirtilir. Karşı mücadele için milli kurumlar, kadrolar, uygulama kapasiteleri, vb tanımları yapılır. Geriye kalan ise bunun uygulamasını temin etmektir.Bu genel ve soyut ifadeyi biraz ete kemiğe büründürelim. Malum İsrail’e karşı İslam dünyasında özellikle bazı ülkelerde yüksek ideolojik düzeyde bir karşı söylem vardır. Ancak, sahada bu söylemin karşılığı yoktur.

Mesela İran’ın nükleer programını geciktirmeye çalışan İsrail dünyanın neresinde olursa olsun, farklı kimliklerle yaşayan İran nükleer faaliyetlerini görevli bilim insanı, teknisyen, vb kim varsa tespit edip infaz etmektedir. Ancak,  bizim elimizde İsrail nükleer programının mühendisleri, teknisyenlerinin  listesi yoktur. Gazze’de soykırım uygulayan İsrail ordusunun subayları ve istihbaratçılarının listesi yoktur. Gazze katliamlarını lanetlerken İsrail’in lojistiğini kesmek, zulüm kadrolarını tespit edip afişe etmek ya da takip etmek daha değerlidir  ve daha etkili olacaktır.

Bazen üçüncü derecede ve farklı motivasyonlarla ve genelde de para karşılığı İsrail için işbirlikçi olarak tanımlanan yerli kişiler yakalanmaktadır. Ancak, gerçek bir espiyonaj görevlisi bunların dışında ve ötesinde başka bir kişidir. İsrail’in gerçek espiyonaj görevlileri çok olağanüstü şartlar ve dönemlerde yakalanmışlardır. (Suriye’de yakalanıp 1961 yılında idam edilen Eliyahu Ben-Şaul Kohen halk arasında bilinen adıyla Eli Kohen gibi. Eli Kohen özellikle 1961–65'te Suriye’de ülkesi İsrail için çok kritik istihbarat topladığı göreviyle tanınmış İsrailli casustu. Suriye'deki misyonu sırasında politik ve askerî hiyerarşide Savunma Bakanı'nın baş danışmanı olacak kadar yakın ilişkiler kurmayı başarmıştır. İdamından iki yıl sonra Altı Gün Savaşlarında Onun sağladığı bilgiler İsrail ordusu için fevkalade faydalı olmuştur. Özellikle İsrail’in bugün tamamen ilhak ettiği Golan Tepelerinin ele geçirilmesinde O’nun İsrail’e sağladığı bilgilerin önemi büyük olmuştur. Bugün İsrail Golan Tepeleri ve sulak düzlüklerini ve Hermon Dağını işgal etmiştir.) Casusluk tarihini ciddi ve teknik bir incelemeden geçirdiğimizde gerçek espiyonaj faaliyetinin özel karakterini görürüz. İşbirlikçi suçlaması en kolay yapılanıdır, çoğunlukla hedef saptırır.

Ama gerçek bir espiyonaj avı farklıdır. İngiliz istihbaratında SSCB için faaliyet gösteren Cambridge Beşlisini ve soğuk savaş döneminde karşılıklı tespit edilen casusların nasıl tespit ve entegre edildiklerine bakılabilir. Daha geçtiğimiz yıllarda Rusya’ya teslim edilen Rusya’da Putin tarafından karşılanan FSB ajanının evinde İspanyolca konuşulduğunu, çocuklarının kendilerini İspanyol bildiklerini basın yazdığında çok şaşırmıştık. Ama gerçek bir espiyonaj faaliyeti de ancak bu şekilde yapılabilir. Bu açıklamayı uzun tutmamı belki yadırgayanlar olacaktır. Ancak, basında gördüğümüz casus haberlerinin, özellikle Mossad ajanı olduğu iddia edilen kişilerin espiyonaj faaliyetlerinden çok uzak oldukları kolayca anlaşılacaktır. Eğer bu kişilerin casus olduğuna halktan ziyade bizatihi ilgili devlet kurumlarımızın görevlileri inanırlar ise bu donanımla İsrail ile mücadele edemeyeceğimizin resmidir.

İşte bu aşamada nitelikli ve donanımlı kadroların varlık zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu konuda açıkça görülüyor ki, İsrail ile sahada (Başta İsrail olmak üzere dünyanın her yerinde) mücadele edebilecek yeterli donanıma sahip nitelikli kadrolara ihtiyaç vardır. Katar’daki saldırıda binanın Hamas Ofisinin olduğu dairesinin yerelde bir lazer işaretleyici ile işaretlendigʻi söylenmektedir. Benzer bir durum İran’daki İsrail operasyonları ile ilgili olarak belirtilmiştir. Busahadaki Mossad elemanlarının varlıklarını ve hareket kabiliyetlerini göstermektedir.

Bırakalım İsrail gibi aşırı kontrollü ve farklı bir kültürün sahada varlık gösterip faaliyette bulunabilmeyi, birçok görevlimizin Suriye ve Irak gibi nüfuz alanlarımızda bile tercüman vasıtasıyla çalışmalarını yürüttükleri görülmektedir. Bu konuda basın önünde cereyan eden olayları hatırlamanızı istirham edeceğim. Dolayısıyla heyecan verici söylemler ve jestler mimikler yerine basitçe bahsettiğim vasıflarda donanımlı bir (1) personelin yetiştirilmesi bana daha önemli görünmektedir. Siyaset ve Uygulama Belgesinde başta yer alacak bir hususu bilinçli olarak son kısımda zikretmek istiyorum. Bu da İsrail ile mücadele sağlam ittifak sistemleri kurmakla. Bu diplomasi ve devlet düzeyinde olduğu gibi sahada kurumsal ve bireysel düzeylerde de gerçekleştirilmesi gereken birlikte mücadelenin başarılmasıdır. Bunu her düzeyde gerçekleştirmek diplomasi, güvenlik, istihbarat, vb sahalarda yetişmiş donanımlı kadrolara sahip olmakla mümkündür. Ortadoğu Bölgesinde birlikte çalıştığımız yerel mutemet ve elemanların aynı zamanda başka servislerle de çalışıyor olmaları, zaman zaman aleyhimize bilgi sızıntılarının olması ya da güvendiğimiz yerel liderlerin başka devletlerle bizi by-pass ederek ilişkiler geliştirmeleridir.

Nihayet askeri inovasyon kapasitemizin artırılması gerekliliğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bazı alanlardaki başarılarımıza rağmen bizi Ortadoğu’da veya daha geniş ölçekte hakim güç yapacak askeri teknolojiye, silah platformları ve sistemlerine henüz sahip olmadığımız görülmektedir. 1981 yılında Opera operasyonu ile Irak nükleer reaktörlerini bombalayan İsrailin hava harekatını tespit edememiş olmamız belki normal karşılanabilir. Ancak, günümüzde hem dışarıdan aldığımız sistemler hem de kendimizin üretebileceği sistemler ile bölgesel hava sahasında oluşan hareketliliği tespit mümkün olmalıdır. Unutmayalım ki, günümüz savaşlarında erken keşif ve gözetleme sistemleri, rakibin radar sistemlerini etkisiz kılacak sistemler her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır.

İlk saldırı sonrası hamle yapabilmekten daha önemli olan şey düşman silahları ateşlenmeden ve uçakları havalanmadan tespit edip vurabilmektir. Geçen yüzyılda Arnavutluk’taki Enver Hoca Koruganları (Sığınakları) o dönemde bile işlevsellikleri tartışmalı yapılardı. Bugün hız, gözetim, karıştırma, yüksek isabet ve tahrip gücü önem kazanmış durumdadır.

Basınımızda yer alan savunma sanayii başarılarımıza dair haber göğsümüzü kabartmaktadır. Ancak, Suriye sahasında ve Ortadoğu Bölgesinde İsrail için bir caydırıcı pozisyonda olmadığımızı göstermektedir. Bu eksikliğimizi süratle tamamlamamız gerekmektedir. Zira Katar gibi her açıdan (özellikle de finansal yönden) bizi destekleyen dost ülkeleri koruyamaz isek kendilerine yeni bir hami, koruyucu arayışına girebilirler. Artık Ortadoğu’da diplomatik teamüllere uymayan İsrail’in saldırılarıyla yeni bir saf harf power dönemine girmiş bulunmaktayız. İsrail böylesi bir güçle karşıkarşıya gelinceye kadar durmayacaktır. Ve İsrail’i durdurmaya müstaid tek ülke (Henüz potansiyel düzeyde olsa da)Türkiye dir. 

Mehmet Ali BAL - Haber7

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat