Trump Bildirgesi Gazzeliler ve insanlığın barış açlığını doyuracak mı?

  • GİRİŞ20.10.2025 10:00
  • GÜNCELLEME20.10.2025 10:08

13 Ekim 2025 tarihinde ABD Başkanı D. Trump’ın inisiyatifiyle imzalanan “Trump Kalıcı Barış ve Refah Bildirgesi” üzerinde çok şey yazıldı ve söylendi. Bildirgenin altında D. J. Trump, Abdülfettah El- Sisi, Tamim Bin Hamad Al-Thani ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaları bulunmaktadır. Bildirgenin başında “İki yıldan fazla süren derin acı ve kayıplara son vererek, bölge için umut, güvenlik, barış ve refah için ortak bir vizyonla yeni bir sayfa açıldığı” ifade edilmiştir. Buradaki derin acı ve kayıplar ile Gazze’de yaşanan tarifi imkansız acı olayla kast edilmektedir ki, bütün bir Gazze bombardımanlarla adeta bir moloz yığınına dönmüş, tahminen yetmiş bine (70.000) yakın insan hayatını kaybetmiş, iki yüz bine (200.000) yakın insan da yaralanmıştır. Bu soykırım ve insansızlaştırma harekatı esnasında hava ve kara bombardımanları nedeniyle hayatını kaybedenlerden çok bu yüzyılda açlıktan hayatını kaybedenler özellikle çocuklar dünya kamuoyunun vicdanını sızlatmıştır. Dolayısıyla Bildirge üzerinde çok tartışılacak konu olmakla birlikte bu insansızlaştırma harekatına dur denilmesi son derece önemlidir. Bildirgede “Gazze’de savaşı sona erdirme ve Ortadoğu'ya kalıcı barış getirme yönündeki samimi çabalarını imzacı tarafların desteklediği” vurgulanmıştır. Aynı paragrafta “Hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin temel haklarının korunduğu, güvenliklerinin garanti altına alındığı… bir barış olacağını anlıyoruz” denilmiştir.

Burada iki taraf zikredilmiştir ancak İsrail'in güvenliği ön planda gibidir. “Aşırılıkçılık ve radikalleşmeyi her türlü biçimiyle ortadan kaldırma kararlılığı” ve “Gelecekteki anlaşmazlıkların güç veya uzun vadeli süren çatışmalar yerine diplomatik angajman ve müzakereler yoluyla çözülmesi taahhüdü” vurgulanmıştır. “Bölgede barış güvenlik ve ortak refaha yönelik kapsamlı bir vizyonun benimsendiği” ile “Gazze şeridinde kapsamlı ve kalıcı barış düzenlemelerinin kurulmasında kaydedilen ilerlemeyi ve İsrail ile bölgesel komşuları arasındaki dostane ve karşılıklı yarar sağlayan ilişkinin memnuniyetle karşılandığı” son paragrafta ifade edilmiştir. Bu paragrafta Abraham Anlaşmalarına atıf vardır. Bildirge metnini detaylı okumak isteyen okurlarımız Beyaz Saray resmî Web sayfasında 13 Ekim 2025 tarihli “Trump’ın Kalıcı Barış ve Refah Bildirgesi” başlıklı Başkanlık Muhtırasını (Presidential Memoranda) okuyabilirler.

Bu Bildirge ve daha kapsamlı ve esaslı uluslararası belgelerin asıl ve tam
metinlerinin okunmasının önemini okurlarımız da takdir edeceklerdir. Zira bugün geçmişteki bazı anlaşmalar ile ilgili farklı uçuk iddiaların, şehir efsanelerinin ortaya atıldığını halbuki bu anlaşma metinlerinde bu iddiaları ispat edecek cümlelerin olmadığını görmekteyiz. Daha da vahimi ise böylesi belgelerde yer alan taahhütlerin taraf devletlere büyük sorumluluklar yükleyen, diplomatik mevziler kazandıran veya kaybettiren hükümlerinin ihmaliyle bazı zararların doğmasıdır. Özellikle dış siyaset, diplomasi ve güvenlik uzmanları gibi teknik sınıfların uluslararası metinleri avamdan farklı tetkik ve tahlil etmelerinde fayda vardır. Keza aynı sınıfların anlaşma süreçlerinin, tarafların davranışlarının, birçok çatışma ve diplomatik olaylara ilişkin  her türlü belgenin de (Yazılı belgeler, video görüntüleri, vb.) incelemesi gerektiği açıktır. Halihazır Trump Bildirgesi teknik açıdan bir barış antlaşması olmadığı için incelenme tarzı farklı olacaktır. Ancak, ilk baştan şunu ifade edelim ki, İsrail’in Gazze şeridindeki saldırılarının -bazı istisnaları dışında- durması/ veya durdurulması açısından bu Bildirgenin imzalanması önem taşımaktadır. Bu konuda Trump Mısır, Türkiye ve Katar’ı bu bildirgenin tanığı/ destekleyicisi ve imza sahibi yapmıştır. Ayrıca bazı Batılı ve diğer Müslüman ülke liderlerini de davet ederek Bildirgenin vizyonuna ortak yapmıştır. Bildirgedeki “Başkan Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme ve Ortadoğu’ya kalıcı barış getirme yönündeki samimi çabalarını destekliyor ve arkasında duruyoruz” ibaresi bu ortaklığa işaret etmektedir. Bildirgenin kişiselliğinin böylesi bir ortaklığı zorunlu kıldığını da ifade edelim. Nitekim Bildirgenin başarısı Trump ve vizyonuna ortak olan tarafların çabaları ve daha ileri boyutta kalıcı anlaşmalar ile doğru orantılı olacaktır. Trump Bildirgesinin başarılı olması için yapılması gerekenler konusuna girmeden önce bu konuda katkı  sağlayabilecek şekilde anlaşmalar ve bu çerçevedeki bazı teknik konular üzerinde durmak istiyorum.

ANTLAŞMALAR ÜZERİNE

Tam ve sıkıcı bir akademik metin yazmaktan kaçınarak, antlaşmalar üzerine
kısa bir zihinsel gezinti yapmak istiyorum. Uluslararası ilişkilerin tipik bir enstrümanı olan anlaşmalar günümüzdeki anlam ve tanımına 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi ile sahip olmuştur: "Devletler arasında yazılı olarak akdedilen ve uluslararası hukuka tabi olan, ister tek bir belgede isterse iki veya daha fazla ilişkilibelgede yer alsın ve özel adı ne olursa olsun, bir anlaşma olarak tanımlanmıştır (Ana Britannica). Uluslararası sistemde mutlak biçimde olmasa da belirli bir seviyede kabul edilen örf, adet ve teamüllerin etkisiyle nispi olarak anlaşmaların olumlu, yapıcı sonuçları olmaktadır. Tıpkı demokrasi için denildiğine benzer şekilde iyilik ve barış için mutlak sonuçları olmasa da bugüne kadar anlaşmalardan daha etkili bir enstrüman da bulunabilmiş değildir.

Geleneksel anlaşmalarda kralların ve prenslerin söz vermesi, komutanların
ahitleşmesi olarak gördüğümüz anlaşmalar günümüze gelinceye kadar kapsam, içerik ve kurumsal nitelik kazanmışlardır. Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra dünyada anlaşmaların sayısı, yarattıkları kurumların kapasitesi, vb artmıştır.Sözleşme tarzı anlaşmalar denilen bu anlaşmalar ile devletler arası ihtilafların çözümüne, galipler ve mağluplar arasında toprak takasına, kalıcı bir şekilde barış içinde yaşama ilkelerine ve formüllerine herbir imzacı devletin kabulüne dayalıdır. Sanırım büyük savaşın yarattığı inanılmaz yıkım sonucu her halükarda barışın daha tercih edilebilir oluşu, savaşın galiplerinin ezici ve barış empoze edici gücü veyarattıkları sıradışı kurumlar bu konuda amil olmuşlardır. Barış yoluyla küresel dengenin ve yönetiminin sağlanması benimsenmiş de olabilir. Vakıa bunun tarihi örneklerini görmek mümkündür. Mesela Orta Medlerin üçüncü hükümdarı akıl ve rey sahibi oluşu ile o kadar meşhurdur ki, milleti ne zaman ihtilafa düşse kendisine müracaat edilir, O da akıl, rey ve basiretiyle onlara yol gösterir, onlar üzerinde bu yolla tasarrufunda bulunurmuş. Bazen de barış yoluyla başka devletleri de kanalize etmek mümkündür. Anlaşma sonrası kalıcı bir barış ortamının tesisi ve hem idari hem de hakem kurumlarının oluşturulmasına matuf Kurucu Anlaşmalar ayrı bir yer tutmaktadır.

Lehistan Kralı 3. Jagiellon’un Macar Kralına Osmanlı ile barış yapma tavsiye ve empozesi yeterli olmasa da buna harika bir örnektir. Bu politikasıyla 3. Jagiellon hem sınır ötesindeki Osmanlı gücü ile savaşa girmemiş hem de güney sınırlarını başta bütün topraklarını güvenli kılmıştır. Komşunla ve onun komşusu ile dost ol iyi bir barış formülü olabilir. İki büyük savaştan sonra küresel galip güçler diğer güçlerin de rızalarını kazanarak (Zorla veya gönüllü olarak) anlaşmaların kurumlarını da oluşturmuşlardır. BM kurucu antlaşmasına (Birleşmiş Milletler Şartına) dayalı olarak oluşturulan BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) ve daimi beş üyesinin veto hakkı, 2. Dünya Savaşı öncesi Cemiyet-i Akvamda dünyaya adeta rest çeken Japonya temsilcisinin hareketine (tabi ki aslında Japonya’nın engellenemez saldırganlığına da) bir cevaptır. Bu durumun bir daha tekrarlanmamasına yöneliktir.

Antlaşmalar için bir hiyerarşi var mıdır? Akademik açıdan baktığımızda anlaşmaların bir hiyerarşik yelpazede yer aldığını görmekteyiz. Mesela agreement (İng) veya accord (fra) orta halli bir anlaşmayı ifade ederken treaty veya traité bağlayıcı gücü yüksek ve kapsam ve esası bakımından daha üst bir hukuki metni ifade etmektedir. Elbette anlaşmalara göre hiyerarşik olarak daha küçük belgeleri de unutmamak gerekir. Günümüzde devletler arasında olduğu gibi devletlerin kurumlarının karşılıklı akitleri de söz konusudur. İşbirliği anlaşmaları ve sistemleri, mutabakat zabıtları, mutabakat tutanakları, modus vivendi, sözleşme, anlaşma,protokol , bildiri, tüzük, sözleşme, pakt, kanun, nihai karar, genel karar ve konkordato, vs bu cümleden sayılabilir. Trump Barış Bildirgesi de bu kapsamda yeni bir belge türü olarak ortaya çıkmıştır. Bu Bildirgenin imzalanması ile daha yukarıya doğru geliştirilen daha da bağlayıcı barış metinlerinin kabulü mümkün olabilecektir. Bu yüzden elbette ki daha iyisi mümkündü, ama geleceğe bakmak daha isabetli olacaktır. Bu Bildirge üzerinden nelerin geliştirilebileceğini düşünmekte yarar vardır.

Antlaşmalar veya kurucu metinler olaylara mutlak nüfuz eden semavi metinler midir? Elbette hayır. Aksine çoğunlukla güç anlaşmaların çerçevesini belirlemektedir. 2. Dünya Savaşı sona ererken W. Churchill ile J. Stalin arasındaki yüzdeler anlaşması bu konuda ilginç bir örnektir. Güneydoğu Avrupa’nın nasıl pay edileceği, hangi gücün nüfuz alanı olarak kabul edeceğini belirleyen bu anlaşma özgündür. 9 Ekim 1944'te Churchill ve Stalin Moskova Konferansında bir araya geldiklerinde Churchill, Romanya'nın %90 ve Bulgaristan'ın %75 oranında Sovyet nüfuzu altında; Yunanistan'ın ise %90 oranında Birleşik Krallık nüfuzu altında olmasını; Yugoslavya ile Macaristan'da ise yarı yarıya nüfuz sahibi olmalarını önerir. Bu öneri Stalin'e tercüme edilirken bir kağıda basitçe bu paylaşım oranlarını yazar. Daha sonra iki ülkenin dışişleri bakanları 10 ve 11 Ekim'de paylaşım üzerinde bir karara varırlar. Buna göre Sovyet Rusya'nın Bulgaristan ve Macaristan'daki nüfuz oranı %80 olarak değiştirilirken diğer ülkelere dokunulmaz, anlaşmayı resmileştirirler.

Stalin, Yunanistan için verdiği sözde durarak iç savaş halindeki Yunan komünistlerine destek olmaz; Britanya ve ABD'nin yardımı ile dönemin Yunan hükûmeti, Yunan İç Savaşı'nın galibi olur. İngiltere bir Orta Avrupa ülkesi üzerinde daha fazla nüfuz talep ettiğinde Stalin Yunanistan konusunda verdiği söz ve tavizi hatırlatır.

Mesele şu ki, güçlerin eşitliği içinde konjonktürel olarak birlikteliğin sağladığı
büyük yarar, müsvedde kağıttaki ülkelerin kaderlerini belirleyecek basit notları kolayca resmileştirmiştir. Fiili olarak eşit güçler çok komplike prosedürlere ve hükümlere ihtiyaç duymadan anlaşma sınırlarını belirleyebilirler. Sorun iki gücün gerçekten eşit olmadığı ya da bir gücün kendini olduğundan büyük gördüğü veya stratejik mevzi kazanmada mübalağalı şekilde aç gözlü ve hayalperest davranması bundan dolayı da acele etmesi durumunda ortaya çıkmaktadır.

Bu aşamada sanırım anlaşmaların nasıl sona ereceğini sormak yerinde olacaktır. Antlaşmaların Sona Ermesi Konumuz çerçevesinde bir kavramsallaştırma yaparsak teknik hükümler nedeniyle sona erme (Anlaşma için bir zaman ve bir konunun gerçekleştirilmesi öngörülmüş ise); tarafların ortak rızasıyla sona erme en az sancılı veya sancısız sonlanmalardır. Tek taraflı bir irade ile sonlanma ve şartların esaslı bir şekilde değişmesi (rebus sic stantibus) ise ciddi acılar, yıkımlar, vs doğurabilir. Keza şartların esaslı ihlali söz konusu olduğunda anlaşmalar büyük tahribatlar yaratarak sona erebilir. Bu da ciddi savaşlara neden olabilir. Son olarak, jus cogens'e (Uluslararası emredici normlara) aykırılık söz konusu ise anlaşma kendiliğinden sona ermektedir. Teknik nedenler dışındaki nedenlerin neredeyse tamamı güç sorunsalı ile ilgilidir. Zor oyunu bozar ilkesiyle bakarsak, en ağır antlaşmalar bile tek taraflı iradeyle bozulabilmektedir. Dolayısıyla antlaşmanın meşruluğu sorunsalı mutlak bir şekilde güç sorunsalına bağlı kalmaktadır. Versay Antlaşması 1. Dünya Savaşının sonunda imzalanmış büyük antlaşmalardan biriydi. Ancak, 20 yıl sonra büyük bir felakete yol açacak şekilde tek taraflı olarak bozulmuştur. Ayrıntılarını bir tarafa bırakırsak genel olarak ihlal nedeniyle, veya tek taraflı iradeyle anlaşmaların bozulması çok büyük oranda güçlü taraflarca  gerçekleştirilmektedir. Bunun istisnası bazen milletlerin verdikleri ölüm kalım savaşları ya da bağımsızlık savaşlarıyla bozulan anlaşmalardır.

TRUMP BARIŞ BİLDİRGESİNDEN SONRAKİ MUHTEMEL GELİŞMELER VE BAZI ÖNERİLER

İsrail'in hemen ikinci gününde ateşkese rağmen 9 (dokuz) kişiyi katletmesi şaşırtıcı değildir. İsrail burada Hamas'ın ateşkes hükümlerini ihlal ettiği iddiasında bulunmuştur, ki bu suçlu tarafın olağan bahanesidir. Keza Güney Lübnan'ı bombalaması da ondan beklenen bir kural tanımazlıktır. Ancak, böylesi inisiyatifler artık zaman içinde İsrail’i uluslararası alanda zorlayabilir…

Doğrudan şunu belirtelim ki, dünya halihazırda bir hukuk şemsiyesinden neredeyse mutlak derecede yoksundur. Güç ve silahın hakim olduğu bir evrenin tam ortasında bulunmaktayız. Ortadoğu, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, İran, Libya, Sudan çok yakın bir zamanda Venezuela küresel savaşın cepheleridir. Filistin, Gazze, Suriye gibi bölgeler ise savaşın avcı hatlarıdır, siperleridir. İçlerinde insandan daha çok patlayıcılar vardır. Yaşayanlardan çok katledilenler…

Dolayısıyla Türkiye gibi bir gücün bölgeye girişi her ne kadar düşük yoğunluklu anlaşmaya dayansa da asıl mücadele yüksek yoğunluklu savaş şartlarında olacaktır. İsrail bundan dolayıdır ki, kendisine yakın bölgede Türkiye'nin askeri altyapısı olmasını istememektedir. Fırsatını bulursa tahrip etmekte, unsurlarımızı ciddi tarassut altında tutmaktadır. Dolayısıyla Türkiye bir taraftan barış mekanizmasını güçlendiren belgeleri zenginleştirmeli bir taraftan da savaş şartlarına karşı mücadele edecek lojistik, silah, insan ve diğer yardımcı unsurların altyapısını hazırlamalı ve dizayn etmelidir.

BİLDİRGENİN UYGULAMA KILAVUZLARI VE MEKANİZMALARININ HAZIRLANMASI 

Anlaşmalar bölümünde değindiğimiz gibi halihazır Bildirgenin uygulama belgelerinin (Tüzükler, mekanizmalar, eylem planı, vb) hazırlanması hedeflenmelidir.

Burada aslolan İsrail’i dünyanın diğer barış isteyen devletleri ile birlikte barış
enstrümanları ve talepleriyle zorlanmaktadır. Bu noktada, dünyanın diğer duyarlı devletleriyle işbirliği geliştirilmelidir. Keza dünya kamuoyunun İsrail karşıtı vicdan hareketleri ile irtibat kurulmalı, desteklenmelidir. Dünyada zulüm ve kaba gücün hakimiyeti arttığı oranda toplumlar barışa susamış durumdadır. İki durum da yukarıya doğru ivmelenmiş ve en yüksek eşit momentuma sahiptir. Venceremos (Kazanacağız) ve Siyonizme geçit yok haykırışları bu vicdanlı kamuoyunun dillerinde ve gönüllerinde yoğun bahar çiçekleri gibi yeşeriyor… “Toprakların ağladığı ve çocukların isimsiz gömüldüğü günlerde” bu ne güzel bir hak çağrısıdır, ümit çığlığıdır!

ATEŞKES DENETLEME MEKANİZMASI

Bildirge bir denetleme mekanizması öngörmemektedir. Ancak, henüz bizim iç yapımız açısından da oluşacak yapının koordinasyonu ve yetkileri açısından da tam net olmayan “Gazze Görev Gücü”nün görevlisi 200 Amerikan askeri ve malzemeleri bölgeye ulaşmıştır. Bu görev gücünün sorumlulukları T. Blair tarafından hazırlanan planda şöyle sıralanmaktadır: "Sınır bütünlüğünü sağlamak; Silahlı kişileri caydırmak; İnsani yardım ve yeniden yapılandırma operasyonlarını korumak; Yerel kolluk kuvvetlerini desteklemek; Terörle mücadele ve yüksek riskli tehditleri önlemek için hedefli operasyonlar yürütmek; Silahlı grupların yenidencanlanmasının, silah kaçakçılığının engellenmesi ve kamuya yönelik asimetrik tehditlerin etkisiz hale getirilmesi." Bu maddeler ne yazık ki, İsrail’in değil, Gazzelilerin ve Hamas’ın kontrolüne yönelik olduğu izlenimini vermektedir.

Asıl önemli olan İsrail ve Hamas arasındaki ateşkesin etkin bir şekilde denetlenmelidir. Türkiye ağırlığını koyarak bir ateşkes denetlenme mekanizması veya benzeri işlev görecek bir yapıyı ABD'ye kabul ettirebilir. Burada aslolan İsrail’in bölgedeki egemenliğini ve layüs’el tavrını mümkün olduğu ölçüde zayıflatacak mekanizmaların kuruluşunu temin etmektir. 

Yalnız özellikle bölgedeki unsurlarımızın can güvenliklerini birincil öncelik olarak ele almalıyız. İsrail BM unsurlarına, uluslararası yardım kuruluşlarına saldırılar yapan haydut devlettir. Bunun yanında geçmiş tecrübelerimizi unutmamak gerekir. 26 Mart 2002 tarihinde, El Halil şehrinin % 80'inin Filistinlilere devredilmesinden sonra 1994 yılında kurulan “Halil Geçici Uluslararası Varlık" (TIPH) gücünde görevli Türk subaylarımızın içinde olduğu uluslararası  gözlemci subayların aracına İsrail tarafından ateş açılmış, bir subayımız şehit olmuş bir subayımız da ciddi yaralanmıştır. Olayda bir İsviçreli subay da hayatını kaybetmiştir. Olaydan sonra İsrail yalan ve manipülasyona tevessül ederek, bu araca Filistinlilerin yanlışlıkla ateş açtığını söylemiştir, ancak gerçek gizlenememiştir. Alçakça saldırının İsrail tarafından yapıldığı ortaya çıkmıştır.

Hangi yetkiye ve misyona bağlı olarak gidilirse gidilsin Türkiye’den bölgeye ayak basacak her birliği, ekibi İsrail bir espiyonaj veya özel kuvvetler birimi gibi görecektir. Bu konuda askeri ve istihbarat birimlerinin ve diplomatik misyonların teyakkuzda olmaları önerilir. 

Ateşkesi denetleme mekanizmasının elbette “Bildirgeye” imza atan ve orada hükümet başkanları hazır bulunan devletlerin ortak girişimi olarak yapılandırılması elzemdir. Bu konuda mümkün olduğu ölçüde daha çok devletin bu girişime destek vermesi temin edilmelidir. Ancak bu sağlansa bile İsrail’in etkili olduğu bölgede mutlak güvenlikten bahsedilemeyeceği hatırdan çıkarılmamalıdır.

BAŞKA BİR SAVAŞ ÇIKMASI İHTİMALİ

ABD ve İsrail’in stratejileri üzerinde çalışan uzmanlar ve bazı kesimler İran’a
yönelik ikinci bir saldırı ihtimalinden bahsetmektedirler. Bu ihtimali dışlamak mümkün değildir. Eğer bu saldırı olacaksa birinci fail grubunda ABD, İsrail ve İngiltere olacaktır. Trump’ın Putin’e Tomahawk füzelerini vermemesi ABD ile Rusya’nın bir dereceye kadar Ukrayna konusunda anlaşmaya yaklaştıklarını göstermektedir. Bu durum, İran’ı Rusya’nın desteğinden yüksek oranda yararlanamamasını tetikleyici bir unsur olabilir. Ayrıca, Çin’in İran’dan yüksek miktarda petrol ve benzeri hammadde tedariki ABD'nin İran’a karşı bir askeri harekat seçeneğine yönlendirebilir. Tıpkı 1991’de Japonya ve Avrupa’ya petrol tedarik eden Saddam’a askeri harekat yapılması gibi. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye’nin her açıdan zor tercihler ile karşı karşıya kalacağı açıktır.

Diğer yandan ABD’nin Venezuela üzerinde yoğunlaşması, Amerika kıtasında
bir çatışma durumu bölgede İsrail’i tamamıyla saldırgan politikalar uygulamakta serbest bırakabilir.Bunların dışında özellikle Avrasya kıtası ve periferisinde Çin ticaret güzergahları, kuşak ve yol projesi eklentileri ve hammadde tedarik kaynaklarına yapılacak saldırılar Gazze’yi unutturabilir.

Dolayısıyla Türkiye’nin mevcut küresel düzen ve bölgesel dengeyi mutlak son aşama olarak görmeden farklı ihtimallere karşı hazırlık yapmasında yarar vardır.

Mehmet Ali BAL / Haber7

Yorumlar10

  • önce vatan 4 saat önce Şikayet Et
    biz olsak geçmişi ve tüm olasıkları düşünecek olursak ki başka çaraleride yok artık israilin yada başka bir ülkenin irana tek bir bomba dahi atması üzerine kesinlikle yerleşkeci israilin göbene ATOM bombasını atardı hemde hiç uyarı yapmadan.
    Cevapla
  • vatandaş 5 saat önce Şikayet Et
    insanlığın ve tarihin baş belası naletli millet pis yahudiler
    Cevapla
  • Derbeder 5 saat önce Şikayet Et
    Türkiye Cumhuriyeti ve milletiyle sorunu olan bir yapı ve ordu hic bir savaşı kazanamaz
    Cevapla
  • Murat gözükara 5 saat önce Şikayet Et
    Büyük Savaş 2028 de herkes hazırlansın...4 yıl sürecek....öyle böyle olmayacak...ottan yemek yapmayı..çakıl taşıyla ateş yakmayı öğrenin..hiç bir eletronik çalışmıyacak..seyyar olacak ...çalışsa bile can korkusu herkes elektronikten uzak duracak...radyonuzu hazırlayın...3 yıl....kaldı...
    Cevapla
  • Fastecan Okur 5 saat önce Şikayet Et
    Yazı çok uzun. Bu devirde o kadar iş, haber, sosyal medya, ve bilginin arasında kim uzun yazılar okur? Ben uzun yazılarda baştan 10, 15 cümle okumaya başlıyorum gerekli görürsem devam ediyorum veya yedi, sekiz satır aşağıyaa geçiyorum, böyle böyle devame ederek ilgilendiğim kısmı okuyarak bitiriyorum.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat