Dostlarla Hasbihal

  • GİRİŞ27.10.2025 09:03
  • GÜNCELLEME27.10.2025 09:03

Saygıdeğer dostlarım, kıymetli okurlar, yazıların içinde kısmen Hasbihal ettiğimiz, dertleştiğimiz cümleler oluyor ancak bunlar bazen gündemin ateşinde bazen de bizim yoğunluğumuzun içinde kaybolup gidiyorlar. Bazen yorumlar üzerinde konuşmak gerekiyor. Ama buna zaman ve imkan olmuyor. Bu hasbihalin eksikliğini derinden duyuyorum.

Belki bazı dostlarımız hasbihal gerekli mi diye sorabilirler. Gerekli değilse o satır araları da unutulup gitsin bunda ne var diyenler de olabilir. Zaten yazıları yazıyorsunuz. Fikirlerinizi paylaşıyorsunuz. Ayrıca dertleşmeye, hasbihale gerek var mı diye düşünenler de olabilir. Bu düşüncelerin hepsine de sonsuz saygımızın olduğunu belirtmeliyim. Ancak bazı aklımızda, hissiyatımızda ve yaşadığımız olayların sıcağında hep bu hasbihal ihtiyacımız olmuştur. Buna dair bazı düşüncelerimizi paylaşacağız.

ilk başta belirtelim ki, yazıların içerik yoğunluğu ne olursa olsun, sadece bilgilendirme değil paylaşma amacı taşımaktayız. Zira bilgi özellikle de hissiyat paylaşıldıkça zenginleşiyor, kıymet kazanıyor, başta yazan kişi olmak üzere her ilgilisi için büyük fayda sağlıyor. Bunu Esmayı Hüsna kitabının önsözünde vurgulayarak belirtmiştik: “Bu isimler zamanın ve hadiselerin özgün şartlarında yazıldıklarından, her bir esma o şartların rengini ve duygusunu taşımaktadır. Şunu da vurgulamalıyım ki, bazen  esma yazılırken, sadece kitabi bilgiler değil, hissi ve kalbi bir müktesebat yer almıştır. Satır aralarından anlaşılabileceği gibi bazı bölümler, bazı isimler zamanımızın dehşetli hadiseleri içinde bunalan, çare arayan, üzüntü duyan, dua eden, dertlerini paylaşan iki dostun samimi müzakereleridir. Cümleleri ve kelimeleri canlıdırlar.” Esmayı Hüsna gibi bir konuda bile paylaşımı, dertleşmeyi, müzakere etmeyi usul kabul eden birinin günlük hadiseler üzerinde yazarken hayli hayli dostlarının ve okurlarının katkısına, onlarla konuşmaya ihtiyacı olacağı açıktır.

Özellikle büyük sıkıntıların ve dehşetli olayların yaşandığı bir dönemde hissiyat paylaşımının ne büyük değeri vardır. Ben de okuma yaparken yazarın kelimelerinin arkasında biriktirdiği duyguları anlamaya, hissetmeye çalışırım. Kendisiyle yüzyüze  gelmeyeceğim bir yazarın yürek yangını beni de sarar, kendimi daha güçlü hissederim. Yazılanların ötesini hissetmek ne büyük bir beslenme kaynağıdır. Basın hayatından buna muhteşem bir örnek vermek istiyorum. Bugünkü gibi televizyonların ve diğer iletişim araçlarının olmadığı yıllarda bir muhafazakar gazetenin İstanbul’daki merkezine Van’dan bir okuyucu mektubu gelir. Mektupta şöyle bir paragraf vardır: “Efendim gazetenizi ilgiyle takip ediyor okuyoruz. Sizi o kadar iyi okuyor ve anlıyoruz ki, yazamadıklarınızı bile anlıyoruz!” Bugün sağlıklı iletişim deyip geçtiğimiz şey aslında bu derece derinliği ve kapsamı olan bir karşılıklı anlama ve hissetme ve idrak etme meselesidir. Yazıları yazarken her ne kadar akıl ve rasyonaliteye önem versek de bir tarafta yine de bir hissiyat birikimi oluyor. Hatta en kuru görünen bazı yazılarımızda bile sonradan okurken öyle duygulara rastlıyoruz ki, şaşırıp kalıyoruz. Bu hissiyatı bazen yorumlarınızda da görüyoruz. Yazının maksadını ve delalet ettiği manaları çok iyi idrak eden ve kelimelere döken, yazıda gizli bir acıyı veya hüznü olanca şiddetiyle hisseden, destek olan, dost olan okurlarımıza şükranlarımızı sunuyoruz. Yazılarla ilgili yüzyüze aldığımız yorumların bir demeti de birçok farklı konularda yazıyor oluşumuzla ilgili sorulardan oluşuyor. Şunu belirtmeliyim ki, aslında konular farklı ama her yazı bir bütünlük içeren zihinsel mimarinin parçasıdır. Bütün yazılar birlikte okunduğunda nasıl bir ilişkinin tesis edildiğini görmek mümkündür. Vakıa bu bütünlüğü gören dostlarımızın, okurlarımızın sayısı az değildir. Ancak, elbette ki mimari yapı kusursuz değildir. İrtibat eksiklikleri, anlam boşlukları da bize iletilmektedir. İleride belirli bir birikime ulaşınca belki bu yönde bu eksiklikleri tamamlama çalışması yapabiliriz.

Bu köşedeki yazıların her biri bir açıdan baktığımızda müstakil yazıdır. Kendi başına her bir yazının özgün bir kurgusu vardır. Elimizden geldiğince her yazının bir model oluşturmasına gayret ediyoruz. Sadece bilgi değil, bilgiler üzerinden modelleme yapmak yeteneği kazanmayı ve kazandırmayı hedefliyoruz. Bilgi kadar yöntemi de önemsiyoruz çünkü. Eskilerin dediği gibi “Usul esastan önce gelir”. Dikkat edenler her yazının her şeyden önce bir kurgusu, teorisi olduğunu göreceklerdir. Teori sahayı, masayı, bilgileri, velhasıl birçok şeyi biçimlendirir, anlamlandırır. Eğer işin teorisine sahip değil isek dağınık bilgileri, karmaşık olayları çözümleyemeyiz, anlamlı hale getiremeyiz. Bilgi düzeyi ile teori düzeyi farklıdır. Bilgi sahibi olmadan teori sahibi olunmaz ancak teorisini inşa edemez isek bilgiler bir kuru malumat nevinden öteye geçemezler.

Alwin Toffler anlatmaya çalıştığımız bu durumu “Yeni Güçler Yeni Şoklar” kitabında harika anlatır: “ABD’de istihbarat cemaati yirmisi esaslı büyüklükte yüze yakın kuruluştan oluşur. NSA “Ulusal Güvenlik Ajansı” (Özellikle filmi de yapılan meşhur Snowden’ın çalıştığı kurum) başta olmak üzere birçok kurum inanılmaz miktarda veri üretmektedir. (Unutmayalım ki bu eser 1980’lerin sonunda yazılmıştır. Bugün o veri yığınları geometrik olarak büyümüş durumdadır). Ancak, istihbarat krizi olarak adlandırabileceğimiz bir yorumlama krizi ortaya çıkmıştır. Bunca büyük montanlı verileri hangi uzmanlar yorumlayacaklardır? Bunun için mevcut uzmanların birikimleri, formasyonları, yetenekleri, vb. güçleri son derece yetersizdir. İşte istihbarat krizinin özeti budur. Üzgün birçok devletin ve kurumlarının da içinde bulunduğu bu krizi yalın bir şekilde gözlemlemek mümkündür.

Bir dostum uzun yıllardır bilgi retoriği üzerinde çalışmalar yürütmektedir. Amacı bilginin bilgisini edinmektir. Bugünkü alt uzmanlık disiplinleri bile artık büyük veri havuzlarını kullanmak, yorumlamak zorundadırlar. Bu bilgileri dağınık bir şekilde hareket halinde oldukları zihni evrende bir sistematiğe kavuşturarak idrak etmek, sistematiğe kavuşturmak, biçimlendirmek ve yorumlamak elzemdir. Değilse bilgiye sahip olmak artık bugün kendi başına bir anlam ifade etmemektedir. Tıpkı para için söylediğimiz gibi paranın kendisine sahip olmak değil, paranın kullanım iznini veren olmak esastır. Bilgi konusunda da eğer bilgiyi yönetemiyor iseniz siz o bilginin ancak taşıyıcısı olabilirsiniz. Bilginin sahibi bilgiyi idrak eden, yorumlayan ve biçimlendirendir. Yorum ve biçimlendirme dediğimizde ilk aklımıza gelen bilginin bilincine sahip olmaktır. Bu seviye teori seviyesinden sonra gelir. Rahmetli Prens Said Halim Paşa'nın “Bilginin eşyaya tatbiki” ilkesini bir başka yazıda paylaşırız inşallah. Zaten devlet adına uygulayıcı olmadığımız için bilginin olaylara tatbikini mümkün olduğunca işaret edip geçiyoruz nezaketen. Bu hususu da küçümsememek gerekir. Zira Paşa “Doğunun Batı karşısında en büyük eksikliği bilgiyi eşyaya tatbik edemiyor oluşudur” der. Bu derece önemlidir. İşte yazılarımızda işareten değindiğimiz konulardan biri de bilgi süreçlerinin kurumsal ve kalıcı nitelik kazanmasıdır. Dünya genelinde Batı Rönesansı’nın dışındaki Rönesansları inceleyen J. Goody benim de yıllardır kendimize sorduğumuz bir soruyu ortaya atmıştır. “Mesela Abbasi İslam Rönesansı veya Endülüs Rönesansı niçin Batı Rönesansının Batıda yaptığı etkiyi yaratmamıştır?” Yazar cevabında kalıcılık ve kurumsallaşma üzerinde durur. Her iki Rönesans hareketinde de kısmi parlama olmuşsa da kalıcı kurumlar oluşmamıştır. Ayrıca bir eko-sistemi oluşturan bilimsel cemaat de (Episdemik Cemaat) oluşmamıştır. Bazı bilim adamlarını çok ileri fikirler tasavvur ettiği dönemlerde bile bunun hep bir “versusu” (karşıtı) olmuştur.

Özellikle Abbasi Rönesansında bilim insanları gözlem, deney düzeyine kadar gelmişler, ancak bu aşamadan sonra uygarlık durmuştur. Bunu sadece Hülagü istilası tahribatıyla açıklayamayız. Yine ilginçtir, İsmail Cezeri gibi (Teknik aletler geliştiren, makineler tasarlayan) mühendislerin varlığına rağmen gelişmiş silahların yapımını başaramamışlardır. Nizamiye Medreselerinde sapkın fikirlerle mücadele esaslı yer tutmuş, ama gelişmiş savunma sanayii göz ardı edilmiştir.

Bu bölümü hulâsa edersek, öncelikle bilgi ve teorinin, yöntemin önemsenmesi ardından bilginin bilincine sahip olunması, takiben de bilginin eşyaya tatbik edilmesi, nihayet bu sistematiğin kalıcı kurumlara kavuşturularak “öğrenen organizasyonların” tamamlanması gerekmektedir.

Bu nedenle yazılarımızda yukarıdaki döngünün belli oranlarda tasvirine, tespitine ve tahliline özel önem verilmektedir. Eğer bu yöntemin sahibi olabilirsek karşılaştığımız benzeri bilgi ve teori krizlerini uygun yöntemler ile çözümleyebiliriz. Küçük bir örnek vermek gerekirse, çok uluslu devletlerin kimlik sorunları ve kimlik tesisini anlattığımız yazılarda Rus Çözüm Seti, Fransız İmparayorluk Yaklaşımı, Alman Linguistik temelli millet düşüncesi, vb belli bir sistematik içinde anlatılmaya çalışılmıştır. Keza Ortadoğu Analizleri de kıymetli birteorik yaklaşım ve modelleme sunmaktadır. Sunduğumuz modellemeler, çözüm setleri tabi ki eleştirilebilirler. Tek arzumuz bu yazıların model veya çözüm seti mahiyetlerinin tam anlaşılmış olmasıdır.

Yazıların oluşumu süreçlerinden de biraz bahsetmemiz gerekir. Yukarıda saydığımız nedenlerle yazıların en basit olan aşaması yazılma aşamasıdır. En zor olanı da kurgusunun yaratılması konunun özünün idrak edilmesi aşamasıdır. Bu süreç uzun vadeli olanları hariç belirli bir takvimdeki taahhüdümüz dikkate alınarak hafta boyu sürmektedir, yazımı ise en fazla iki gün, o da aynı günlerde başka meşguliyetlerimizin olması nedeniyle… Şunu ifade edeyim ki, anlamadığımız bir konuyu yazmaktan içtinap ediyoruz. Meselelerin belirli bir bütünlük içerisinde, eşyanın künhüne vakıf olacak şekilde anlaşılması için çok yönlü çalışmalar yürütmek de zorunlu olmaktadır. Bunlar bireysel okumalardan yerli ve yabancı saha uzmanlarını dinlemeye, dikkat ve nezaket gösterip yazılar üzerinde yorumlarını iletenlerden istifadeye, belirli bir model dahilinde yazı içerikleri ile ilgili gelişmeleri her tür vasıta ile izlemeye kadar birçok etkinlikten oluşmaktadır. 


Kendimiz için olduğu kadar dostlarımız ve okurlarımız için de müstakil, çok yönlü, birçok çözüm seti ve analiz yöntemini kullanabilen bir zihinsel düzeye ve bilince erişmeye ayrı bir bir önem vermekteyiz.

Yazılarda çok sayıda kaynak kullanmamıza rağmen sadece özgün ve temel eserlerin künyelerini sizlerle paylaşmaya çalışıyoruz. Birçok kaynağı da yazmak zihinleri dağıtabilir ve gereksiz malumat yığını olur diyerek belirtmiyoruz.

Bazen yazıların uzunluğu ya da yabancı kelimelerin kullanılması eleştiri konusu olabiliyor. Şunu belirtmek gerekir ki, bazı konularak efradına cami ağyarını mani olabilmesi için belirli bir uzunlukta yazmak gerekiyor. Sadece yazı uzun olsun diyerek yazıları uzatıyor değiliz. Konuyu özetleyerek koymak tam anlaşılması için yeterli olmayabilir diye düşünüyoruz.

Yabancı kelimeler konusuna gelince, mümkün olduğunca Türkçe kelimeler kullanmaya çalışıyoruz. Ancak, bir konunun merkez üssünü oluşturan terimler yabancı terimler ise burada mümkün olduğu ölçüde orijinal terimi kullanmayı yeğliyoruz. İş kelime ve terim kısmında farklılaşıyor. Ancak elimizden geldiği kadar terimlerin anlamlarını parantez içinde vermeye çalışıyoruz.

En büyük arzumuz bir gün bu tür yazıların tam akademik uzmanlık aşamalarını tamamlamış genç ve bizden daha donanımlı kardeşlerimiz tarafından yazılmasıdır. Bunun kadar büyük bir arzumuz da yazıların bir nevi okul görevi, zihinsel bir vaha görevi görmesidir. Eğer yazılar paylaşılmıyor, anlaşılmıyor, okunmuyor ve eleştirilmiyor, yorumlanmıyor ise amacımıza ulaşmış sayılmayız. 

Birbirimizin duygularını manipüle ederek değil, acı ve hüzünlerini, düşüncelerini ve kaygılarını paylaşarak ciddi bir formasyon oluşturacak şekilde bilgi ve yöntem dengesi sağlanmış yazılarla niteliğimizi artırmak ana hedefimizdir.

Bizden daha donanımlı bir nesil bekliyoruz, zira karşıya kaldığımız sorunlar o kadar büyüktür ki, ciddi bir altyapıya sahip devasa kurumlarla, elit yetişmiş bireylerle ve basiretli kararlarla baş edebiliriz. Bu vesileyle bazı dostlarımız yazılardaki hamaset yoğunluğunu az, tenkit yönünü fazla bulmaktadırlar. Halbuki bizim bazı okurlarımızın ortamında bunun tam tersi beklenmektedir: Yüksek hamaset ve sınırsız övgü. Kusurlar ise hep bizim dışımızdakilere aittir. Özellikle büyük politikalar, uluslararası dengeler, savaşlara dair analizler son derece akılcı, iyi hesaplanmış mukayeseli veriler, düşman güçlerin analizleri, zayıf yönlerimiz, güçlü yönlerimiz tespit edilirken tam da eleştirildiğimiz gibi olmalıyız. Bazen kalbimizin istediğini aklımızın doğrusu olarak görmek isteriz. Bu gerçeği bozmaya, değiştirmeye kalkışmak gibi vahim sonuçları olacak kararlar almaya sürükler bizi. Yazılarımızda okuyanlar arasında karar alıcı veya uygulayıcılar da olduğu için mümkün olduğunca iki resmi de aynı karede vermeyi tercih ediyoruz. Ama eğer ikisi arasındaki fark uçurum olursa rasyonel seçimleri önemsiyoruz. Bu da yazılarımızın yazım ve inşa sürecinde bizi çok zorluyor.

İşte bu süreçlerden geçen yazılarımızın hikayesi… Dilerim bu hikaye ilginizi çeker ve belki de faydası olur… Çok iyi bildiğiniz gibi “Kader gayretin aşığıdır”; biz de karınca misali yazmaya, sizler ile müzakereye, doğru bildiklerimizi anlatmaya çalışacağız. Sürçü lisan edersek affola. 

Mehmet Ali BAL - Haber7

Yorumlar3

  • Niyazi kahraman 5 saat önce Şikayet Et
    Tebrik ederim dostum bilgi ve para sebil gibi olmalı dır. Yoksa seninle gider ve hiç birşeye faydalsı olmaz
    Cevapla
  • Batman zeki 18 saat önce Şikayet Et
    Sayın yazar sizi ilk okuduğumda merakım şu olmuştu yazılar niye uzun diye eleştirmiştir . daha sonra fikrim değişti ele aldiginiz derin ve geç kalınmış meselelerin izin izahını tam anlaşılması için böyle gereklidir diye kanaatim oldu siz zahmet edin bizde zevk ve ibretle okuyalim
    Cevapla
  • Kerimoğlu 19 saat önce Şikayet Et
    Çok güzel tebrikler
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat