Savaşlar, Meclisler ve Liderler

  • GİRİŞ08.12.2025 08:27
  • GÜNCELLEME08.12.2025 08:48

Savaşlar insanların ve milletlerin hayatında olağanüstü etkiler yapan nadir büyük olaylardandır. Bazısının sonucunda bir devlet yıkılır, bir millet esarete mahkum olur; bazısının sonucunda ise esir bir milletten şanlı bir gelecek ve kutlu devletler çıkar. Savaşın bu etkilerini elbette çok güçlü ifade eden deyimler vardır. Ama Japonya'nın Çin’in Tayvan’ı işgal etmesi halinde bunu “Kendisi için Ontolojik bir tehdit sayacağı” beyanı bana çok güçlü bir ifade olarak görünmüştür. Bu beyan tabi ki Çin Tayvan’ işgal ederse Japonya’nın Çin’e savaş ilan edeceğinin ifadesidir. Ontolojik kavramıyla tıpkı bir birey için söz konusu olan biyolojik, duygusal, ruhsal, felsefi, vb varoluşsal olguların Japonya için de geçerli olduğunu vurgulamaktadır.

Tarih genellikle savaşların sebeplerini ve sonuçlarını kalın harflerle yazar ama savaş süreçlerini çok az tarihçi incelemeye değer bulmuştur. Halbuki büyük varoluşsal sonuçlar doğuran savaşların gerçekleşme süreçlerinde tam anlamıyla varoluşsal olaylar (Büyük acılar, büyük kahramanlıklar, büyük ihanetler, büyük adanmışlıklar, ve güçlü bireysel ve toplumsal iradeler, vb ) yaşanır. En az sonuçlar kadar bu süreçler de önem taşırlar. Hatta bazen süreçler sonuçlardan daha önemli ve daha ibretamiz örnekler içerirler…

Savaşların gerçekleştiği tarihlerin ardışık bir düzen içermediği dikkate alındığında (Mesela dünyayı değiştiren iki büyük savaş aynı yüzyılın ilk yarısında cereyan etmiştir) her an savaşa hazır olmak gerekir. Zira savaş yoluyla politika kadim bir yöntem olduğu kadar gelecekte de kendisinden vazgeçilmeyecek bir araçtır. Üstelik bazı dönemler vardır ki, savaşın ayak seslerini adeta sokaklarınızda duymak mümkün olur. Açık belirtilerini ve semptomlarını farkeder, teşhis edersiniz. Artık böylesi bir aşamaya gelindiğinde barış mümkün hatta vaki olsa bile savaş için son derece hazırlıklı olmanız ve düşmanınızı da savaş için elverişli şartlarından ve imkanlarından uzak tutmanız elzemdir.

Savaş Meclisleri ve Liderler

Bu başlık altında savaşların iki unsurunu mercek altına almaya çalışacağız. Meclisler ve liderler hem savaş şartlarını oluşturmada hem de savaş hazırlığı yapmada öncü rol oynarlar; diğer yandan da savaş sürecini ve takip eden barış sürecini birlikte yönetirler. Millet ne kadar kalabalık ve devlet ne kadar büyük olursa olsun nihai planda düşmanla savaşma kararını veren ve savaşı yöneten ateş hattındaki liderler ve meclisler “Ontolojik (varoluşsal)” kararlar almaya millet, tarih ve Yaratıcı önünde karar almak ve icra etmekle içsel (Subjektif) ve dışsal (Objektif) şartlar ve kuvvetler itibarıyla icbar edilirler. Bu üstlendikleri ağır sorumluluk süreci götürmeye yetecek akıl ve zekaya sadece onların sahip olduğu anlamına gelmez. Ancak, kalabalık milleti ve düşük devleti mobilize etme becerileri ve fazilet sahibi olmaları anlamına gelir; bu özellikleri sayesinde liyakat sahiplerini isabetle tespit ve hasetsiz görevlendirmeleri mümkün olur.

Maraton Savaşında (MÖ 490) kumanda etmek üzere sürgündeki bir generali (Miltiades) tercih eden 10 generalden oluşan “Atina Savaş Konseyi” meclis ve lider başlığı altındaki iki pozitif örnektir. Sefer Gücünün komutanı olarak Miltiades önemli bir tercihtir. Zira Miltiades bir süre Pers ordusunda subay olarak çalışmış, Perslerin savaş yöntemlerini ve geleneklerini bilen bir generaldir. Savaş Konseyi Başkanı General Kallimakhos beşe beş dengede olan generaller heyetinin kararını Miltiades lehine oyuyla tesis eden generaldir. Büyük Pers Kralı 1. Darius’un ordusuna ise bir Med Amirali olan Datis ve 1. Darius’un kardeşi ve Sard Satrabı olan Artephernes’in oğlu General Artephernes komuta etmektedir. Bu Pers imparatorunun savaşa verdiği önemi göstermektedir.

Maraton Savaşı örneği savaş meclisleri ve liderleri hakkında zengin bir malzeme içermektedir. Birincisi savaş meclisleriyle ilgilidir. Burada iki tür meclisten söz etmek mümkündür. Genel yönetim meclisleri ve savaş meclisleri. Bu meclisler ve liderler ilk çağlarda bazen tek bir meclis veya liderde tecessüm edebiliyorlardı. Ancak, insanlık geliştikçe ve sistemler modernleştikçe genel meclis yönetimi ve komuta ile askeri (savaş) yönetim/ komuta işlevleri ayrışmıştır. Atina şehir devletinin üst yönetimini sağlayan soylular sınıfı ve liderliği savaş öncesi Batı Anadolu'daki yerel nüfusu kullanarak Perslerin Şard Satraplığını rahatsız etme kararını almıştır. 1. Darius’un güçlü bir ordu göndermesiyle birlikte savaşa ilişkin uygulama kararları Savaş Konseyine verilmiştir. Savaş Konseyi de savaşı yönetecek liyakatli, birikimli, halihazır düşman ile muharebenin yöntemlerini bilebilecek bir generali ve kararlarını desteklemiştir.

Meclisler dediğimizde benim ilk aklıma gelen İkinci Pön Savaşları esnasındaki Roma Senatosu’dur. Savaşı ordular yapar, ancak savaşa karar veren, barışa karar veren, ana politikayı belirleyen ve uygulatan, savaşma iradesini temsil eden meclislerdir. Roma’ ın MÖ 238 yılında Sardinya Adasını işgale etmesi, Kartaca’dan savaş tazminatı ve Akdeniz’in Batısından çekilmesini talep etmesiyle başlayan savaşlar silsilesi başlamıştır. Meşhur Kartacalı komutan ve lider Hannibal (Hamilcar Barca) İber Yarımadasındaki Sagantum’a yerleşerek (MÖ 219) ertesi yıl İtalya seferine çıkar. Piyadeler, ağır süvariler ve fillerden oluşan ordusuyla Güney Fransa’yı aşarak, Alp Dağlarının eteklerine gelmiştir. Kendisini bekleyen Foma kuvvetlerini Ticius ve Trebia’nın bataklıklarından geçirerek, gerisinde bırakmıştır. Savaşı Roma ordusunun değil kendi istediği yerde başlatma prensibini benimseyen Hannibal nitekim Roma ordusunu Tresimen Gölü çevresinde yok etmiştir. Tresimen mağlubiyetinden sonra Senato Roma orduları komutanı olarak Fabius Maximus’u atar. F. Maximus farklı olarak Hannibal’a karşı yıpratma taktikleri izler. Düşman ordusunun oyun değiştirici unsurları olan süvari birliklerini dağlara çekmeye çalışır, Hannibal’ın yolu üzerindeki ikmal noktalarını ve kaynakları yok eder. Ancak, yıpratma savaşı uzun vadede sonuç alınabilecek bir savaş taktiğidir.


Buna bir de coğrafyanın elverişli olmasını ilave etmek gerekir. İtalya Napolyon ordularını yutan bir Rus coğrafyasına sahip değildir, stratejik genişlikten yoksundur. Hannibal Roma şehrini geride bırakarak İtalya’nın ikinci büyük kenti olan Capua’ya yönelmiş ve Cannae’de Roma ordusunu adeta katliamdan geçirmiştir (MÖ 216). Kazandığı zaferlerden sonra Hannibal, iradesini kırdığını düşündüğü Roma senatosuna barış teklifi yapmıştır. Ancak, Senato bu mağlubiyetlere rağmen barış teklifini reddetmiştir. Senato’nun bu iradesi sayesinde Hannibal kazandığı zaferlerin meyvelerini yiyememiştir. Ordusunu Capua’da dinlendirmeyi tercih etmesi bir başka hatası olmuş, Ordu bu istirahat nedeniyle gevşemiştir (Capua sendromu). Senato Fabius Maximus’u tekrar konsül olarak atamış, MÖ 209 yılında Fabius Tarantum’u Kartaca’dan geri alarak Roma müttefiklerinin sırt dönmesini engellemiştir. Aynı tarihlerde Afrika’daki Roma birliklerinin komutanı olarak atanan Scipio ise bir seri muharebeden sonra Kartacalı Hannibal'ı Zama’da kesin bir şekilde yenilgiye uğratmış, nihayet Kartaca Roma’nın taleplerine boyun eğmiş, Zama Anlaşması imzalanmıştır. Bütün bu süreçte Romalı komutanların ve orduların başarısının ardında sağlam duran, iradesini ayakta tutan, ordulara asker ve kaynak sağlayan Senato kritik bir işlev görmüştür.Bu çağda Hannibal’in yaptığını geçtiğimiz çağda Avrupa’da Hitler, Uzakdoğu’da ise Japonya Yıldırım savaşlarıyla (Blitzkrieg) yapmaya çalışmışlardır: Daha doğrusu Hitler ve Nazi Partisi ile Japonya’da Zaibatsunun temsilcileri olan Japon genelkurmayı. Ancak her iki güç ne günlerce bombalanan İngiltere’ye ve Sovyetler Birliğine ne de Amerika ve Çin’e boyun eğdirememişlerdir. Arzuladıkları karşı iradeyi kırma çabaları boşa çıkmıştır.

Savaş meclislerinin farklı bir formasyonunu Avrupadaki Napolyon savaşları sırasında görmekteyiz. Fransa’yı bir güç olarak ortaya çıkaran Napolyon’un Avrupa Birliğini sağlamak amacıyla Avrupa’yı işgali faaliyetlerine karşı önemli zaferler kazanan 1. Wellington Dükü Arthur Wellesley’i (1769-1852) hatırlatmak istiyorum. Napolyon’un Grande Armée’si Avrupa devletlerini dayanılması bir güç ile karşı karşıya bırakmışken Bu Demir Dük lakaplı 1. Wellington Dükü Napolyon ordularıyla işgal ettiği ülkelerde savaş vermiştir (Portekiz, İspanya). Napolyon’un Elbe adasından kaçıp, Fransız ordusunun başına geçerek Prusyalıları yenmesinden sonra Avrupalı müttefiklerin ortak görüşüyle Ordu komutanı olarak davet edilmiştir. O sırada kendisi İngiltere adına Viyana Kongresine (1814-1815) katılmış bir diplomat statüsündedir. Nihayet Waterloo Savaşında (1815) kendisinden daha önde bir mareşal kabul edilen Napolyon’u kesin yenilgiye uğratmıştır. Sevilmeyen ancak saygı duyulan bir komutan olan A. Wellesley askeri becerileri itibarıyla emsalsizdir. Savunma savaşında soluduğu kadar saldırı savaşında da başarılıdır. Disiplinli bir komutandır. Aynı zamanda siyasi öngörüleri ve becerileri de vardır. Bu özellikleri nedeniyle Viyana Kongresindeki Avrupa Devletleri temsilcileri devletlerini temsilen Avrupa ordusunun komutanı olarak Arthur Wellesley’i seçmişlerdir. Burada kendi aralarında anlaşmakta zorluk çeken dönemin Avrupa devletlerinin A. Wellesley gibi bir general üzerinde Avrupa Ordularının komutanı olarak karar birliğine varmaları önemlidir.

Viyana Kongresine Birleşik Krallık, Avusturya, Prusya Rusya gibi Napolyon’a karşı ittifak etmiş büyük devletlerin yanında Paris Antlaşmasına (30 Mayıs 1814) imza koyan İsveç ve Portekiz ve İspanya da katılmıştır. Avrupa siyasi haritası ve güçler dengesi bu Kongre ile belirlenmiştir. Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasında temel rolü dönemin Avusturya Başbakanı Klemens Wendel Lothar von Metternich (1773- 1859) oynamıştır. Bizim Tanzimat dönemi devlet adamlarımızı da etkileyen Kont Metternich siyasi zekası itibarıyla müthiş bir devlet adamıdır. Avrupa uyumu ve Napolyon belası gibi gailelerin önlenmesinde milli meclisin yerine getirdiği işlevleri hem bireysel hem de uluslararası kongreler eliyle icra etmiştir. Şu kadarını söyleyelim ki, dönemin ihtilalci ve milliyetçi akımlarını, Rusya’nın saldırgan iştihasını, Kuzeydeki enerjik Alman prensliklerinin yayılma iradelerini, Napolyon saldırganlığını, vs aklıyla ve siyasi zekasıyla önlemiş, Avrupa uyumunu sağlamış ve Avusturya Macaristan İmparatorluğuna 50 yıllık fazladan bir yaşam imkanı sağlamıştır. O’nun zekasını anlamak için basit bir siyasi ittifak kurgusunu paylaşmak istiyorum. Metternich’in yeni Avrupa politikası üç temel görüşe dayanmaktaydı. Birincisi “Orta Avrupa” merkezliydi, Avusturya’nın önderliğinde Rusya ve Fransa’ya karşı Birleşik Krallık ile ittifak; ikincisi Batıdan gelebilecek yeni ihtilal hareketlerine karşı Birleşik Krallık, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında dörtlü ittifak; üçüncüsü ise tüm Avrupa’da iç ve dış barışın korunması için Fransa’nın da katıldığı beşli ittifak. Burada büyük siyasi dehaların arasındaki ortak yaklaşımı da ifade etmek istiyorum. Metternich Avrupa güçler uyumu için halihazırda düşma pozisyonunda olan Fransa’yı da ittifak aktörü olarak kabul etmekteydi. A. Wellesley de savaştığı Fransa'nın siyasi varlığının devamını savunmuştu. Son olarak bir başka siyasi deha olan, milli meclislerin o dönemde yerini alan uluslararası kongrelerin dahisi ilk Şansölye Bismarck (1815- 1896) da Sedan Savaşında (19 Temmuz 1870- 10 Mayıs 1871) ağır yenilgiye uğrattığı Fransa’yı gelecekteki Rusya karşıtı ittifak için aktör olarak güçlendirmeyi tercih etmiş. İlhak edebilecek iken Avusturya’nın gelecekteki Germen menfaatleri için bağımsız varlık göstermesini uygun bulmuştur.

Meclisler ve Liderlerin Fonksiyonları

Lider ve meclisler milletlerini ikna etmek için rasyonel deliller getirmeleri, örnek davranışlar sergilemelidirler. Bu şekilde kurumlarını, milletlerini, bazen de ittifak içinde oldukları devletleri ve belki de küresel kamuoyunu ikna ederler. Bu “rıza üretimi” ve “etkileme fonksiyonu” için hayli zengin bir literatür bulunmaktadır kuşkusuz. Ben sadece bizim dünyamızın kültürü ile uyumlu temel bir örnek vermek istiyorum. Kuranı Kerim’de Hz. Adem’in yaratılışının anlatıldığı ayetler konumuz bağlamında ilginçtir ve yol göstericidir. Zatı mutlakını ve tenzih ederek idrak etmeye çalışırsak, Allah (cc) insanı yaratırken melekleri ikna ediyor.

”Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.// Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin// Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler. ” (Bakara 30-32). Bu anlatılan hadise büyük ibretler ile doludur.

Mutlak kudret ve hikmet ve ilim sahibi Allah (cc) melekler gibi sadece kendisini tesbih ve zikirle ve tâzimle yaşayan sorgulama kabiliyetinden mahrum yarattığı varlıkların aklına hitap eder tarzda bir halk ve icadının hikmetine dair deliller sergilemektedir. Bu ilahi model ve işleyişi merkeze alarak; kusurlu ve eksik beşeri özellikler taşıyan nispi güç sahibi yöneticilerin bizatihi sorgulama yeteneği ve hakkı olan toplumlarına ve diğer toplumlara karşı ne derece rasyonel ve ikna edici deliller getirmeleri gereği açıktır. Dolayısıyla liderlerin anlaşılır, ikna edici, inşa edici, merhametli, hakkaniyetli, feragat sahibi, vb üstün niteliklerin sahibi olması gerekmektedir. Akli ve duygusal melekelerinin aracısız, kişiden kişiye nüfuz etmesi şarttır. Burada modern Hitler modellemesini baştan reddedilmektedir. Zira modern liderler doğal beşeri müktesebatları ile değil; farklı araçlar ve imkanlarla inşa edilmiş gerçek olmayan kişilikler olarak dikkati çekmektedirler. Bu kolaycılık ve gerçek dışı durumdan kurtulmak zorunluluğu vardır.

Diğer taraftan liderler ve meclisler sorumluluk ve inisiyatif almış öncülerdir. İlk önce ateşe onlar atılırlar. Özellikle olağanüstü savaş dönemi gibi dönemlerde meclisler “J. J. Rousseau’nun “Güçler Birliği” ilkesine göre yetkilerle donatılırlar. Yani meclis üyeleri bizim ilk kurucu meclisimizde olduğu gibi yasama, yargı ve idari görevleri birlikte üstlenirler. Meclisler bir milletin siyasi kudretinin tecessüm etmiş yapılarıdırlar. İşlevsiz kalan meclisler adeta kudretini yitirmiş milletlerin sembolleridirler. Bütçe yapma hakkı, milleti temsil hakkı, aşağıdan yukarıya irade ve desteğin aracı meclislerdir. Keza yukarıdan aşağıya yükümlülükler de meclis süzgecinden geçerek farklı organlar aracılığıyla empoze edilirler. Meclislerin bir diğer fonksiyonu ise “şura düşüncesinin ve hakikatinin” bir tezahürü olarak her unsurun diğerini beslemesidir. Bu noktada, alışıldık hiyerarşilerin ortadan kalktığını birçok örnekten bilmekteyiz. Mesela Hendek Savaşı (MS 627) öncesi güçlü müşrik ordusuna karşı zayıf pozisyonda bulunan Medine’deki Müslümanların korunması için Hazreti Peygamber (ASM) Arap bile olmayan bir kölenin, Selmanı Farisinin Hendek kazılması önerisini benimsemiştir. Birbirini besleme anlamında meclis ve müşavere için en sevdiğim örnek İstanbul’un Fethi (1453) öncesi Fatihin harp divanında konuşulanlardır. Kuşatmanın uzaması, bazı nedenlerle Ordu içinde bazı sorunların ortaya çıkması, bazı komutanların kuşatmayı kaldırma düşünceleri olması gibi nedenlerle bir ara Fatih de kuşatmayı devam ettirmek için harp meclisini toplama ihtşyacı hissetmiştir. Bu meclis de özellikle Karesi Beyliğinin bakiyesinden Serhat Komutanlarından Şehabettin ve Zağanos Paşalar ile Veli Mahmut Paşa kuşatmaya devam etme yönünden kuvvetli fikir beyan etmişler, Fatih gibi tab’an fetihçi bir hükümdarı ruhen ve hissen ve aklen teyit etmişlerdir, destek olmuşlardır.

Teknik çerçevede, Roma ve Kartaca ordularının komutanları üst sınıftan soylulardı. Bu soylulara verilmiş bir payeden çok, savaş konusunda milletlerinin önünde gitmek sorumluluğunu almak demekti. Bu talebin savaş esnasında düşman tarafından geldiğini de tarihte görmek mümkündür. Mesela Bedir Savaşında (MS.624) Mekkeli müşriklerin teke tek mübareze davetine çıkan Medineli müslümanları geri çevirmişler, soy ve statü bakımından kendilerine denk üç Müslümanın karşılarına çıkmasını istemişlerdir. Bu aslında toplumlardaki bilinçaltını gösterir bir örnektir.

Her toplum inisiyatif, sorumluluk ve özveri açısından lider sınıfını başta görmek ister. Vakıa savaş süreçleri ağırlaştığında her milletin büyükleri sorumluluk almışlardır. Bunun savaş meydanındaki örneği komuta sınıfının önde savaşmasıdır. Nitekim bizim Çanakkale Savaşımızda 50 bin eğitimli subay kaybımız vardır. Sakarya Savaşı için subay savaşı denilir. Bunu çağdaş askeri konsepte de görürüz. ABD'li orgeneral David Petraeus devasa büyüklükteki askeri birlikler içinde “Küçük birlik liderliğini” ön planda tutar. Çünkü beşeri gücü mobilize eden, yöneten nihai komutan küçük birlik komutanıdır. Teoriden Güncel Sahaya İşaret Fişeği Yukarıdaki teorik bölümlerin kendi başlarına bir anlamları vardır. Ucu açık okumalar için bu kısma kadar etüt edilmesinde fayda vardır. Nitekim gerek siyasi gerek askeri anlamda yukarıda örnek verdiğimiz tarihi olaylar hala üniversitelerde, düşünce kuruluşlarında, devlet kurumlarında analiz edilmekte, üzerlerinde çalışılmaktadır.

Ancak, bu yazıyı kaleme alma nedenleri arasında son yıllarda dünyanın içinde bulunduğu ağır harp atmosferinin daha da yoğunlaşmış olmasıdır. Hatta Japonya’nın yeni başbakanının da dediği gibi “Savaş riskinin ontolojik bağlamda belirleyici bir düzeye yükselmiş” olmasıdır. En son yayınlanan Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi dünya üzerindeki yeni savaşların habercisi gibi görülmektedir. Özellikle Avrupalı güçler Rusya karşısında yalnız bırakılmışlardır. ABD ise büyük ölçüde Çin’e karşı konumlanmaktadır.

Ortadoğu’ya ilişkin ABD politikaları ve yaklaşımları barış ve düzen getirmekten çok uzaktır. Aksine T. Barack’a söylettirilen tasarılar, projeler ve fikirler Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlarda ancak büyük kuvvet empozesi (işgal gibi) ve savaşlarla yapılabilecek düzenlemelerin habercisi gibi görünmektedir. İstikrarsızlık merkezli ABD dış politikası bazı alanlarda somutlaşmaktadır. Avrupa ölçeğinde ihtiyaç duyulan Kont Metternich, Şansölye Bismarck ve Wellington Dükü küresel ölçekte de bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçtan Türkiye de vareste değildir.  Mehmet Ali BAL

Yorumlar2

  • Ali 2 saat önce Şikayet Et
    Ellerinize sağlık
    Cevapla
  • misafir 3 saat önce Şikayet Et
    önümüzdeki 10-15 yıl çok şeylere gebe , çok çalkantılı dönemler olacak , umarım milletimiz chp yi iktidara getirmek gibi bi gaflete düşmez , zira bu hem bu ülke hem milletimiz için çok büyük bir hüsran olabilir , yönetim ehil ellerde olmazsa ,Allah korusun ...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat