Yalta- 2025 Konferansı Nasıl Sonuçlanacak?

  • GİRİŞ15.12.2025 09:02
  • GÜNCELLEME15.12.2025 09:02

Yalta Konferansını İkinci Dünya Savaşıyla ilgili bilgi sahibi olanlar az çok bilirler. 4-11 Temmuz 1945 tarihleri arasında Savaşın büyük galip devletlerinin başkanları tarafından savaş sonrasının müzakereleri yapılmıştır.

Konferansta ABD Franklin D. Roosevelt, Birleşik Krallık Winston Churchill ve SSCB ise Josef Stalin tarafından temsil edilmiştir. Yalta Konferansına ait ikonik fotoğrafı göz önüne getirirsek ilk planda oturan üç lideri görürüz. Farklı noktalara bakan bu üç lider aslında farklı düşünceleri, hedefleri olan, hala ince hesaplarla müzakereleri yürüten müzakereci rakipleri yansıtmaktadırlar. Liderlerden Franklin D. Roosevelt bir Süpermen gibi giyinmiştir adeta, elbisesinin üzerinde şık ve büyükçe bir pelerin vardır. Dönemin Amerika algısına ve Amerika’nın dünyaya vermek istediği mesaja uygun bir kıyafettir bu. Winston Churchill kalın paltosu içinde farklı bir coğrafyada oluşunu hissettirmektedir. Josef Stalin ise diğer ikisinden farklı olarak askeri üniformalıdır. Arka plandakilerin herbiri kudretli bakan ve generallerdir. İsim isim hepsini saymaktan ziyade o atmosferi yorumlamaya çalışmak daha anlamlı olabilir.

Bazıları liderlerinin hemen arkasındadırlar. Bazıları ise kendi aralarında konuşmaktadırlar, belli ki müzakere faliyeti ve psikolojisi devam etmektedir. Bu Kodak makine ile çekilmiş fotoğraf o kadar ilginç bir fotoğraftır ki, sanki içindekiler canlı gibidirler, dokunsanız dışarı çıkacak haldedirler. Bu muhtemelen Konferans sırasında bile hala devam eden küresel savaşın şiddetinden ve fotoğraf karesindeki liderlerin ve adamların kudretli adamlar oluşundandır.

Biraz fotoğrafın arka planına bakarsak bu adamlar beraber oldukları bir hafta içinde Nazi Alman İmparatorluğunun tamamen silahsızlandırılmasına, genelkurmayının lağvedilmesine, Avrupa’nın paylaşılmasına, Polonya’nın taksimine ve rejimine karar vermişlerdir. Fotoğrafı üzerine bu kadar konuşmamıza karşılık, başlık bugünlerimize dair mutlak bir durumu ifade etmiyor (Ancak, nispi anlamda Yalta Konferansı cereyan ediyor olabilir mi bazı platformlarda?).

Henüz Üçüncü Savaşı tam anlamıyla başlamış ve bitmiş değil. Belki de savaş yapılmadan mağluplar ve galipler olacak. Tıpkı savaş yapılmış gibi sınırlar belirlenecek. Ülkeler paylaşılacak. Elbetteki hiçbirşey önceki gibi olmayacak. Her olayın her savaşın kendi içinde bir özgünlüğü vardır. Ama yine de bu nispi (Göreceli) gölgeler ve olaylar dünyasının karmaşasını, gerilimlerini ve çatışmalarını anlamlandırmak için bildiğimiz bir tarihi modellemeler zincirinden yararlanacağız. Bu yüzden, Yalta-2025 gerçek olmasa da bu modellemeyi kullanacağız.

Böylesi modellemeler zincirinden yararlanmak biraz da zorunluluk. Zira değişen karmaşa ve çatışma biçimleri bazen yöneticileri ve aydınları içinde bulundukları durumların vahametini anlamalarını zorlaştırabilir. Gelişen olayları olağan durumların bir parçası olarak algılayabilirler. Halbuki tarihi süreçte vuku bulan büyük olaylara ve savaşlara vakıf olunduğunda güncel süreçleri anlamlandırmak kolay olabilir. Mesela kamuoyuna basit bir sanayii ürünleri ambargosu gibi görünen bir durum tam anlamıyla harp atmosferinin parçası olabilir. Özellikle yüksek teknoloji şirketlerinin merkezlerini taşımaları veya herhangi bir bölgedeki operasyonlarını başka bölgelere kaydırmaları savaşın ta kendisi olabilir. Büyük göç dalgalarının tahriki Birinci Haçlı Seferinde olduğu gibi milyonların başka ülkelere başıbozuk birliklerin sevk edilmesi olabilir.

Bu nedenledir ki, bazı olayların arka planı stratejistler tarafından farklı okunur, farklı yorumlanır. 29 Eylül 1938 tarihli Münih Anlaşmasını ele alalım. Çekoslovakya'nın gelişmiş Südet Bölgesinin (Büyük silah şirketi Skoda’nın fabrikaları bu bölgede bulunmaktaydı) Hitlerin talebi üzerine Almanlara bırakılmasını içeren bu anlaşma taraflara ve zamana göre o kadar farklı anlamlar taşımaktadır ki, gerçeğin ortaya çıkarılması kolay değildir. Südet bölgesinin Almanlara bırakılmasına rızaen imza koyan İngiltere ve Fransa liderleri çok eleştirilmiştir. Ancak, bugün bildiğimiz şudur ki, tuhaf davranışlar sergileyen Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain İngiliz istihbaratı tarafından ordunun seferberlik için zamana ihtiyacı olduğu konusunda bilgilendirilmiştir. Chamberlain zamana oynamaktadır.

Daha doğrusu İngiliz devlet aygıtının O’na verdiği görev budur. Fransa Başbakanı Edouard Dalladier de aynı şekilde Fransız ordusunun hazır olmadığı konusunda bilgilendirilmiştir. Vakıa Fransız ordusu neredeyse hiç hazır olamayacaktır. Savaşın ilk başında işgal edilecek ve Stalin ile Hitler arasında pay edilecek olan Polonya bile Çekoslovakya’dan toprak kopartmıştır. Stalin ise kendisine danışılmadan ve Sovyet delegesi çağrılmadan imzalananan bu anlaşmadan dolayı kızgın ve Avrupalı liderlere karşı derin bir kuşku içindedir.

Nitekim bu kuşku Stalin’i sonradan müttefiki olacak Batılı Güçlerden gizli davranmaya itecektir. Hitler ise güç sarhoşluğunun zirvesine doğru yükselmektedir. Münih Anlaşmasına dair fotoğraf bu açıdan çok anlamlıdır. Fotoğrafın tam ortasında propagandist Hitler vardır. Gamalı Haç olan kolu hafif objektife çevrilmiştir. Daladier ve Chamberlain fotoğrafın kenarına iğreti bir şekilde ilişmiş gibidirler. Halbuki ne kadar da fani karakteri olan bir fotoğraftır bu. (Kendini fotoğrafın hakimi olarak kayda aldıran Hitlerin ülkesi çok değil üç ila beş yıl sonra farklı yoğunlukta hava bombardımanlarına maruz kalacaktır. Altı yıl sonra Kızılordu başkenti Berlin’e girecek, milyonlarca Alman kadınına tecavüz edilecektir.)

Nitekim Südet Bölgesini kolayca ilhak etmekten cesaret alan Hitler artık büyük oynamaya başlayacaktır. Nitekim 23 Ağustos 1939 tarihinde Alman ve Sovyet Rusya dışişleri bakanları Molotov- Ribbentrop tarafından bir saldırmazlık paktı imzalanmıştır. Bu Polonya'nın işgali ve iki güç arasında paylaşılması, Baltık devletleri ve Doğu Avrupa Cumhuriyetlerinin her iki gücün nüfuz bölgeleri olarak birbirlerine bırakılması demektir. Ancak, liderlerin tasavvurları ve tasarrufları ve kararları ne olursa olsun güçlerin, coğrafyanın ve tarihi zorunlulukların etkisinin hükmünü icra etmesi mukadderdir, kaçınılmazdır. Nitekim Sovyet coğrafyasını lebensraum yani yaşam alanı kabul eden Alman jeopolitik tasavvuru ve Sovyetlerin doğal olarak Orta Avrupa derinliğine kadar olan nüfuz arzusu er geç çatışacaktır.

Hitlerin ihtirası ve zamanlama bakımından acelesi bu kaderin kazasını (Yerine getirilmesini) çok geciktirmeyecektir. 1941 Barbarossa Harekatı ile Molotov- Ribbentrop Paktı Stalingrad ve Leningrad ile Kursk Savaşında ve Bagration Harekatında feci bir şekilde can verecektir. Şunu da tekrar ifade edelim ki, bir hayal ne kadar temelsiz ve büyük olursa çöküşü de o kadar kısa zaman içinde olmuştur.

Meşhur Bismarck Zırhlısı gibi. Yapımının gerektirdiği çelik miktarı gibi yarattığı ümitlerin ve efsanelerin büyüklüğü ölçüsüyle ters orantılı olarak yaşamı kısa sürmüştür. İngiliz donanması tarafından görevlendirilmesinden dokuz (9) ay sonra Kuzey Atlantik’te batırılmıştır. Aslında Hitler ve şürekasının Büyük Germen İmparatorluğu hayallerinin bir kısmı Bismarck Zırhlısıyla batmıştır okyanusun derinliklerine. İkinci Dünya Savaşının sona ermesi bugünden bakıldığında bıçakla kesilir gibi tüm dünyada aynı zamanda gerçekleşmiş gibi görünebilir.

Ama zamanın ve dünyanın ara bölgelerine girdiğimizde bazı sektörlerde savaşın devam ettiğini görürüz. Yalta’dan sonra başta mağlupların ülkelerinde olmak üzere savaşın ağır bedelleri peyderpey ödenmiştir.Esasen savaş genel ve mutlak bir barış da getirmemiştir. Kore Savaşı Büyük Savaşın hemen ardından çıkan kanlı ve uzun bir savaştır (25 Haziran 1950- 27 Temmuz 1953).

Bugünün Yalta Görüşmeleri

Şekli ve zamanlaması ve olayların sıralaması hayli değişmiş olmakla birlikte günümüzde bir nevi yakın tarihte gördüğümüz konferanslar, anlaşmalar, ilhaklar, ittifaklar, paktlar Büyük Savaş konseptinde gerçekleştirilmektedir. Ancak, yine tekrar edelim ki, bu saydığımız hususlar farklı biçimlerde farklı zaman sıralamasında gerçekleştirilmektedir. En son yayınlanan ABD Stratejik Güvenlik Belgesi - 2025 bir anlamda bazı sınırlar çizmektedir. Bu sınırlardan birincisi ile bizatihi kendi güvenlik ve nüfuz alanlarını ilan etmektedir. Bu Kuzey ve Güney Amerika Kıtalarını kendi münhasır bölgesi saymaktadır. Nitekim Venezuela’nın kaynaklarını rakipsiz kullanma iradesi ve bu yönde uyguladığı baskı bu konuda neyi göze alabileceğini ilan etmektedir. Keza Trump’ın ikinci başkanlığının ilk günlerinde talep ettiği Kanada, Grönland, Panama Kanalının tek hakimi olma istekleri bunun göstergesidir. Kuzey Kutup Bölgesinde ise Rusya ile ortaklığa gireceğini, bu yolla hem Kutup Bölgesinden anlaşmalı ortak olarak hidrokarbon yataklarını işleteceğini (Halen Amerikalı petrol şirketleriyle ortaklıklar mevcuttur), Rusya ortaklığı ile Çin’in bölgeye erişimini mümkün olduğu ölçüde kısıtlayacağını anlamaktayız. Buradaki asli ortak olarak Rusya’yı tercih ettiği, Avrupa’yı asli ortak değil, bir kısmı itibariyle nötr devletler bir kısmı itibariyle de stratejik nüfuz bölgeleri ve bir kısmı itibariyle de rakip güçler olarak değerlendirdiği görülmektedir.

Dolayısıyla Doğu Avrupa, Baltık Cumhuriyetlerinin bazıları üzerinde Rusya’nın nüfuzunu tanıyacağını göstermektedir. Bu İkinci Dünya Savaşı öncesi Molotov- Ribbentrop Paktının daha kapsamlısı olarak görülebilir.

Ancak, Çin’i sadece kısıtlayıcı tedbirlerle sınırlandırmasının mümkün olmadığı açıktır. Çin’in periferisinde mesela Tayvan üzerinde etki sahibi olma hakkını teslim edeceği görülmektedir. Ayrıca küresel seyrüseferi kendi tekeline alma şartıyla Çin için Güney Çin Denizi başta olmak üzere diğer denizlerde de ticaret özgürlüğü tanıyacağını ancak İran ve Irak gibi değerli ve yüksek montanlı hammadde bölgelerinden aşırı yararlanma hakkını sınırlandırmak istediğini göstermektedir.

Ortadoğu Bölgesi ve Akdeniz havzası özellikle Çin’in Hammadde ve gıda kaynaklarına (Akdeniz’deki Orkinos varlığı) tam genişlikte erişimini engellemek maksadıyla elde tutulacaktır ABD açısından. Ancak, gerek ABD kurumlarının politikalarından gerekse Trump bürokrasisinden anlaşıldığı üzere bölgedeki politik güçlerin kompozisyonu ve şekli konusunda farklı yaklaşımlar içeren süreçler devam etmektedir. Burada sadece bazı ilkeleri genel olarak sayabiliriz. ABD bölgeye hammadde kaynağı, finans birikimi ve eski dünyanın önemli bir ticaret güzergahı olarak bakmaktadır. Kaynakları paylaşma değil, inhisarına alma tarzı baskındır. Tam istikrar değil, yarı istikrar ve bağımlılık durumunu tercih etmektedir. Büyük bölgesel güçler tercih dışıdır. Bu bağlamda, görünen odur ki, Ortadoğu’da Türkiye’siz Müslüman devletçikler, Orta Asya’da ise Türkiye'siz Türk devletçikler arzu edilmektedir.

İsrail daha kritik işlev ve hizmetleri tamamlanmamış bir saldırgan ve savaş yapma yeteneğine sahip bir güçtür.Afrika kıtasının sömürülmesi ve domine edilmesine matuf kurulan ABD ordusunun kadroları doldurulmuş değildir. Kıtada Çin’e karşı ABD müttefiklerinin ve Rusya’nın mevzileriyle alan daraltması uygulanmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda bir dizi hükümet darbesi olmasına rağmen, geçtiğimiz hafta Benin’de buna müsade edilmemesi ilginçtir. Batı kıyılarında Nijerya merkezli birlik etkisini devam ettirmektedir. Sudan gibi Kıtanın muhtelif bölgelerinde Körfez ülkelerinin de etkisi görülmeye başlanmıştır. Rusya yanlısı darbe yönetimleri halen görevleri başındadırlar. Fransa ve İngiltere’nin kıta ile bağlarını devam ettirme çabaları da devam etmektedir.

Asya denkleminde Hindistan, Amerika denkleminde Brezilya bağımsız inisiyatif alabilecek ülkeler olarak önem taşımaktadırlar. Savaş ittifakı yönetme ve savaş yapma gücünde olmamakla birlikte ittifaklar içinde etkili olacakları tahmin edilmektedir. Kendi bölgelerinde oyun değiştirici ikincil ortak düzeyindedirler.

Siyasal Güç Yapıcıları Ve Sosyal Güç Yapıcıları

Bu alt başlık belki de başka bir yazının konusu olacak kadar geniştir. Ancak burada bir fikir vermesi ve konu bütünlüğü içinde yerinin anlaşılması için kısaca değineceğiz. Genel anlamda her siyasal, askeri ve ekonomik savaş ve yeniden inşa mutlaka bir sosyal dönüşüm gerektirir. En azından, güçlerin üzerinde bulunduğu beşeri haritanın değişmesi ve milletlerin, toplulukların hatta birebir bireylerin ikna edilmesi savaşların bir parçasıdır. İkinci Dünya Savaşında Londra halkının korkunç “Luftwaffe” bombardımanına direnebilmesi hem ulusal direnç hem devlet aygıtının toplumu ikna edebilmesi ile mümkün olmuştur. Bu ikna her zaman gönüllü veya pozitif bir formda da olmayabilir. Milletin başka çıkış yolu olmadığına inanması da savaşa katılımı artırır, direnişi güçlendirir. Keza İngiliz ve Sovyet sömürge imparatorluklarının tebalarını savaşa gönüllü veya zoraki şekilde savaşa sürebilmelileri de kayda değer bir başarıdır. ABD’nin “Pearl Harbor” sonrası toplumu savaşa ikna etmesi ise toplum ve bireyi hedef alan sosyal mühendisliğin yoğun ve titiz bir çalışması sonucudur.

Aslında ilk örnek çalışmadır. Buna karşılık Fransa devlet aygıtı üst bürokrasisi savaş iradesini ortaya koymaktan çekinmiştir. Dolayısıyla özellikle ordunun büyük kısmı mevcut kapasitesine rağmen teslim olmuştur. Buna karşılık savaş boyunca Fransız toplumu içinde bir direniş nüvesi müttefiklerin desteğiyle ayakta kalmıştır. Yine de Polonyalı şifre kırıcıların getirdiği “Enigma” çalışmalarını Nazi işgaline kadar muhafaza etmeleri ve şifre kırıcı uzmanlarla birlikte İngiltere’ye nakletmeleri büyük başarıdır.

Daha büyük sosyal dönüşümlere ayrıca yer ayırmakta yarar vardır. Zira bu değişimler sayesinde savaşların altyapısı ve takiben barış sonrasının sosyal yapısı belirlenmektedir. Bugünkü halkla ilişkiler ve benzeri alt disiplinlerin bir savaş disiplini olduğunu, özellikle Birinci Dünya Savaşından itibaren başta ABD olmak üzere yoğun kullanıldığını düşünürsek bu tür uygulamaların modern tarihini hayli geriye götürmek mümkündür (Geleneksel olarak bu çalışmaların tarihi çok daha eskidir). İngiliz Sömürge İmparatorluğu içindeki farklı din renkteki insanların, ABD’deki farklı etnik kökenden insanların, Sovyet İmparatorluğundaki milletlerin savaşa katılmalarında özgün fikirler ve ideolojiler amil olmuştur: kimisinde eşitlik, özgürlük ve diktatörlüklere karşıtlık kimilerinde ise toplumlar üstü ideolojiler etkili olmuştur. Böylelikle sosyal mühendislik çalışmaları hedef kitlenin bizatihi kendi dinamiklerini kendilerinin

hareketlendirmesini sağlamışlardır. Bugünün Yalta- 2025 Konferansının Katılımcısı büyük güçlerin ve büyük güçler içindeki sosyal ve siyasal güç yapıcısı teknoloji şirketlerinin bazen savaşları da aşan projeler gerçekleştirdiklerini görmekteyiz. Mesela savaşan devletlerin ve beşeri grupların savaşmalarına karşılık birbirlerine benzeşmeleri ilginçtir. Bu olayın kendi doğasından kaynaklandığından ziyade küresel teknoloji şirketlerinin yarattıkları yeni bireysel inşa ile ilgilidir. Bu şirketleri ciddiye almak gerektiğini çok defalar vurguladık. Mesela beş trilyon dolarlık bir değere ulaşan Nvidia’nın tek başına birçok büyük devletin üzerine bir güce ulaştığını, sadece teknolojik değişimi değil, teknolojik değişim ile sosyal ve siyasal değişimleri de tetiklediğini hatta sürüklediğini görmek mümkündür.

Konuyu çok uzatmadan hemen ana çizgilerini paylaşmak istiyorum. Yeni küresel güç kompozisyonu ile bazı geleneksel milli ve yerel yapılar değişecektir. Bu değişimin hiç de arzu etmediğimiz savaşlar ile keskin bir şekilde gerçekleşeceğini öngörmek mümkündür. Sadece bizim merkezimizde bir değerlendirme yaparsak, fiziki sınırları hiç değiştirmeden Ortadoğu’da İslamsız Ortadoğu, Orta Asya’da Türklüğün olmadığı bir Türk Cumhuriyetleri dünyası inşası süreci devam ettirilmektedir. Bunu daha açıklayıcı olması açısından şöyle yorumlayabilirim. Şu veya bu coğrafyada yaşayan nüfus aynı kalacak, ancak bu nüfusun kültürel ve duygusal kodları, değerleri değişecek. Yani bilgisayarın donanımları küçük değişikliklerle kalacak, ancak işletim sistemi tamamen değişecek. T. Barrack’ın ifade ettiği Hazardan Akdeniz’e kadar oluşacak refah bölgesi elbette bize ait bir refah bölgesi olarak tasarlanmamaktadır. Keza ABD’nin liderlik ettiği “C5 + 1 Görüşmeleri” Orta Asya’nın başka bir istikamette sosyal değişiminin de yolunu açacaktır. Yalnız burada tekrar vurgulamalıyım ki, okurlarımız bunun sıradan bir fiziki sınırlar değişimi olduğunu düşünmemelidirler. Gerçekleşen topyekun beşeri haritanın değişimidir.

Yalta 2025 Nasıl Sonuçlanacak? Sonuçları Kalıcı Olacak mı?

Bir metafor olarak kullandığımız Yalta -2025’in aynıyla değil ancak henüz tamamlanmamış formuyla belirli sonuçlar doğuracağı aşikar. Bu yarı hayali Konferansın üç lideri tarihte az görülür şekilde devletlerindeki gücü tekelleştirmiş durumdalar: Trump ABD gücünün, Xi Jinping Çin Gücünün ve Putin Rus Gücünün tartışmasız yoğunlaşmış timsalleri, kült liderleri…. Bu üç liderin arkasında gerçek Yalta Konferansının dışişleri bakanları ve saha mareşalleri görülmüyor. Zira yarı hayali Konferansımız çok bileşenli savaş devam ederken yapılıyor. Ama tam sadece büyük güçlerin birbirlerine saldıracağı büyük konvansiyonel savaş başladığında kendine özgü kahramanlarını yaratacak. Hammadde sahaları, stratejik devletler, ana ticaret güzergahları paylaşılıyor.

Bu masada sadece en güçlüler var. Mesela geçen yüzyılın büyük devletleri artık masada değiller. Güçlü adamlarla yapacakları ittifaklar ile kendilerinin bekasını sağlamaya çalışacaklar.

Bu Konferansta korkutucu olan bir şeyler de var. Büyük güçlerden birinin veya ikisinin aldıklarıyla yetinmeme ihtimali var mıdır? Elbette vardır. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa sorunu daha büyük savaştan başka bir araçla çözmek artık çok zor.Bu satırların yazarının tahmini de dünyanın henüz herkesin kabulleneceği bir barış düzeni kurmaktan uzak olduğudur. Münih Anlaşmasındaki N. Chamberlain ve E. Dalladier gibi bilinçli taviz verecek liderler olursa belki kısa süreli bir barış dönemi olabilir. Ancak, nihai planda bir güç kullanma zorunluluğu olacaktır. Nitekim yarım yüzyıldan fazladır ekonomik gelişmeye odaklanmış Avrupalı orta büyüklükteki yüksek üretim kapasiteli ülkeler ciddi bir silahlanma yarışına girmiş durumdadırlar. Bu yarış bizatihi silah ve silah platformları üretme şeklinde olduğu gibi dışarıdan ithal etme yoluyla da yapılmaktadır. Bunu tamamlayıcı diğer faaliyetler ise belirli sınır veya stratejik ülkelerde silah ve hava sistemleri ve füzelerin konuşlandırılması, bu ülkelere askeri birlik sevki, sivil üretim tesislerinin savunma sanayiine tahsis edilmesi veya dönüştürülmesi gibi hususlardır. NATO Genel Sekreteri Rutte yeterince açık söylüyor zaten: “Rusya’nın bir sonraki hedefi biziz… Bugün Rusya’daki üretim tezgahlarının % 70’i askeri üretim yapıyor… Ekonomisi tamamen savaşa entegre olmuş Rusya 5 yıl sonra NATO’ya karşı askeri güç kullanmaya hazır hale gelebilir…Çatışma kapımızda… Dedelerimiz ve onların dedelerinin katlandığı boyuttaki savaşa hazır olmalıyız. ”

Muhtemelen ABD merkez kararlarında birileri Çin için daha fazlasını söylüyorlardır. “Acaba biz hazır mıyız” diye sorsam bugünkü gündemimiz açısından çok mu tezat bir soru olur? Ya da bu durumun ne kadar farkındayız diye aklımdan geçirsem abartmış olmam değil mi?

Mehmet Ali BAL

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat