Cebel-i Şeyh mi Kasyun Dağı mı daha büyük stratejik kazanımdır?
- GİRİŞ29.12.2025 09:16
- GÜNCELLEME29.12.2025 09:25
Gerek askeri gerekse siyasi veya ekonomik açıdan stratejik kazanımları analiz etmeden önce mutlaka bir fiziki ve beşeri bir coğrafya etüdü yapmakta fayda vardır. Bu çalışma, en basit gözlemlerden en detaylı ve teknik askeri etütler ile siyasi ve ekonomik değerlendirmelere kadar farklı düzeylerde yapılabilir. Bu açıdan başlıktaki sorumuza karşılık cevap üretmek için her iki dağı da en azından okul bilgisi düzeyinde bilmek gerekir. Şeyh Dağı veya Hermon Dağı (Cebel-i Şeyh, Cebel-i Haramun, İbranice Har Hermon) Anti-Lübnan sıradağlarının güney ucunu oluşturan bir dağ kümesidir. Zirvesi Suriye Lübnan arasındaki sınırın bir parçasıdır. Deniz seviyesinden 1814 metre yüksekliktedir ve Suriye’nin en yüksek noktasıdır. Şeyh Dağının güney yamaçları Golan tepelerinin İsrail işgali altındaki kısmına kadar uzanmaktadır (Halihazırda İsrail Golan Tepelerini ve düzlüklerini tamamen işgal etmiş durumdadır. Geçtiğimiz hafta içinde bizzat Suriye Golani hükümeti tarafından Golan tepeleri ve sulak düzlükleri Suriye haritasından çıkarılmıştır). İsrail bu işgal ile de yetinmemiş Kuneytra ve Süveyda’da yaşayan Dürzi azınlığa bir nevi protectora sağlayıcı güç oluvermiştir. Şeyh Dağı her biri yaklaşık aynı yükseklikte üç farklı zirveye sahip bir dağ kümesinden oluşmaktadır. Bölge için önemli su rezervlerini içermektedir. Ayrıca bölgeye hakim bir yüksekliğe sahiptir. Bu açıdan, İsrail işgali altındaki zirveye “Ulusun gözleri” adını vermiştir. Zira yüksekliğiyle İsrail için bölgede birincil stratejik erken uyarı sistemi işlevini görmektedir.
Elbette ki, İsrail Kuzeyini de güvenlik altına almak için Güney Lübnan’ı Litani Nehrine kadar işgal etmiş durumdadır. Hizbullah ve Esad Suriye’si ile İran paramiliter gruplarına karşı düzenlediği şok saldırılarda gördüğümüz gibi Beyrut’un içinde de operasyonel kapasiteye sahip bulunmaktadır.
Kasyun Dağı ise Şam’da bulunmaktadır. Yüksekliği 1.151 metredir. Hazreti Adem’in oğlu Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü yer olarak bilinmektedir. Mevlana Halid-i Bağdadi ve İbni Arabi’nin türbeleri de bu dağda bulunmaktadır. 2013 Ağustos'unda Suriye’de cereyan eden ayaklanmalar ve olaylar sırasında Şam’ın Gota banliyösüne atılan sarin gazı füzeleri buradan ateşlenmiştir.
Bugünkü durum itibarıyla İsrail işgal kuvvetleri Şam’a 25 km yaklaşmış durumdadırlar. Bir İsrailli yetkilinin de dediği gibi Şeyh Dağının belli bir yüksek noktasından itibaren Şam’daki başkanlık sarayını ve Kasyun zirvesini gözetlemek mümkündür. Bu bağlamda, İsrail bu haksız ancak stratejik işgaliyle sadece bir “göz” kazanamamıştır; Mossad ajanlarının binalarda yüksek katı tercih ettiği gibi bölgede de yüksek zirveye sahip olmuştur. Dolayısıyla işgalin ilk günlerinden itibaren Ordu birliklerinin korumasında dağın zirvesine tırmanan devasa iş makinelerinin çoktan işe başlamış oldukları açıktır. Şeyh Dağının üzerini ve içini bir nevi statik savaş makinesine ve ordu karargahına çevireceklerdir. Daha da önemlisi yakın gelecekte başlaması muhtemel Ortadoğu’daki savaşlarında şimdiden önemli bir koz ve kaynak elde etmişlerdir.
Baştaki sorumuzu bu bilgiler ışığında yeniden soralım ve müzakere edelim: Cebel-i Şeyh mi Kasyun Dağı mı daha kritik stratejik kazanımdır? Bu soru hem somut hem de mecazi bir sorudur. Elbette ki, Şam bir siyasi merkez ve başkent olarak çok önemlidir. Ancak, Lübnan’a karadan doğal koruma sağlayan Lübnan Dağları olmadan Beyrut ne derece güvenli bir merkez olabilirdi? Bugünkü İslam dünyasının elbirliğiyle harabeye çevirmeyi başardığı ve İsrail başta olmak üzere düşmanca saldırılara karşı koruyamadığı Beyrut’tan bahsetmiyorum. Koskoca bir Fenike uygarlığını dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Bu uygarlığın en önemli koruyucularından biri de Lübnan Dağlarıdır. Bu arada, Lübnan Dağları Cebel-i Şeyh’in önünde birinci olan Ortadoğu’nun en yüksek dağlarıdır, Kurnet El- Sevda zirvesi 3.088 metredir. Akdeniz’e paralel bir şekilde 170 km uzanan bu dağlar sadece Lübnan için koruma değil; her yükseltisinde yetişen farklı ağaçlarıyla, içerdikleri su kaynakları ve dağların avuçlarındaki kar birikintileriyle hayati zenginlikler sağlamaktadırlar. Cebel-i Şeyh de böyledir.
Askeri terminolojide “Fiziki tahkim hattı” kavramı vardır. Bu bir bölgeyi veya bir ülkeyi savunmakta askeri faaliyetlerin etkisini ve direncini artırmada esas alınacak fiziki ve coğrafi hattı belirleyen doğal engelleri içermektedir. Bu doğal engeller dağ olabilir, nehir veya deniz olabilir, çöl olabilir, vs. İsrail bu çerçevede bu bölgedeki fiziki tahkim hattına sahip olmuştur diyebiliriz. Birinci Dünya Savaşındaki Filistin Cephesinde yaşadığımız bozgunu hatırlar isek 19-21 Eylül 1918’de Megiddo Savaşında Osmanlı- Alman Ordusuna karşı ezici bir zafer kazanan Britanya Ordu birlikleri 38 günde 560 km ilerleyerek Halep’i 26 Ekimde işgal etmişlerdir. Düşman ordusunun ilerleyişini engelleyici ve savunma harbi yapan tarafa kolaylık sağlayıcı coğrafi / fiziki engellerin olmaması büyük bir eksikliktir. İkinci Dünya Savaşında Polonya ve İsviçre’nin jeopolitik konumlarının yanında coğrafi farklılıklarının sonuçları ortadadır. Hitler ve Stalin’in orduları tarafından kolayca işgal edilen Polonya bir baştan bir başa hiçbir coğrafi ve fiziki engel içermemektedir. Nitekim ilk işgal edilen ve paylaşılan ülkelerden biri olmuştur. İsviçre ise jeopolitik konumu yanında dağlık bir araziye sahip olmasının avantajını yaşamıştır. Hitler işgal etme arzusu duysa da böylesi çetin bir coğrafyaya askeri harekat düzenlemekten vazgeçmiştir. Günümüzde teknolojik gelişmelerin inanılmaz boyutlara ulaşması bile coğrafyanın ve fiziki tahkim hattının önemini azaltmamıştır.
Bu nedenledir ki İsrail ilk fırsatta Cebel-i Şeyh’i işgal etmiştir. Kuzeyinde ise Güney Lübnan’ı Litani ırmağına kadar işgal etmiştir. Fiziki tahkim hattına dair verilebilecek çok sayıda örnek vardır. Mesela 1971-1975 yılları arasında Mardin Valisi olarak görev yapmış Ergün Gökdeniz, Saddam’ın Kuzey Irak’ta hava harekatı yaptığı dönemde sınır ötesini dürbün gibi teknolojik aletler kullanarak izlediklerini, bölgenin Yalçın dağlarına bombalar atılırken, Peşmergelerin dağlara gömülü taş mağaraların ağzında çay demlediklerini anlatır. (Ergün Gökdeniz: Siyasal Bilgiler Fakültesi /Ankara Üniversitesi mezunudur. Emniyet İstihbarat Dairesini ilk kuran kişidir. 27 Mayıs darbesinden sonra Emniyet Genel Müdürlüğü Siyasi Şube Müdürü olarak görev yapmıştır. İstihbarat konusunda sadece Emniyet Teşkilatında değil MİT’in kuruluş kanunu çalışmalarına katılım gibi devletin farklı düzeylerinde çalışmalar yürütmüştür. Mardin Valiliği sırasında güneyimizdeki Barzani’lere ve gelişen olaylara yönelik ilgisi buradan kaynaklanmaktadır muhtemelen.)
Fiziki tahkim hattı ve Stratejik coğrafi derinlik açısından İran önemli bir örnektir. Ciddi sınamalardan geçen İran kendisine yönelik kara harekatı tehdidinden büyük oranda uzak kalabilmiştir. Bunun istisnası Saddam Irak’ı ile savaştır ki, Saddam’ın stratejik coğrafi derinlik ve fiziki tahkim hattı kavramlarına dair vukufiyetini tam takdir edemiyorum. Saddam’dan uzun yıllar sonra İran’a saldıran İsrail ve Nükleer programından dolayı tehdit eden ABD Hava harekatı ve nokta sabotajların çok ilerisine gitmemişlerdir.Keza Hindistan ile hasım olan Pakistan uzun bir dönem stratejik derinliğinin olmamasından muzdarip olmuştur. Ancak, son Hindistan Pakistan Savaşında uzun menzilli PL 15 Çin füzeleri sayesinde stratejik derinliğini artırmıştır. Bazı silahların sınır belirleyen silahlar olduğuna kuşku yoktur. Ancak, eşit güçte ve menzilde silahlara sahip hasım orduların savaşında fiziki tahkim hatları ve stratejik coğrafi derinlikleri oyun değiştirici bir unsur olabilir.
Siyasi ve Beşeri Tahkim Hattı
Fiziki tahkim hattı ve stratejik coğrafi derinlik kendi başına mutlak belirleyici değildir. Bunu destekleyici, geliştirici ve bazen de yeniden anlam kazandırıcı devlet siyaseti gerekir. Bu savunma yapan güç gibi taarruz eden güçler açısından düşünülebilir. Her devlet beşeri ve siyasi açıdan öz coğrafyasını ve nüfuz coğrafyasını her açıdan konsolide eder. Rakip/ veya hasım gücün de öz coğrafyasını ve etki sahasını destabilize edecek adımlar atar. Ancak bu formülasyon her devlet tarafından farklı şekillerde uygulanır.
Doğusunu bir yaşam alanı olarak gören Almanya her iki büyük savaş öncesi askeri seçeneğe değer vermiş; bu toprakları savaş yoluyla ilhak etmiş/ etmeye çalışmıştır. Ortaçağın güney şehir devletleri olan Venedik, Cenova, Milano, Floransa gibi devletler ise öz coğrafyalarını genişletmeden ticari ilişki genişletmeyi hedeflemişlerdir. Bu ticari ilişki ağları üzerinde siyasi ve askeri güç yaratmasını bilmişlerdir. Böylelikle küçük öz coğrafyaları işletim sistemi yüksek hızda çalışan günümüzün küçük bilgisayarların anakartı işlevini görmüştür.
Ancak, bu devletçikler kendi içlerine hızla zenginleşirken (Floransa gibi), bazı teknolojileri tekellerinde işletirken (Venedik gibi), Kuzey Güney hattı arasında ticaretleriyle kendilerine yakın güçler yaratırken (Cenova gibi) her biri fiziki tahkim hatlarını o günün dünyasında kolay tespit edilemeyecek şekilde tahkim etmişlerdir. Diyebiliriz ki, stratejik coğrafi derinliğini beşeri zeka ve çaba ile üreten farklı güç sistematikleri olarak ortaya çıkmışlardır. Venedik gemileri İspanyol Kalyonları inşa edilinceye kadar Akdeniz’in gözde deniz araçları olacaklardır. Kuzey ve Güney aksının merkezindeki Osmanlı gücü yürütülen ticareti kendi tekeline alıp, bizzat kendi yapmaya karar verinceye kadar da Cenova ticaret ağları Kuzeyin güçlerini Mısır Memlüklerine asker taşımaya devam etmiştir. Floransa ise bambaşka bir dünyanın kapılarını açmaya başlamıştır. Bu tam anlamıyla Rönesansın (Yeniden doğuş) başlangıcıdır.
Siyasi ve beşeri tahkim hattını farklı yöntemlerle inşa eden devletler arasında Osmanlı Gücünün istisnai yeri vardır. Osmanlı gücü doğuşunu müteakiben Anadolu’daki ilk gelişmesini ve büyümesini savaş dışı yollarla yapmaya çalışmıştır. Balkanlar’da ise gönüllü fetihlerle ilerlemeyi şiar edinmiştir. Asıl maksadım bu nüfuz alanı konsolidasyonunun neye yaradığını ifade etmek. Bu Osmanlı ilerlemesi sırasında Sırp Sındığı, Kosova, Varna1, Varna 2, Niğbolu savaşları gibi büyük savaşlar yeni fethedilen veya fethedilmekte olan Balkan bölgelerinde yapılmıştır. Bu savaşlar sırasında yerel halkın Osmanlı ordusu aleyhine ihanetlerinin olmadığı görülmektedir. Keza Timur ile Beyazıt’ın karşı karşıya geldiği 1402 Ankara Savaşında Osmanlı Ordusuna katılmış Sırp Askerleri ve başlarındaki Sırp prensi (Yıldırım Beyazıt’ın kayınbiraderi) sonuna kadar savaşmışlardır. Bu entegrasyon hedefi taşıdığınız bölge için bir faaliyet kılavuzu olabilir. Daha sonraki tarihlerde Osmanlı ordusuna ve devlet protokolüne dahil edilmiş Hıristiyan askeri sınıfı görmekteyiz, Martolosların devlet protokolünde önemli bir yerleri bulunmaktaydı. Bu açıklamalar ile varmak istediğimiz sonuçlardan biri şudur ki, bir büyük devlet olarak bir coğrafyaya girdiğinizde o coğrafyanın fiziki ve beşeri imkanlarıyla bir sadakat ilişkisi kurulmuş olur. Fiziki tahkim hattı gibi askeri coğrafya tanziminin yapılması kadar beşeri coğrafyanın da tanzimi ve karşılıklı sadakat ve protectorat ilişkisinin sağlıklı kurulması gerekir. Aynı zamanda ortak siyasi hedef belirlenmesi, kader ortaklığı yapılması ve yekvücut bir idare olarak çalışılması elzemdir.
Buraya kadar tasvirini verdiğim siyasi ve beşeri tahkim hattının rızaya, gönüllülüğe ve sadakat ve ittifaka dayalı olduğunu farketmişsinizdir. Bir de bunun rıza ve gönüllülük ya da sadakat ve ittifak değil de derinlikli ve zekice bir siyasi diplomasi ile dış halkada bulunan devletlerin, toplulukların ve ilişkilerin uzaktan yönetimi, hatta Rusların bir yöntemi olan refleksif kontrol ile bu dış güçleri arzu ettiğimiz politikalar doğrultusunda davranmaya sevk etme, bazılarını da oldukları gibi başka bir büyük gücün saldırısını önleyecek veya varlığını lehimize dengeleyecek şekilde manipüle etme hususlarını da düşünmemiz gerektiğini belirtmek isterim.
Saha İçin Tespitler ve Çıkarılacak Dersler
Yukarıda iç içe geçmiş Teorik Origamiyi açarak saha üzerindeki hangi koordinatlara hangi uçlarının temas ettiğini bulmaya çalışalım. Halihazırda Türkiye Kuzeyinde ve Güneyinde devam eden iki küresel savaşın izdüşümü olan iki savaşın ortasındadır. Her iki savaşla da her geçen gün daha fazla ilişkili hale gelmektedir. Bunlardan Kuzeydeki savaşla ilgili mali yükümlülükleri az iken Güneydeki savaşta Yönetimin kendi iradesi ve tercihi ile ciddi bir mali yükümlülük altına girmiştir. Kuzeydeki savaşın etkileri her geçen gün daha da artmaktadır. Henüz Güneyde (Suriye’de) olduğu gibi askeri ve idari olarak Kuzeydeki savaşa dahil olunmuş değildir. Ancak, savaşın ateş parçaları şimdilik bizim sivil ve ekonomik platformlarımızın üzerine atılmaya başlanmıştır. Güneydeki savaş ise farklı güzergahlar izleyerek bizim için riskli hale gelmeye başlamıştır. İsrail’in devletimizi açıkça tehdit etmesi, bizim gerektiği ölçüde sahada bir karşılık vermenin ötesinde diplomatik anlamda da yeterince sert ve kapsayıcı karşılık vermediğimiz gözlemlenmektedir. Savaş gibi kavramlar konuşulmaya başlandığında, sahada da küçük de olsa ateşleri görülmeye başlandığında fiilen savaştayız demektir. Bu durumda, askeri anlamda fiziki tahkim hattını, siyasi anlamda da siyasi ve beşeri coğrafyamızın derinliğini ve derinliğindeki sadakat ve ittifak ilişkisi ile birlikte olduğumuz bütün unsurları değerlendirmek zorundayız. Güneydeki savaş bizim için daha ontolojik sonuçlar doğuracağı için önceliği Cebel-i Şeyh ve Kasyun Tepesi merkezinde değerlendirmeler yapmak istiyorum. Öncelikle Suriye sınırımız en batıdaki istisna dışında bir fiziki engel ile çevrilmiş değildir. Bu bizim güçlü olduğumuz bir ihtimalde çok olumlu bir durumdur. Ancak, Güneyden gelecek bir saldırı ihtimalinde aleyhimize bir durumdur. Bunu Birinci Dünya Savaşında yaşadık ve gördük. Kasyun Tepesi ve Şam siyasi merkezi ifade etmektedir. Bu barış döneminde değerli bir durumdur.
Ancak savaş halinde hele geleceğin Ortadoğu su savaşlarını da hesaba katarsak Cebel-i Şeyh (Hermon Dağı) ve Golan Tepeleri çok daha değerlidir. Keza Lübnan ve Anti Lübnan dağları da aynı değerdedir. Parantez içinde bir başka konuya da dikkat çekmek istiyorum; fiziki sınırın büyük dağ sıralarıyla çevrili olduğu Kuzey Irak sınırımızın ardında seküler ve feodal bir yapı varken; fiziki engelin olmadığı Suriye sınırımızın ötesinde katı ideolojik ve örgütsel bir yapı vardır. Her coğrafya kendi beşeri haritasını üretmektedir.. Türkiye’nin iki sınırımız ve komşu iç ve dış bölgeleri için belirleyeceği siyaset ve strateji farklı olacaktır, olmalıdır.Fiziki tahkim hattı ve stratejik fiziki coğrafyadan sonra stratejik beşeri coğrafyayı da analiz etmekte yarar vardır. Şunu da hatırlatmak gerekir ki, fiziki coğrafyaya göre beşeri coğrafya çok daha hızlı değişmektedir. Suriye’deki etkimiz üzerinde genelleştirilmiş değil, bölgeler, durumlar ve yapılar üzerindeki özel nüfuzumuz dikkate alınarak değerlendirme yapmalıyız. Aksi halde Suriye gibi çok parçalı bir yapıda hata etmiş oluruz. Mesela Şam Yönetimi ve Golani’nin üzerindeki etkimiz nedir? Dünden bugüne hakimiyetimiz hangi düzeydedir? Şam Yönetiminin dünkü pozisyonu ile bugünkü pozisyonu arasında fark var mıdır? Halihazırda Şam yönetimi için askeri desteğin yanında ekonomik ve finansal destek daha önemlidir. Bu konuda, Amerika her tür normalleşme için asıl karar vericidir. Ancak, para kaynağı ülkeler Suudi Arabistan ve BAE’dir. Bu iki ülkenin çok gürültü çıkarmadan Suriye’de nüfuzlarını derinleştirdiklerini düşünebilir miyiz? Türkiye’nin geçmişte uyguladığı sessiz ama etkili diplomasi ve müdahalenin benzerini bu iki ülke yapmaktadır. Türkiye olarak bu iki aktör ile nasıl bir satranç oynuyoruz? Bir güç ilişkisi ve mücadelesi içinde olduğumuzun bilincinde miyiz? Geçtiğimiz hafta Suriye’ye giden üst düzey heyetimizin (Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve MİT Başkanı) Suriye’deki temaslarının beklediğimiz gibi olmadığı görülmektedir.
Şara’nın birden fazla aktöre yatırım yaptığı anlaşılmaktadır. Bu da doğal ve anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, bu durumun bize olumsuz yansımaları olabilir. Basın toplantısında Dışişleri Bakanımızın sözünün kesilerek toplantının sonlandırılması Suriye yönetiminde bizim dışımızda bir güç odağının oluşmuş olduğunu göstermekte değil midir? Bu duruma Sayın Bakanın tepki verememesi ve müdahale edememesi manidardır. Bu ziyaretin hitamında bizim heyetle görüşen Suriyeli karşılıklarının Moskova’ya gitmeleri ve orada üst düzey ilgi görmelerinin bir anlamı var mıdır?
Şam yönetimi yayınladığı Suriye haritasından Hatay’ı çıkartarak bizi ve Trump’ın ricasıyla (1) Golan Tepeleri ve düzlüklerini çıkartarak da İsrail’i memnun etti deniliyor. Ancak, Hatay meselesi ile Golan Tepeleri ve Cebel-i Şeyh aynı şey değildir. Bu en azından geçmişle görece Türkiye İsrail bölgesel pozisyonu açısından aleyhimize bir gelişmedir. Suriye’de rejim değiştirilmesini takiben yaptığımız yorumlardan birinde ABD ve İsrail ile komşu oluyoruz, bunun bazı riskleri olabilir demiştik. Muhtemelen bu görüşü çok sayıda ilgili kişi de paylaşıyor. Suriye’nin bir çatışma alanı haline gelmesi bir süre sonra yaşanacak çatışmanın doğasından dolayı yeterli olmayacaktır; yani İsrail’in geçmişteki savaşma biçimini göz önüne alarak Bu savaşı hedef belirlediği ülkenin sınırları içine taşıyacaktır. Senaryoyu biraz daha kapsamlı düşünür isek hedef belirlediği devlet ile başka bir devletin savaşmasını provoke edebilir. Geçmişte yaşanan birçok çatışmayı ve savaşı bugünkü gözle değerlendirdiğimizde böylesi bir provokasyonun etkilerini görmekteyiz. İran Irak Savaşı ile FKÖ Hamas çatışması iki örnek olaydır.
Türkiye’nin iki savaş bölgesinin arasında ve bir tanesinde de ciddi şekilde taraf olması diğerinde ise kamp değiştirmeden (ABD kampına tekrar geçiş) mütevellit Rusya’nın tutum takınma olasılığı ülkemizde son günlerde yaşanan olayların doğru analizini etkileyebilir. Bu yüzden, başka somut bilgilerin ve gelişmelerin olmasını bekleyeceğiz. Yazının başında uzunca verdiğimiz iki dağ hakkındaki ansiklopedik ve somut bilgiyi verme amacımız olayları ve olguları en azından basit de olsa somut bilgilerle değerlendirme önerimizi görünür kılmak içindir. Dolayısıyla son olayları da somut kanıtları ortaya çıkana kadar komplo teorileriyle izahtan kaçınacağız. Ancak, sadece şunu ifade edelim ki, son aylarda yaşanan olayları (Düşen uçaklar, hava sahamızda düşen ve düşürülen ve hatta muhtemel göremediğimiz ihalar Suriye ziyaretinde yaşanan bazı küçük olumsuzluklar, ülkemiz içinde yürütülen süreçteki küçük tıkanmalar, vb) salt olağan olaylar gibi görmek mümkün değildir. Sonuç yerine semboller üzerinden düşünürsek; Suriye savaşında Hermon Dağı ve Kasyun Tepesi iki taraf ve müttefik grubu sembolize etmektedir. Bu iki taraftan Cebel-i Şeyh (Hermon) İsrail’in gücünü sembolize etmektedir. Kasyun Tepesi (Şam) ise görünür olan ve görünmeyen çok sayıda aktörden, güçten oluşmaktadır. Biz bu aktörlerden biriyiz. Henüz Suriye satrancı tamamlanmış değildir. Gerek çatışmalar gerekse iç barış ve yeniden yapılanma süreçleri uzun süre devam edeceğe benzemektedir. Bu süreçlerde bölgesel hakimiyet politikaları da yaşama sahası bulacaklardır. Bu da savaşın genişleyerek ve başka asimetrik yöntemler bularak devam etmesi demektir.
Bu yazı çerçevesinde çıkarılabilecek sonuçlardan biri de Cebel-i Şeyh zirvesinde konuşlandırılmış radar ve füze sisteminiz varsa Kasyun tepesinde çay içebilir, Şam’ı seyredebilirsiniz. Şam’ı elde tutmak için Kasyun Tepesine dayanmak yeterli olmayacaktır. Stratejik olarak Cebel i şeyh (Hermon dağı) daha büyük kazanımdır.
Mehmet Ali BAL
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol