Üstgeçidi gölleşen ülkede akıl ve kader

  • GİRİŞ02.11.2009 08:29
  • GÜNCELLEME02.11.2009 08:29

Birkaç gündür üşütmüş yatıyordum. Arayıp da hasta olduğumu öğrenen bazı dostlar şaka yolla, ‘tabii aşıların aleyhine konuştun, konuştun Allah da seni cezalandırdı…” diye takıldılar.  

Ben onların güya espri yaptıklarını biliyorum. Ama bir şey daha biliyorum ki bu söyledikleri aslında onların hayata bakış kodlarıdır. Çünkü onların zihninde Allah cezalandırıcıdır. Bizim hadiseleri izah edişimizde bu ‘ceza kültürü’nün muazzam bir yeri var!  

Alternatif tıpla insanları tedavi itmeye çalışan bir dostum var. Hazık bir hekim olduğunu ispat etmiş biri. Geçenlerde bir vesile ile uğradım. Tedavi için gelenlere kendilerini tanımlamaları için bir form doldurtmaya başladığını gördüm.  

Form çok ilginç... Kimseye nereniz ağrıyor, ne hastalığınız var gibi sorular yöneltilmemiş. Formda ‘Anneniz sizi nasıl doğurdu?”, “Sezaryen mi normal mi?”, “Kaç yıl emzirdi?” , “Emzirmedi ise nelerle besledi?”, “Evinizde ne tür yağlar kullanıyorsunuz?” “Deterjan ve parfüm kullanıyor musunuz, ne sıklıkta kullanıyorsunuz?” gibi Ortodoks tıbbıyla meşgul olanların akıllarına bile gelmeyecek cinsten sorular…  

Sorulardan biri de “Hastalıkların sebebi sizce nedir?” şeklindeydi. Cevap şıklarına baktım. A- Doğuştan, B- İrsiyet, C- Yanlış Beslenme, C- Çok yeme, D- Çok ilaç kullanma E - Allah sevdiklerine hastalık verir… 

Bu soruyu sesli okudum ve ekledim, “Eminim size gelenlerin büyük bir kısmı E şıkkını işaretliyorlardır” ‘Nasıl tahmin ettiniz?’, deyince “Ben insanlarımı tanıyorum. Biz tembellik ve yanlışlıklarımızdan kaynaklanan her kabahati, Cenab-ı Rabbü’l-Alemin’e atmaya alışmışız.” dedim. Tebessüm etti ama “haşa!” demeyi de ihmal etmedi. 

Öyleymiş. Hastaların yüzde 70’inden fazlası, o şıkkı tercih ediyormuş. Baktım, beraberimdeki yeğenim de aynı şıkkı işaretlemiş! Dindar, dine saygılı ama ibadetler konusunda hayli tembel. Yani eğer bir beklentisi varsa Allah’ın bir kuldan, onları yerine getirmiyor. Tabii hastalıkları da var. Dedim ki, “Allah seni çok seviyor”… Anlam veremedi.  

Ona Mukavkıs’ın peygambere gönderdiği iki cariye ile bir doktorun kıssasını anlattım. Biliyorsunuz, Mukavkıs, Peygamberimizin (asv) mektupla İslam’a davet ettiği Mısır meliki. Mukavkıs, elçileri de mektubu da hoş karşılar ama daveti kabule de yanaşmaz. Peygamberimize, “hüsnü kabul”ünü göstermek babından iki cariye ile bir doktor gönderir.  

Cariyelerden biri Marie validemizdir ki Nebiy-yi Zişan Efendimizin ondan üç çocuğu olmuştur. Diğerini ise Peygamberimiz (asv) bir sahabeye hediye etmiş. 

Doktora gelince… Doktor bir buçuk sene Medine’de kalmış. Bir tek hasta gelmemiş kendisine. Bir gün Resulullah’a gelip, “Ya Muhammed bir buçuk senedir buradayım. Hiçbir hastam olmadı. Mamafih hasta olan da görmedim. Müsaade ederseniz memleketime döneyim.” demiş. 

Peygamber Efendimiz, ona “Sen bizim misafirimizsin. İstediğin kadar kalabilirsin. Arkadaşlarıma (eshaba) gelince, evet onlar hasta olmazlar. Çünkü asla acıkmadan yemezler ve yiyince de tıka basa doymazlar. Yılda bir de (vücutlarındaki kirli kanı atmak için) hacamat yaparlar.” cevabını verir… 

Şimdi anladın mı sevgili yeğenim sen ben niçin hasta oluyoruz?

…..?

O mevzu öyle kapandı… 

*  * *

Cumartesi fırtınalı bir gündü ve ben hastaydım. Fakat mübrem bir iş için de mutlaka Bakırköy’e gitmem gerekiyor. O yeğenimden rica ettim. Geldi beni alıp götürdü. Otomobili, Bakırköy İDO İskelesi’nin yanındaki parka bıraktık. Üst geçitten, karşıya geçip, Carousel’in oraya gideceğiz.  

Üst geçidin üstünde su birikmiş! Ben diyeyim göl, siz deyin deniz… Herkes akrobasi ile geçiyor. Ama kimse “Ya kardeşim bu nasıl üst geçit böyle?’ demiyor. Sanki üst geçitlerde su birikmesi normalmiş gibi! Yeğenim henüz kış şartlarına girmemiş. Ayağındaki iskarpinin altı da kösele… Su ayakkabısına girmesin diye atraksiyon yaparken kayıverdi. Tırabzanları zor tutup düşmekten kurtuldu.  

Tam yerinde espriyi patlattım: 

“Bak ya! Allah seni tam sevmiyormuş yeğenim. Şimdi düşseydin, bir yerlerin kırılsaydı, böylece Allah seni daha çok sevmiş olurdu… Hem bu üst geçidi böyle yapanlar aslında Allah’ın askerleridirler. Böyle tuzaklar kurup hain insanların düşüp bir yerlerini kırmalarına ve böylece müstahak oldukları cezayı bulmalarına yardımcı oluyorlar, öyle değil mi?”  

Tabii espriyi kaldırılacak bir ortam değildi, tahmin edersiniz. “Hastalıkları Allah sevdiğine verir’ diyen yeğenim, düşüp bir yerlerini kıramadığı için kendisini şanslı saymıştı. O üst geçidi yapanların hatırını yad etmeyi de ihmal etmedi.   

* * *

Evet. Herhalde sözü bir üst geçit için bu kadar uzattığımı sanmıyorsunuzdur. Bakırköy sahildeki o üst geçit, Türkiye’de ne ilktir ne de son. Zaten bunlar kaderdir(!) Orada düşeceği varsa düşer! Köprüyü doğru yapmayanın ne günahı var ki? Öyle değil mi?  

Her yağmur yağdığında bir yerleri su basması, birilerinin telef olması da kader, her bayramda yüzlerce insanımızın trafik canavarına –görüyorsunuz ki trafik de zaten bir canavar. Yollarımızın kalitesizliği veya sürücülerin ahmaklığıyla bir ilgisi yok- kurban gitmesi de kader, ne idüğü belirsiz aşılarla bir kısım çocuklarımızın felç, bir kısmının otistik olması da kader(!) Hele deprem külliyyen kaderdir! Yapısında çimento kullanmayan müteahhit de sadece kaderin memurudur. Kimsenin suçu yoktur…  

O üst geçidi yapan mühendis, nerden bilecek yağmur yağacağını ve orada birikeceğini... Onu kontrol eden kontrolör, nereden görecek oradaki çukuru da yağmur yağınca orada göllenecek. Canım bu kadar da yağmur niye yağıyor ki zaten! Bela bunlar bela. Biz her şeye müstahakız zaten. Bu işler Allah’ın işidir ve O’nun hikmetinden sual olunmaz. Öyle değil mi?  

Sümme haşa! Sanki Cenab-ı Rabbü’l Alemin, öyle orada oturmuş –ya rabbi böyle dediğim için affet- kötü yapılmış, ahmakça düzenlenmiş, içinde iyi niyet ve akıl bulunmayan işler yüzünden hayatı zehir olmuş insanlara bir de kendisi tokat vurmak ve onları cezalandırmak için bekliyor… Zaten O (cc), ya günahlarımızı cezalandırmak, ya da bizi sevdiği için dert ve keder vermek peşindedir.  

Haşa! Seni tenzih ederim ya Rabbi! 

* * *

İş böyle olunca, yani her şey kaderin bir cilvesi olunca, kötü yapılmış bir köprüden, çekmeyen bacalardan, tıkanmış mazgallardan akmayan sulardan, her tatil ve her bayramda can pazarına dönen yollardan, bir türlü düzelmeyen sistemlerden, memurunun, siyasetçisinin, bürokratının keyfi davranışlarından kim rahatsız olur ki?  

Olmaz, olmuyoruz da zaten. Her kış aynı sıkıntıları, her bayram aynı katliamları yaşarız ama tedbir almayanların yakasına yapışmayız… Çünkü kabahat kaderde!  

Bu kader anlayışı basiretimizi kapatmış. Yazık ki ne imanın farkındayız, ne hikmetin. Ne de ‘fıkıh’tan nasibimiz kalmış. Allah bizi idrak sahibi muhatap varlıklar olmaya çağırır. (Vela takulu r’aina ve kulunzurna) diyerek bizi adam yerine koyar. Ama biz, inisiyatif kullanmaktan aciz ‘davarlar’ –afedersiniz- gibi hareket etmeyi yeğliyoruz. Akıl nimetini kullanmıyoruz. Tedbirin, kaderin bir rüknü olduğunu bilmiyoruz. Aklımızı kullanmamaktan dolayı başımıza işler gelir, onu keffaretizzunub sayarız. Elbette Cenab-ı Hakk’ın merhameti gazabını da kuşatmıştır. Ahmaklığımızla üstümüze çektiğimiz bela ve musibetleri de lehimize kullanır. Amenna!   

Ama aklını kullanmayana merhamet etmez Allah. Çünkü akıl, beden mülkünün nebisi gibidir! Nebilerin getirdiğine uymayan toplumlar helak olduğu gibi aklın icaplarına uymayan beden de helak olur. İnsan onun icaplarına uysa eşyadaki tasarrufunu da görecek.  

Ama hayır, her meseleyi kadercilik ve cezalandırma kültürüyle çözmeye alışmışız. Yani haşa bütün kabahat Allah’ın! O öyle yazmışsa kim ne yapsın! O bizi fakir bırakıyor, o bizi hasta ediyor, o biz perişanlık içinde yaşayalım diye hayatımızı zehir ediyor. O bize dere ağızlarında, fay hatlarında ev yaptırıyor sonra da üzerimize sel gönderip bizi boğuyor, deprem verip bizi öldürüyor. Ne kadar zalimane? Öyle değil mi?  

Ama bakın Cenab-ı Hak sizin bu haksız isnatlarınıza karşı ne buyuruyor:

“Allah, kullarına zulmetmeyi asla dilemez!” (Mümin, 31)  

Ve ilginçtir, bu ayet, Nuh, Ad, Semud gibi yok edilmiş kavimlerin hikayeleri aktarıldıktan sonra hatırlatılıyor. Ne ilginç!  

Yine Ali İmran Suresi’nde (108) “Allah alemlere (yani hiç kimseye) azabetmeyi, ıstırap vermeyi murad etmemiştir!” buyrulur. 

Yine bir başka ayetinde “Siz, size verilenlere şükretseniz, (aklınızı doğru kullanıp kendinize güzel bir hayat kursanız) ve iman etseniz (yani eşyada geçerli kanunları bilip onların hukukuna riayet gösterseniz) size zulmedip ne yapacağım!” (Nisa, 147) buyurur. 

Hakikat bu. Ama biz anlamamakta ısrar ediyoruz. O yüzden de daha çok üst geçitlerde suya batacak, sellere kapılacak, sonra da kaderi suçlayıp haşa Yaratıcıya ithamda bulunacağız!

Ve her Kur’an okuduğumuzda da ve her “Allah kullarına asla zulmetmeyi dilememiştir” ayetiyle karşılaştığımızda “Bak Rabbimiz ne kadar merhametliymiş” diyeceğiz.  

Allah bize akıl versin.

M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

Yorumlar19

  • Bekir Emekli 14 yıl önce Şikayet Et
    YARATILIŞ GERÇEĞİ. İnsanların kul hakkı ve şirk hariç bütün günahlarının affedilebileceği bir yaşam sisteminde bundan daha mükemmel ne olabilir?Yalan söylememek bile tek başına düğümü çözen bir anahtar.Kimsenin yalan söylemediği bir düzen toplumun refah,huzur ve mutluluğu için yeterli bir ilke.KENDİN İÇİN İSTEMEDİĞİNİ BAŞKASI İÇİN DE İSTEMEMİŞ olman bütün olayları çözen bir zincirleme reaksiyon.Fatalist bir bakış açısı ile kendini ve mesleğini,iradesini,yetkinliğini ispat edememiş birisinin sığınacağı masumane,zekice bir kur
    Cevapla
  • Üsame-i Kurdi 14 yıl önce Şikayet Et
    Allah, kullarına zulmetmeyi asla dilemez!. ...şu an ekser beşer bu şekilde düşünür olmuştur.üstad kader risalesinde şöyle diyor:'yani mümin herşeyi hatta fiilini nefsini cenabı hakka vere vere ta nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için cüz-i ihtiyari önüne çıkıyor; ona''mesul ve mükellefsin'' der. sonra ondan sudur eden iyilikler ve kemalatla mağrur olmamak için kader karşısına geliyor der;''haddini bil yapan sen değilsin.''yani diyorki küfürler isyanlar bütün günahlar ilahi bir iradeden değil irade-i insaniyeden doğuyor.
    Cevapla
  • Üsame-i Kurdi 14 yıl önce Şikayet Et
    Bu kader anlayışı basiretimizi kapatmış. Mehmet ali bey: Siz kadere baş kaldırmış isyan bayrağını açmış iradeyi cüziyesini hakim kılmış birilerine kader meselesini anlatman büyük bir hatadır.mesela bir adama bir musibet geldiğinde veya bir kaza olduğunda yalnız orada kaderi hatırlıyorlar.halbuki o musibet ona cüz-i ihtiyariden gelmişken onlar yalnız kaddere verip cüz-i ihtiyariye vermiyorlar.mesela arabalar yolda kazasız belasız giderken kaderi hiç düşünmezler.yalnız iradelerine verirler.ama bir kaza olunca kaderi hatırlarlar...
    Cevapla
  • Ahmet Faruk Ağan 14 yıl önce Şikayet Et
    Özellikle trafik. Sayın yazarın ülkemizin en büyük şehrinin en nezih semtlerinden birinde ortalama bir yağmurda yaşadığı rezaleti hicvederek anlatması sağduyulu bir vatandaş olduğunu gösteriyor. Allah herkese bu basireti versin. Sayın yazarın özellikle trafik ile ilgili yazılarınızı bekliyoruz. Ülkeyi yönetenlerin dikkatini hergün trafik faciasına çekemezsek yollar daha çok can alacak. Bu ülkede vatandaş aracını yaya geçidinden geçirdi de biz bunu magazin -eğlence - haberi yaptık. Kınamadık. Yazık bize.
    Cevapla
  • Mimiga 14 yıl önce Şikayet Et
    Marie Anne. Yanlış bilmiyorsam İbrahim 2 yaşlarındayken vefat etmişti. Marie Müslümandı ve Efendimizin eşlerinden biriydi. O'nun eşi olmakla şerflenen birinin hür olmak gibi bir derdinin olduğunu hiç sanmıyorum. Kaldı ki Müminlerin anneleri köle değildi.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat