Müslümanlar, Kürtler ve deprem
- GİRİŞ25.10.2011 08:55
- GÜNCELLEME25.10.2011 08:55
Son zamanlarda yeni bir moda başladı, ‘İslamcılar Kürt meselesine sahip çıkmıyor’ diye. Bu meselede beni de kınayanlar oldu!
Öncelikle şunu söyleyeyim. Ben İslamcı değilim, Müslümanım. İkincisi evet, ben bir Türkmen’im. Ve Müslüman Türk milletinin bekası ve îlâsı daima beni heyecanlandırmıştır. Çünkü tıpkı ‘üstadım’ dediğim Bediuzzaman gibi ben de istikbalde yeniden hükümferma olacak Kuran’a, Türk milletinin en ciddi şekilde hizmet edeceğine inanmışım. (Benim ‘Türk Milleti’ ifademin içinde diğer kavimlerle birlikte Kürtler de giriyor). Esasında Risale-i Nur gibi Kuran’ın bu çağa bakan tefsirinin Türkçe ile yazılmış olması dahi buna bir işarettir.
Amma hiçbir zaman ölçüm ‘kavmiyetçilik’ olmamıştır, olmaz da inşallah! Kuran “üstünlük takva iledir” derken hangi Müslüman, ‘bir diğerini yutmakla beslenmek olan ırkçılığı’ serişte edebilir ki? Öyle biri ya ahmaktır ya da İslamiyetlinde araz vardır!
Tabii ki herkesin hakkı olduğu gibi benim de kavmimi sevmem hakımdır. Ve dahi Kürt, Çerkez ve Arab’ın da hakkıdır ki kavmini sevsin! Kendi kavmini seviyor diye herhangi bir Kürde de antipatim olmadı hiç bir dönemde… Yeter ki o İslam’a antipati duymuyor olsun!
Nasıl olabilir ki, ben Kürtlerin içinde doğdum. Nenem Kürt’tü. Kürtçeyi Türkçe ile birlikte konuştum. İlkokul’da, hocamızın, (Köy Enstitüleri’nden mezun bir öğretmendi, ismini vermeyeyim) evde niçin Kürtçe konuşuyorsunuz diye çocukları nasıl sıra dayağından geçirildiğini bizzat görmüş bir insanım. Dolayısıyla Kürtlerin ıstırabına bigâne kalmam imkânsızdır.
İkincisi; bir mümin ve Müslüman olarak, İslam’a dâhil olduktan itibaren daima İslam’ın ‘makul olan ana aksı’ etrafında hareket etmeyi bilmiş, sadakatle İslam’a hizmet etmiş, İslam’ın aslî halklarından biri olan Kürtlere karşı hakikaten her daim Müslümanlığımdan kaynaklanan bilinçli bir muhabbetim olmuştur. Emevilerin siyasi takibatından kaçan Ehli Beyt’in büyük ekseriyetine onlar kucak açtı. Abbasilerden itibaren daima İslam hilafetinin ve birlikteliğin yanında yer aldılar. Müslümanlar arasında bugüne kadar onların sebebiyet verdikleri bir niza çıkmamıştır. Bugün dahi, eğer bir İslam birlikteliği olacaksa en çok onların hizmet edeceğine inanmışım (Çünkü her ülkede varlar).
Selçuklu döneminde, Selçuklular ile birlikte hareket ettiler. Osmanlılara bağlılıklarını bildirmeleri Yavuz Sultan Selim dönemine rastlar. Safevilerin Osmanlıyı arkadan sarıp çökertmeyi ön gören Şii kuşatmasına karşı, Osmanlı’nın yanında yer aldılar. 25 Kürt beyinden 24’ü ehli sünnet çerçevesinde Osmanlı ile birlikte hareket ettiler. O tarihten sonra da Ermeniler ve Süryaniler gibi onlar da hiçbir zaman ihanete yönelmediler. (Ermeniler, Rusya’nın kışkırtmasıyla ayaklanmaya ve Osmanlıyı içinden vurmaya kalkıştıkları zamanlarda bile Türk devleti adına mağdur olanlar Kürtlerdi.)
Osmanlı idarecileri nezdinde ‘necip millet’ diye saygı gören Araplar bile İngilizlerin oyununa gelip Osmanlıya ihanet etmelerine rağmen, Kürtler, siyasi kaderlerini Türklerle beraberliğe bağladılar. Lozan’da Kürtlerin ‘azınlık’ statüsü içine sokulmasına karşı çıktılar. Ondan önce de Bediuzzaman, Türklerden bağımsız hareket etmeyi gündeme getiren bir iki aşiret reisine “Emin olunuz biz Kürtler başkalarına benzemiyoruz. Yakinen biliyoruz ki, içtimai hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder.” diyerek onların taleplerini geri çevirmiştir. (Münazarat)
Dolayısıyla bu güzel insanların ıstırabına bigâne kalmak imkânsızdır. Ancak, şu meselenin bir takım ateistlerin ve dine lakayt kimselerin eline geçmiş olmasından dolayı, Müslümanlar işe nereden müdahil olunacağı konusunda tereddütler yaşadılar.
Üçüncüsü de esasında Kürtlerin ıstırap çektiği aynı zamanlarda, onlara sahip çıkabilecek Müslüman Türk unsur da kendi derdine düşmüştü. Istırapta ve acıda eşit durumda idik! Dolayısıyla Müslümanların Kürtlerin ıstırabına kayıtsız kaldığı büyük bir iftiradır. Tıpkı, devlet tarafından yapılmış bir kısım yanlışlıkların Türk milletinin boynuna atılması gibi bir iftira!
Şimdi de meseleye çözüm arayanlar yine Müslümanlardır. Daha yakında Risale Akademi, “Münazarat ekseninde milliyet ve demokrasi” konulu bir konferans düzenledi ve ön görülen tedbirler hükümete sunuldu. Bugüne kadar tüm İslamcı yazarlar meseleye dair çözümler sundular ama hükümetler onları kale almadığı gibi fikirlerini de sormadı. Çünkü şu meselede fikir söyleme hakkı, bugüne kadar hep ‘Beyaz Türkler’in uhdesinde idi. Onların da çözüm önerileri; Müslümanları dizgin altına almak, Kürt meselesini de silahla çözmek yönünde idi. Yani zaten Müslümanları dinleyen de yoktu!
Kendi özelime gelince… Bana yöneltebilecekleri tek eleştiri, eğitim konusundaki bir “istisna”m sebebiyle olabilir. O da İlkokul seviyesinde ayrı lisanlarda ‘eğitim’ verilmesine karşı olmamdır. ‘Kürtçe öğretilmesin!’ demiyorum, ‘okullar açılmasın’ demiyorum. ‘Kürtçe televizyon, üniversite hatta gerekiyorsa kendi milli hassasiyetleri çerçevesine farklı bir yönetimleri olmasın’ da demiyorum. Sadece diyorum ki “İlkokulda eğitim dili Türkçe olsun!”. Sonra ne yapıyorsanız yapın! Irki kaygılarla da söylemiyorum. Bana diyorlar ki ‘Fransızca ve İngilizce öğretiliyor da Kürtçe niye olmasın?’
Bu tamamen batıl bir kıyastır. Akıl sahibi herkes bunun boyutlanını bilir. Burada İngilizce öğreterek bir ‘ayrılık’ var edemezsiniz ama Kürtçe eğitim verirseniz, en fazla bir iki nesil sonra bu topraklar ayrışmaya başlar ve beyliklere bölünür. Değil bir Türk, samimi bir Kürt dahi bunu istemez sanıyorum.
Bu konudaki hassasiyetim de yine İslam ittihadı içindir. Şu iki kavim birbirine düşse, diğer kavimlerin bizi toplayabilme kabiliyeti yoktur. Dolayısıyla bu iki kavmin arasına ayrılık sokacak hiç bir meseleye ‘evet’ diyemem diyemiyorum. Birileri –mesela Bediuzzamanın has talebeleri- desin ki ‘ilkokulda ayrı bir lisan ile eğitim vermek, ayrılık getirmez’, ona da ‘tamam’ diyeyim. Ama mümkün değil!
Zilzal (Deprem) Suresi gösteriyor ki yer küre, asla tesadüfen ve ilahi iradenin haricinde hareket etmiyor. Aksine, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak tamamen emir tahtında depreniyor. Bâzan da titriyor. Yani, fay hatlarının nerede ne zaman depreşeceği, nerede ne zaman kırılacağı izn-i ilahi iledir.
Elbette her fiziki hadisenin fiziken izah edilebilecek sayısız sebepleri vardır. Ama bu, o hadiseyi, Allah’ın iradesi haricine çıkarmaz! Biz tam anmasak da Cenab-ı Hakkın adil-i mutlak olduğuna inanan Müslümanlar olarak başımıza gelenleri birer ‘hak ediş’ biliriz. Bu hak ediş de ya maddi ihmalkârlıklarımızdan veya ahlaki erozyonumuzdan dolayıdır! Çünkü biliyoruz ki umumî belalar umumî hatalara terettüp eder.
Ancak, bu böyledir diye, şu ıstıraba bigane kalmamız düşünülemez. Zira bu bir hak ediş olsa bile musibet gelip çatı mı insan kefaretini ödemiş olur ve masum hale geçer. Deprem böyle bir musibettir. Öyle olduğu için de depremde ölenler şehid sayılmıştır. Allah cümlesininrahmet eylesin. Rabbim mağduriyetlerini iki cihan saadetiyle telafi etsin.
Peygamberimiz (SAV), bir Hadisinde ‘Eş-şehîdu hamsun: El-Harîku, el-Garîku, El-Mabtunu, El-Mat’ûnu ve sahibu’l-hedm’ diye buyuruyor. (Manen şehid olanlar beş sınıftır: Yanarak ölenler, suda boğularak ölenler, karın hastalıklarından ölenler, bulaşıcı hastalıklarla ölenler ve depremde ölenler…) Dolayısıyla şu afette hayatını kaybedenler, bir Müslüman nazarında en yüksek makama çıkmışlardır ki, eğer inanıyorlarsa sorgu sual görmeden cennete gireceklerdir. Cennet-cehennem kaygısı olmayanlar için dahi şu sonuç bir merhamettir ki belki onları cehennem-i ebediden kurtaracaktır.
Bu tür musibetlerin, o afette hayatını kaybedenler için nasıl bir rahmet olabileceğini, inançsızlar akılarına sığdıramadıkları için, şu hadiseleri ‘acımasız, adaletsiz’ bir kıyım gibi görüyorlar ve sonra da dönüp sitem oklarını Rabbi Rahim’e yöneltiyorlar. Onun içindeki rahmeti göremiyorlar.
Yine bir hadis-i şerifte, Peygamberimiz (SAV) “Yeryüzünden ilk kaldırılacak rahmet taun, ilk kaldırılacak nimet baldır’ buyurmuş. Taunu, ‘bulaşıcı hastalığı) rahmet diye anmış. Çünkü öyle takat yetirilemeyen hadiselerde hayatını kaybedenlere büyük mükâfat vardır. Ahret kazancından bi haber olanlar bunu nasıl anlasın?
Elbette işini yanlış yapanlar, çürük binaları inşa edenler, onlara sağlam raporu verenler, üç kattan ziyade olmaması gereken yerlere rüşvet karşılığı 5-6 kat izni verenler, müstahak oldukları cezaya çarptırılacaklar. Hem sanmasınlar ki bu cezaları sadece ahrette verilecek. Burada dahi, insanların hayatıyla oynayanlar, insanların hakkına tecavüz edenler muhakkak belalarını görecekler ve haklarıdır ki görsünler.
En küçük bir depremde bile sayısız evlerimizin yıkılması, bilhassa devlet onayını almış yurt, hastane ve okulların her şeyden önce yıkılması siyasi ve sosyal ahlakımızı göstermesi bakımından dikkatle tespit edilmesi gerekir. Ben bu hali İslamiyet ve Kuran ümmetine yakıştıramıyorum.
Japonların şehirleri 9 şiddetindeki depremlere bile dayanıyorken, Müslümanların evlerinin en küçük sarsıntıda yıkılıyor olması, asıl utanmamız gereken, kendimizi sorgulamamız gereken husustur!
Neden sağlamlığı vurgulamak için ‘Müslüman işi’ demeyiz de ‘gavur işi’ gibi sağlam deriz. Müslüman’ın daha sağlam iş yapması gerekmez mi?
Acaba her depremde altta kalan -inşallah Allah can kayıplarını cennetle telafi eder- masumlara mı yanmak gerekiyor, yoksa her seferinde İslam’ın ve Kuran’ın şerefini, itibarını, izzetini ayaklar altına düşüren, düşmesine sebep olan idarecilerimize mi yanmak gerekiyor?
Bu nasıl bir zihniyet ki, deprem arazisi üstüne o çürük binaların yapılmasına izin veriyor? Bu nasıl bir şehircilik anlayışı ki, her depremde bizi âleme rüsvay ediyor?
Bu nasıl bir adalettir ki, ona sebebiyet verenlerin yakasına yapışmıyor?
Bu nasıl bir siyasi iradedir ki, depreme hazırlık deyince sadece enkaz altında kalanları kurtarmayı marifet sanıyor. Beni kahreden asıl meseleler bunlar.
Böyle çarık çürük zihniyetlerle, ufuksuz siyasetlerle, temelsiz kişiliklerle, Kuran’a yakışmayan İslamiyetlerle nereye varacağız ve nasıl yeniden bir medeniyet inşa edeceğiz bilmiyorum!
M. Ali Bulut - Haber
mabulut@gmail.com
Yorumlar23
-
nizam-ı cedit
14 yıl önce
Şikayet Et
Türk Milleti derken bir üst kimliği ifade ediyor. yani nasıl ki Türk kökenli Alman, Fransız vatandaşı diyorsak bir vatandaşlık tanımından bahsediyoruzdur. Kürt olsun, Çerkez olsun yurt dışına çıktığımızda Türk vatandaşı olarak ifade ediliriz. özelde ise tabiki Kürt kimliğimizi öne çıkarabiliriz. Mehmet abi'nin bunu söylemeye çalıştığını düşünüyorum.
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
Suat Güçlü
14 yıl önce
Şikayet Et
Cennet bedava.... Depremde olan şehit olup eğer imanı varsa direkt cennete gider.Bu ne kadar güzel birşey.Ne kadar güzel bir hakediş.Yani bu insanları cennete gönderen göçer bina yapan müteahhitler.Bunlarında cennete gidecek halleri yok.Her ne kadar birçok insanın cennete gitmesinin müsebbibi olsalarda.Valla içimden cani gönülden depremde ölmek geliyor.Hele birde inşaallah hacı olduktan sonra ölürsem çok güzel olur.Nasılsa birgün bir türlü ebediyete intikal edeceğiz.
Beğen
Cevapla
-
musamusavi
14 yıl önce
Şikayet Et
empati. allah korusun bundan sonraki olası bir depremde başat düşüncemizi müslümanlar deprem ve türkler olarak yazıya dökeceğiz şimdiden peşin bir tüyo???
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
ibrahim
14 yıl önce
Şikayet Et
yapmayın Allah aşkına. anlayamıyorum, bir kürt türk meselesi açıldığında ya da "türk" kelimesi kullanıldığında türk kökenliler neden hep kendilerine yontmaya çalışırlar. yok efendim Türk Milleti derken içinde kürtleri de kastediyorum demek ne kadar çocukça. madem öyle bir ırkı çağrıştırmayan bir kelime kullanın osmanlı gibi, anadolu gibi, islam, gibi.
bu sürekli önceleniyor ve gerçekten çok komik. Türk milleti diyorsan türklerin bir ırk olmaması gerekir ki millet olsun.
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
metin yaman
14 yıl önce
Şikayet Et
İslamcı M.Ali Bulut Atatürk'ün İlke ve İnkılaplarına uymamızı istiyor.. Müslümanlara göre ihtilafa düştüğümüzde Kur'an ve Sünnete müracaat etmemiz lazım. M.Ali Bulut'a göre de Atatürk'ün ilke ve İnkılaplarına uyarsak bütün meseleler halledilmiş olur. Biliyorum bazı dünyadan habersiz yorumcular bana haksız yerde sitem edecek ama maalesef yazdıklarım doğru iftira atmıyorum, kaynağım Bulut beyin bizzat kendisi. Arayın kendisini deyin ki Hocam şu ilk okulda her kes Türkçe eğitim görsün kaidenizi nereden alıyorsunuz size Tevhidi Tedrisat Kanunundan alıyorum diyecek. O günü birileri efendim hocalarımıza uymak farzdır tarzından beyanlar savurdu. Benim inandığım dine göre eğer hocalar Allah ve Resulünün yolunda giderlerse biz de onlara uyarız yoksa cehenneme yolu var.
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle