Ne siyasal İslam, ne de Kemalizm...
- GİRİŞ23.06.2008 10:17
- GÜNCELLEME23.06.2008 10:17
Bu, aslında geçenlerde Ankarada Türkiye Diyanet Vakfında Kadın Faaliyetleri Merkezinin düzenlediği Kent ve İslam başlıklı panelde yaptığım konuşmanın özetiydi...
Pazar stardaki arkadaşlar, çok isabetli olarak yazıyı ilk sayfadan: Türkiye, dini kültür olarak algılayan, liberal demokrasiyi de toplumsal yaşam biçimi olarak içselleştiren bir düzeye sıçrayabilir... cümlesiyle spotlamışlardı...
Yazıda bu cümlenin ardından şu satır geliyordu:
Sıçramak mecburiyetinde...
Neden? Çünkü yeniden Siyasal İslam ile Kemalizm arasında sıkışmış görünmekteyiz...
* * *
Kemalizmi yeniden uzun uzadıya anlatma ihtiyacı yok aslında... Kemalizm daha ziyade askeriyenin ve türevlerinin sahiplendiği, halka güvenmeyen dolayısıyla da demokrasiyi dışlayan bir otoriter bir anlayış...
Özünde, Müslümanlık ile demokrasinin bir arada olamayacağına inanıyor... O nedenle de laikliği halka değil, askeriyeye emanet ediyor... Üstelik de... Din devleti olmayalım diye ürettiğimiz ve Diyanet İşleri eliyle icra ettiğimiz bir devlet dini var...
* * *
Buna karşın siyasal İslamı Kemalizme alternatif sunanlara da rastlanmakta...
Bu anlayışa daha dikkatli bakınca, tekke ve zaviyeleri yok ederek köküne kibrit suyu ektiğimiz kent dindarlarının boşluğundan yararlanan...
İşi İslamdan ziyade köylülüğü din üzerinden üretmeye yönelik kırsal bir duruşa rastlıyorsunuz...
Çünkü Kent çoğulcudur... Özgürlükçüdür...
Benzemeyen ile yaşamak demektir...
* * *
Siyasal İslamı kullanmak isteyebilecek olanların robot portresini şöyle çiziyorum:
Zoraki göç hem sorunları çok büyüttü, bütün büyük kentlerin etrafının çok ciddi, üretimin çağırmadığı, kentin çağırmadığı becerisi olmayan, topraktan koparılmış, kimliği de çok netleşmemiş, milyonlarca insanın bunalımıyla kenti bir araya getirdi...
Ve bu insanlar kenti görüyorlar, iyi yaşamak istiyorlar, fakat yaşayabilecek bir becerileri yok.
Şimdi burada dinin, kültürün, kent dindarlığının, hukukun üremesine imkán yok.
Kitlesel olarak bir becerisi olmayan, kentin içinde üretim yaparak, bir değer üreterek yer bulamayan, ama var olmak isteyen insanların zihniyetinin yaygınlaşması, çok başka bir tehlikeyi de, bir çoğulculuğu, muazzam bir hoşgörüyü, sağduyuyu değil, totaliter bir diktatoryayı da beraberinde getirme ihtimalini ve tehlikesini taşıyor.
* * *
Hálbuki kent dindarı dini böyle algılamaz:
Kent dindarları İslama, kendi dinlerine bir kültür olarak bakıyorlardı. Gerçekten de din, kültürün en önemli girdisidir.
Ama eğer siz meslek açısından sıkıntılı, kimlik ispatı açısından sorunluysanız, dini siyasî olarak da yorumlamaya daha eğilimli duruyorsunuz.
Dini siyaseten yorumladığınız vakit bir başkasını esir alma ve sizin inanç ve yaşam tarzınızın dışındakine hiçbir şekilde müsamaha etmeme, tek tip, senin egemenliğin altındaki bir tek duruş, bir tek yorum, bir tek yaklaşımı getiriyorsunuz.
Eğer kent dindarı iseniz, bir üretimden geliyorsanız, kendi cevherinizi kullanabiliyorsanız, işlevsel olarak değer üretiyorsanız, kentin o üretimden gelen kimliği içinde bir yeriniz varsa, İslam sizin için bir kültürdür.
Bir başkasını esir alma vasıtası değildir, bir anayasa değildir, bir şekilde medenî yasa değildir, ceza hukuku hiç değildir
Dinin bir kültür olarak kentle iç içe barınması, aynı zamanda o inanç sahiplerinin hukuku da esas ve asıl alması ve diğerlerinin çoğulculuğu, kendine benzemeyen diğer farklı yaklaşımları, kendi yaşam biçiminin dışındakileri de kapsayacak bir ortak referans olarak, üretimi de sürdürmek açısından, hukuku kabul etmeleri ve referansı hukuk üstünden götürmeleri gerekir.
* * *
Bunları neden yazıyorum? Çünkü Türkiyeyi dolaştıkça... Daha ziyade iki referans öne çıkıyor... İlk grup Kemalistler... Diğeri ise şu veya bu şekilde daha ziyade dini bir anlayıştan medet umanlar...
Kendi yaşam biçimini, düşüncesini, inancını, farklılığını hukuk üzerinden, temel hak ve özgürlüklere dayanarak savunma az... Ya da yok...
Bu ikilem Türkiyeyi örseler... Zorlar... Artmakta olan kamplaşmayı iyice azdırır...
* * *
Çare... Benzemezlerin bir arada huzur içinde yaşayabilecekleri bir ortak ve temel mutabakat hukuksal zemin...
Kemalizmin de siyasal İslamcısının da diğerini esir alamayacağı güvenlik zinciri...
Bu nedir? Bu evrensel hukuk anlayışını, bireyin tercihlerini güvence altına alan temel hak ve özgürlükleri içselleştiren Liberal demokrasidir.
Çoğulculuktur... Benzemeden de birbirine musallat olmadan yaşamayı öğreten kültürdür...
* * *
Başarabilir miyiz? Kendini zorla dayatmayan ve dini aynı zamanda bir kültür olarak algılayan İslam ile... Demokrasiyi esir almaya kalkmayan ve kendine demokrasi içinde yer arayan Kemalizmi... Diğer bütün görüşlerle birlikte güvence içinde yaşatan bir toplumsal sistem kurabilir miyiz? Bunu başarmak zorundayız...
Yoksa... Sonunda gene bu noktaya gelceğiz ama gelmek için aşırı faturalar ödemek ve derin acılardan geçmek durumunda kalacağız...
* * *
Yeter ki... Kendine benzemeyen ile birlikte sorunsuz yaşamanın tek yolunun evrensel hukuk, temel hak ve özgürlükler, kısacası demokrasi olduğunu samimiyetle anlayıp, savunalım.
Her sorunu çözeriz.
Yorumlar6