Sahi yargı, kimin yargısı?
- GİRİŞ04.09.2014 10:14
- GÜNCELLEME04.09.2014 10:14
Sorunlu diyorum, çünkü yargı adına konuşanlar siyaset kurumuna çakmadan duramıyorlar.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı diye bir şey duyduğumda doğrusu ironiyle karışık gülüyorum.
Sanki bağımsız ve tarafsız bir yargımız var da siyaset kurumu yargıya müdahale edip erkler ayrılığına aykırı hareket ediyormuş gibi bir algı oluşturmaya çalışanların artık iyi niyetinden kuşku duyuyorum.
Hiç kimse kusura bakmasın, Türkiye'de ne bağımsız bir yargı vardır, ne de tarafsız...
Dahası ve en fenası, tanımına uygun bir erkler ayrılığından söz etmek de mümkün değildir.
Yargı erki, diğer her iki erkin de üstünde kendini görmekte ve gerekli gördüğü her koşulda yasama ve yürütme erkine müdahale etmekten kaçınmamaktadır.
Ortada bir müdahale var, doğru.
Ama bu müdahale yasama ve yürütmeden ve/ya da siyaset kurumundan yargıya değil, yargıdan yasama ve yürütmeye ve dahi siyaset kurumuna yönelik bir müdahaledir.
Mevcut yargı sistemi kelimenin tam anlamıyla imtiyazlı, dokunulmaz, ilişilmez bir vesayet odağı konumundadır.
Ortada duran can alıcı asıl soru şudur:
Bu yargı, kimin yargısıdır ve kimin adına yetki kullanmaktadır?
Hiç oraya buraya çevirmeden dosdoğru belirteyim:
Bu yargı sistemi, darbecilerin oluşturduğu bir yargı sistemidir.
Yargıtay Başkanı'nın, 'Milletten aldığımız yetkiyi kullanıyoruz' iddiasının gerçekte hiçbir karşılığı yoktur.
Bu yetkiyi millet değil, millet iradesini gaspeden darbeciler vermişlerdir.
Millet adına millete rağmen.
Dolayısıyla böyle bir ifadenin anayasada karşılığı olsa bile gerçekte hiçbir karşılığı yoktur.
1960 askeri darbesinden sonra darbeciler tarafından hazırlanan anayasanın yargıya nasıl bir rol biçtiğini artık herkes biliyor.
Yassıada mantığına yaslanan bu yeni düzenleme, gerçekte sandıktan çıkacak milli irade ve siyaset kurumu üzerinde demoklesin kılıcı gibi dursun, mili iradeyi temsil makamı olan yasama ve yürütme erkleri vesayet altına alınsın diye yapılmıştır.
Darbe anayasasının sistemin içine monte ettiği MGK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay vb. kurumlar tam da bu misyonla donatılmışlardı.
Darbecilerin 82 anayasasıyla bu yetkiler daha bir fazlalaştırıldı ve güçlendirildi.
Sandıktan çıkan milli iradeyi Ankara'da zapt u rapt altında tutmanın bütün ideolojik-baskıcı mekanizmaları tamamlanmıştı.
Haddini aşan (!) partilerin kapatılmasından tutunuz da yasama ve yürütmenin iş ve eylemlerinin iptaline varıncaya kadar devasa bir alan gerçekte ideolojik-baskıcı bir aygıt olan yargı erkine verilmişti.
Askerin yapamadığını yargı yapacaktı.
Yaptı da.
Millet iradesini temsil eden yasama organına (meclise) güvenilemezdi.
Meclis'in içinden çıkan yürütme organına da...
O yüzden 'eski Türkiye'nin ideolojik mekanizmaları hazır kuvvet bekletiliyordu.
Yargı erki gerçekten nüfuzlu bir erkti.
Üstelik darbe yapanlar, 'millet adına yetki kullanma' ibaresini de anayasalarına dercetmişlerdi.
Yargı, sözgelimi 28 Şubat'ta seçilmiş hükümeti alaşağı etmek isteyen askerleri alkışladığında 'milletten aldığı yetki'ye dayanarak bunu yapıyordu.
Çelişkiye bakınız ki milletin iktidara taşıdığı AK Parti gibi her iki seçmenden birinin oyunu alan bir partiyi bile neredeyse 'millet adına' kapatacaklardı.
Diğer kapattıkları partilerin sayısını unuttuk bile.
Bu yargı sistemi, kelimenin tam anlamıyla, milletle alakalı olmayan bir yargı sistemidir.
Ve gücünü hala 12 Eylül anayasasından almaktadır.
O yüzden yargı adına konuşacakların 'hukukun üstünlüğü'nden söz ederken kendi vesayetçi pozisyonlarını göz ardı etmemeleri ve asıl kendilerini imtiyazlı bir erk olarak konumlandıran darbeci gerçekliği de unutmamaları gerekir.
Hukukun üstünlüğüne sahiden inananlar, darbe anayasalarından aldıkları bu devasa güç ve yetkileri yasama ve yürütme organına karşı bir silah olarak kullanmazlar.
Tam tersine darbe anayasalarının kendilerine tanıdıkları bu yetkilerin hukukun üstünlüğü ve erkler ayrılığı ilkesine uygun olmadığını varsayarak hareket ederler.
Askerlerden emir aldıklarında gereğini yapanların siyaset kurumunun müdahalelerinden şikayetçi olmaları ne yaman bir çelişkidir.
İroni ötesi bir durumdur bu...
Yargıtay Başkanı istiyor ki yasama organı Yargıtay'la ve HSYK'yla ilgili hiçbir düzenleme yapmasın.
Niye?
Bu Meclis'in görevi değil midir kanun yapmak?
Hatta bu Meclis'in görevi değil midir mevcut anayasa yerine topyekun yeni bir anayasa yapmak?
Yoksa Yargıtay Başkanı da tıpkı diğer vesayetçiler gibi bir tek darbe sonrası 'kurucu' diye nitelendirilen meclislerin mi anayasa yapma yetkisine sahip olduğuna inanmaktadır?
Bu Meclis isterse Yargıtay kanununu da, HSYK'yı da, anayasayı da sil baştan yeniden yapar.
Yorumlar1