Ey âşık, korkma sev!
- GİRİŞ09.07.2012 09:59
- GÜNCELLEME09.07.2012 09:59
Ey Âşık! Korkma sev... Öldüğün yerde değil, dirildiğin yerde sev… Ama sana mana katanı sev. (Mevlana)
Aşk insanlık tarihi kadar eski bir kavram.
Havva ve Âdem ile başlayan eskimeyen ve insanın hem en vazgeçilmez, hem en hayati, hem en leziz, hem en acı tecrübesi ve hem de en heyecanlı duygusudur. İnsanın aşkı tanıması, yaşaması ve tecrübe etmesiyle aşk milyonlarca libasa bürünse de insan için her dem en biricik meseledir.
Aşk için en güzel sözü gerçek aşk ve gönül ehli söylemiştir elbette. Onlar hem mecazi hem de hakiki aşkı kusursuzca yaşamış ve aşklarına bin bir anlam ve güzellik yüklemişlerdir. Onlar aşklarına güneşi ve ayı yüklemiş hem aydınlatmış, hem ısıtmış ve hem de yaşatmışlardır. Aşklarına hem mana katmış, hem de aşklarından feyz almışlardır.
Aşk güzeldir…
Seven için de sevilen için de bulunmaz bir nimettir. Seven insanın aşkına karşılık bulması, sevgilerin mütevazı (yani denk) olması, sevgilerin nitelikli olması, anlamlandırılması, içselleştirilmesi, aşka her dem değer katılması gerekir ki her geçen gün büyüsün, ışıldasın ve her iki tarafa da huzur ve mutluluk versin.
Aşk, bir sabır işidir.
Aşk, gönül kumaşı ipekten olan insanların harcıdır.
Aşk ceylanların her dem mahmur gözlerle su içtikleri billur bir pınardır içene!
Aşk, çekici bir güzelliğe yönelmiş çılgın bir cezbedir!
Aşk, gönlün sevdiğini arayıp bulmasıdır ve ruhuna yepyeni mintanlar giydirmesidir, yüreğin iki kişi için çarpması, aklın iki kişi için düşünmesi, gözlerin iki kişi için ağlamasıdır!
Aşk iki insanın birbirinin kalbine ve ruhuna gül ekmesidir!
Aşk böyle iken peki neden âşık olduğunu söyleyenler bir süre sonra çekip gider? Neden duygu ve kalp ortaklarını yarı yolda bırakırlar acaba? Neden bir yürek yalan söyler, neden kandırır, neden verilen sözlerin arasına yüzsüzlük gelip oturur?
Bu bazan âşıklardan birinin ayran gönüllü olması, verdiği sözün sahibi olmaması, doyumsuz ve kişilik bozukluğu olan kimseler olması ve aşklarına sahip çıkmayışları olabilir ya da üçüncü bir kişinin araya gelip oturup bir sevgiyi bozguna uğratmasıdır.
Böyle durumlarda giden kişi pek üzülmez, kalbi kıpırdamaz zira giden ve terk eden kendisidir, kalan için ölümden beter günler ve hatıralar ve bir de gözyaşları ve hüzün vardır artık. Aşk terk edilen ve geride kalan için hasar bırakır. Viraneye dönüşen yüreğin yeni baştan kendisini tamir etmesi uzun zaman alır çoğu zaman.
Üstat Bedüzzaman aşk için “Mektubatta” şu veciz ifadeleri kullanır:
“ Aşk şiddetli bir muhabbettir!
Fani mahbuplara müteveccih olduğu zaman ya sahibini daimi bir azap içerisinde bırakır veyahut o mahbup o muhabbetin fiyatına değmediği için baki bir mahbubu arattırır. O zaman aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılap eder. ”
Gerçekten de maşukun, aşığın o büyük muhabbetinin fiyatına değmediği zamanlarda âşıkta hem derin bir hayal kırıklığı, hem de yeni ve kalıcı bir sevgiliyi arayıp bulma, yönelme ve sığınma ihtiyacı doğar ki bu da özellikle gönül ehlinde gerçek sevgili yüce Allah’tır.
Bazan da “çivi çiviyi söker” misali eski sevgiliyi unutmak için yeni sevgili bulunur. Bu yöntem daha çok modern insanın çaresizliğinin ve gafletinin bir yansıması olarak görülür ki bu şarkılara bile dökülmüştür:
“Ne senin aşkına muhtaç/ ne esirin olacağım/Öyle bir sevgili buldum ki/ Seni unutacağım!
Bunun çok sağlıklı bir davranış olduğunu söylemek mümkün değil ancak bazı uzmanlar geride kalan aşığın hayatına normal şekilde devam etmesi, ruh sağlığını koruması için, unutması için bu yöntemin faydalı olabileceğinin altını çiziyorlar.
Zaten Anadolu insanının terk edilen âşıkları teselli babında söyledikleri de tam da bu düzlemdedir:
“Sana kız mı yok,(duruma göre değişir) yeter ki iste; karşına kimler kimler çıkacak, unut gitsin o soysuzu, geçecek, hepsi geçecek, senin ne hayranların var, bir başını kaldırsan göreceksin, elini sallasan ellisi!
Gerçi bu durumlara düşen kaç âşık vardır bilmiyorum ama bunun çok da rastlanır bir durum olduğunu sanmıyorum zira kim kimi gerçekten de büyük bir aşkla seviyor, kim kimi böyle aklını yitirecek kadar sahipleniyor ve bağlanıyor ki? Günümüzün o vıcık vıcık, günübirlik, sahte, cinselliğe tahvil edilen ve kokuşmuş aşkları ve âşıkları bu kategoriye girmiyorlar bile.
Günümüz insanı aşksızdır!
Gönülsüzdür, heyecansız, duygusuz, ruhsuz, merhametsiz, vicdansız, duyarsız, karaktersiz, vefasız ve gaddardır. Aşk böyle iki yüzlü insanların elinde oyuncak olmuştur. Erkek yarım erkek, kadın yarım kadındır artık!
Gerçek aşk, gerçek beyefendi ve hanımefendilerin duygu serüvenidir. Bu serüvende ihanet yoktur, vefasızlık yoktur, merhametsizlik, vicdansızlık, yalan-dolan, entrika, küçük, küçücük hesaplar yoktur!
“Ey Âşık! Korkma sev... Öldüğün yerde değil, dirildiğin yerde sev… Ama sana mana katanı sev.”
Mevlana, bu öğretisiyle çok önemli bir noktaya parmak basıyor aslında. Doğru insanı, doğru şekilde, seni mutlu edecekse, huzur verecekse, sürecekse, sükûnet getirecekse hayatına, seveceksin! Hem de gözü kapalı, ruhunla, kalbinle!
Seni her gün ağlatan, kanatan, yaralarına herdem neşter vuran, yalancı, entrikacı, nankör, hissiz ve küçük insandan uzak duracaksın! Kim olursa olsun uzak duracaksın böyle dibi görünmeyen bulanık sulardan! Meyvesiz ağacı boşuna sallamayacaksın! İnsanı yücelten, kadınsa onu güzel kılan, erkekse onu yakışıklı kılan senin gözlerin, senin bakışların ve senin duyguların ve senin aşkındır!
“Güzelliğin on para etmez/ Bu bendeki aşk olmasa!”
Diyen Koca Veysel’in elbette bir bildiği vardır!
Sevginizin, aşkınızın ve sizin kıymetinizi bilmeyene aşkınızı ve sevginizi vermeyin, gidin kendi içinize doğru nitekim;
Orada “En Sevgiliyi “bulacaksınız!
Muhabbetle Kalınız!
Yorumlar89