Amerikan Kimliğinin Şeytanları
- GİRİŞ12.09.2011 09:29
- GÜNCELLEME12.09.2011 09:29
Başkan G.W. Bush 11 Eylül 1990’da Körfez Savaşını “Yeni Dünya Düzeni” kelamıyla taçlandırdığında iki hususa zımnen dikkat çekiyordu.
Birincisi, Soğuk Savaş dönemi, Kapitalist Blok’un Varşova Paktı aleyhine galibiyetiyle sonuçlanmasıydı. “Sovyet İmparatorluğu” “çökmüştü”.
Zafer sarhoşluğu ile çöküşü kutlayan Bush’un konuşması, bir yandan da “Amerikan İmparatorluğu”nu galip devlet olarak ilan ediyordu. Benzer bir başarıyı İngilizler Osmanlı çökerken Osmanlı’ya karşı hissetmişlerdi. Osmanlı gitmiş, genelde Batı özelde Birleşik Krallık akraba coğrafyaları hâkimiyeti eline almıştı.
İkincisi, Osmanlı Devletinin ölümünden sonra İngilizlerin cirit attığı bölgede Amerika İngilizlerin planlarını kendi askeri ve ekonomik gücüyle yeniden canlandıracaktı. Osmanlı’nın ölümü aslında bir önceki yüzyılda muhtemeldi. Yani, aslında Osmanlı son asrında bitkisel hayat yaşadı. İngilizler Osmanlı’yı Rusya’ya karşı tampon olarak tutmak istemişler ve bu da Osmanlı Devletinin işine gelmişti.
Çarlık Rusya’sına karşı İngiltere Osmanlı terekesi olan ülkelerde Osmanlıyla karşılıklı hacetten dolayı paslaşıyordu. Sonraları bu tasarım ABD ve Ortadoğu ekseni olarak yeniden tasarlandı. Tabii özellikle de petrol ve şeyh zengini ülkelerdi hedef. İngiliz tecrübesinden yararlanarak, ama eski kolonicisi İngilizlerin ötesine bir Ödipus iştiyakıyla geçerek yapması gerekiyordu. Amaç yine ağırlıklı İngiliz mirası olan İsrail’in suflörlükleri ve mihmandarlığıyla hem enerji kaynaklarını hem de en eski medeniyetlerin kurulduğu “kutsal” topraklarda kendi hâkimiyetini sağlamaktı. Ortadoğu’da her şeye rağmen, Soğuk Savaş döneminde bir paylaşım dengesine bağlı olan Rusya-Amerika arasındaki denge ise, tahterevallinin iki tarafına birden ayaklarını yerleştiren Amerika’nın Yeni Dünya Düzeni “Pax Americana” lehine değişmişti.
Yani, Amerika’nın bu planında iki türlü Ödipal kompleks vardı. Eski bir İngiliz kolonisi olan Amerika, bir yandan Eski Dünya ve özellikle İngiltere’den intikam alıyordu. Öte yandan, kömür ve buharlı makinelerle sanayide atılım yapan İngilizlere, petrol enerjisi kullanan kendi sanayi ile de fark atmıştı. Kültürel mirasını bir anlamda İngiltere üzerinden değil, kendi kimliğiyle yeniden tanımlarken, durumu finansal ve hukuksal olarak da kendi lehine çevirecekti Amerika. Bunu yaparken İngilizlerin eski strateji planlarından yararlandı.
“Yeni Dünya” düzeni kavramının tarihçesi bir anlamda, Amerika’nın “Yeni Dünya” olarak etiketlenmesiyle hem de tek kutuplu Amerikan tertipli dünyanın resmi açılış konuşması tarzında ilam etmesiyle ilgiliydi. Aslında, Amerika kuzey ve güneyiyle, sadece oraya giden kâşifler ve müstemlekeciler için yeniydi. Hatta 15. asra kadar giden kâşifleri de olmuştu Amerika’nın. Ayrıca, Aztek, Maya, İnka gibi birçok “Eski Amerika” medeniyetleri Amerikan toprağında binlerce yıldır yaşamıştı.
Buradaki ayrımda esas olan öncelikle coğrafi bir ayırım gibi görünen, ama dini, siyasi ve idari ayrışım yoluyla oluşturulmaya hala çaba gösterilen süreçteki “Amerikan” kimliğiydi. O kimliğin oluşması ve takviye edilmesi de Amerika’nın kendi düşman ve Şeytanlarını tanımlaması lazımdı. Düşman ve Şeytanlar yaratmadan Amerika’nın kendi kimliğini oluşturması mümkün değildi. Amerikan kimlik yaratma ideolojisi farklı asırlarda dini, ekonomik ve kültürel olarak şekillendi.
Amerikan Kimliğini Yaratırken
“Eritme potası” diye sonradan adlandırılacak bu Amerikan kimliği tanımlama stratejileri, aslında aynı potada yerini alsa da tam olarak erimeyen Amerikalı milletleri, “unity in diversity” ve “diversity in unity” diye formülleştiriyordu. “Three in one; on in three” ifadesiyle “teslis”i çağrıştıran tarzdaki bu millet tanımı, aslında WASP’ın (White Anglo-Saxon Protestant=Beyaz Anglo-Sakson Protestan) kendini pota, diğer etnik ve dini unsurları da erimeleri ve kendilerine katılmaları gereken potansiyel eriyikler olarak görüyordu. Bu alaşımda önemli katalizör ise “fırsatlara”, “özgürlüklere” dair geliştirilen ve yüzyıllarca reklamı yapılan unsurlardı. Her ne kadar bu fırsatların ve özgürlüklerin tadını çıkaran WASP ise de, bu ideolojik propaganda Amerika’ya cazibe katan bir etken oldu.
Öte yandan, dini özgürlüklerini yaşamak için Yeni Dünyaya zor şartlar altında dalgalar halinde göçen Püritenler (Amerikan Protestanları), Avrupa’da baskı görmüşlerdi. Ancak Amerika’ya yerleştikten sonra, bu baskının bir benzerini kendi ana doktrinlerden birazcık da olsa ayrılan Protestan gruplara baskı, sürgün ve yok sayma tavırlarını kendileri sergilemekten geri durmadılar. Avrupa’da cadı avları bitmesine denk gelen dönemde Amerika’da cadı avları vuku buluyordu. Cadı avları daha önceleri ülke içinde iken sonraları okyanus ötesine taşındı.
Salem, Massachusetts’te 17. yüzyılda yaygın olan yargılamalar, yargılamadan çok, zaten belli olan cezaları uygulamak için gerekçe oluşturma ve meşrulaştırma mahkemeleriydi. Yani, mahkemeler Amerikan engizisyonları oldular. Sara hastalarından, kadın hastalıklarına maruz kalanlara, yaramaz çocuklardan, dini farklı yaşayan yetişkinlere kadar farklı insan tayfları teokratik yargıçlar tarafından Şeytanla iş birliği yapmak iddiasıyla yargılandı ve mahkûm edildiler. Zaten Amerika 16. Yüzyıldan itibaren gelen göçlerle ve Püritenlerin dini heyecanlarının yüksek olması nedeniyle iki yüzyıl kadar New England kökenli teokrasisinin kurallarına uygun olarak yaşamak zorundaydılar. Eski İngiltere’den Yeni İngiltere taşınan miras bu oldu.
Hem Kolumbus hem Amerigo Vespuçi sonrasında, kıtanın adı hemen Amerika da olmamıştı. Püritenlerin kafasında ve Püriten teokratik hanedanın kafasında kıtanın adı “Yeni Eden,” “Yeni Kudüs,” “Vaat edilen Ülke” “Yamaçtaki Şehir-Kudüs” “Yeni Zion” ve “Yeni İsrail” gibi Tevrat kökenli ve Yahudi tarihinden alınan örneklerle isimlendirilmişti. Tarihsel olarak Püritenler kendilerini, Yahudilerin Mısır’daki esareti sonunda Filistin’e geçişlerini tekerrür ettiren insanlar olarak görüyorlardı. Yahudiler Mısır’da esaret altında yaşamış ve Musa liderliğinde çölü geçerek vaat edilen topraklara erişmişlerdi. Tarihsel olarak Mısır Yahudi kafasında sürgün, esaret ve zulmün tescilli markası oldu. Her yıl kutlanan Hamursuz Bayramı bu anıyı tazelemek için kutlanmaktadır.
Öte yandan, Püritenler da Martin Luther ve John Calvin gibi Mutezili Hıristiyanlığın önderlerinin fikirleriyle önce Papalıktan ayrılmayı, sonra Anglikan Kilisesini kurmayı hedefleyen politik süreç içinde yaşanan reformlardan tatminkâr ve mutlu olmamışlardı. İnancın bireysel boyutta ve bizzat Kutsal Kitabın okunması, yorumlanmasıyla, Kilise ve papazların etkisi olmadan yaşamak istiyorlardı. Zaten bu nedenle başlarda alaycı bir şekilde onlara “Püritenler” (“tasaffi”ciler), yani Hıristiyanlığı papalıktan arındırarak Kitap doğrultusunda tasfiye yani saflaştırmak isteyen Selefiler anlamında lakap takılmıştı. İnançları arasında “herkesin papazlığı” yani herkesin Kutsal Kitabı okuyup anlamasının mümkün olduğu ve ibadeti yönetebileceği de vardı. Sonradan Amerikan Protestanlığının itici gücü oldular.
Önceleri Sekizinci Henry bu hareketlere kendi kişisel ve milli hedefleri doğrultusunda izin verdi. Ancak Püritenler artık “Anglikan” Kilisesini de yeterince saflaşmış görmemeleri ve onu Roma'daki Papalığın İngiltere şubesi gibi sadece lideri değişmiş, ama özü aynı kalmış gördükleri için beğenmemeleri nedeniyle onlara yaptırımlar uygulatarak baskılara maruz bırakıldı. Akabinde kurtuluşu, o dönemde daha özgürlükçü olan Hollanda’ya gitmekte bulan Püritenler, burada da yeni nesillerin yoldan çıkma endişelerini taşıdı ve yeni çareler aradılar.
Bu sürece gelinmesi asırlar sürmüştü aslında. Biraz geriye gidersek, 12. yüzyıldan itibaren Endülüs Medeniyetinin medrese modellerine göre kurulan Oxford ve Cambridge gibi üniversiteler ve kütüphanelerin eğitimiyle meydana gelen entelektüel kitleler (Hıristiyanlığın önemli akaitçilerinden olan Thomas Aquinas’ın hocası Albert Magnus Endülüs medreselerinde okumuştu ve Arapçayı iyi biliyordu), John Wycliff vb. insanların Kutsal Kitabı Latinceden mahalli dillere çevirmesi, matbaanın 15. yüzyıldaki getirdiği etkilerle yaygınlaşması, ayrıca Papalık güdümümde yapılan haçlı seferlerinin “Tanrı sizinle beraberdir” propagandasına rağmen amacına ulaşamaması, bunun sonucunda Kiliseye ve papazlara olan inancın azalması Rönesans ve Reform hareketlerini hazırlamıştı.
Ayrıca, Kilise gitgide maddi gücünü, topraklarını ve siyasi etkinlik alanlarını kaybetmeye başlamış, Avrupa’nın her iki yakasında iki (Endülüs ve Selçuklu-Osmanlı) Müslüman medeniyetlerinin varlığı Avrupa’nın hareket alanlarını daraltmış, Kilise içindeki kokuşma da artık saklanamaz boyutlara ulaşmıştı. Bu süreç sonucunda ortaya çıkan Protestanlık ve Anglo-Amerikan uzantısı olan Püritenlik Amerika kıtasına, yeni ülkeyle beraber, yeni bir dünya hatta yeni bir Eden’e yolculuğa başladıklarında, Yahudilerin tarihlerini yeni kıtaya giderken ve oraya ulaşmak süreciyle tekerrür ettirdiklerini düşünüyorlardı.
Yeni Dünya ile “Yeni Cennet” kavramı da Püriten kafasında ve yazılarında sıklıkla yer aldı. “Yeni Dünya”, “Yeni Cennet” olunca, tabii olarak bütün değerler dizisi de “cennet ülke” kavramına uygun olarak gelişti. Buna göre, Püriten erkeği “Yeni Âdem”, kadını da “Yeni Havva” oluyorlardı. Olayları Tevrat’ın metni ve geleneğine göre algılayan Püritenler “Tekvin”deki yapının içindeki tehlikeyi unutmamışlardı. Cennet vardı, Âdem ve Havva vardı, ama yılan yani Şeytan yoktu ortada! Püritenler bu problemi çok geçmeden, Yerli Amerikalılara da “Şeytan”ın rolünü vererek tamamladılar. Sonraları bu etnik Şeytan yok edilecek ve yerini dini, ideolojik ve ekonomik ve kültürel Şeytanlar alacaktı.
11 Eylül 2001’de olan terörist saldırılar Amerika’ya yeni Şeytan tasarımını meşrulaştırmada en büyük katkıyı yaptı.
Metin Bosnak - Haber 7
mbosnak@metinbosnak.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol