Gelenek, yeni-muh andı ve Mehmet Akif
- GİRİŞ26.09.2011 23:42
- GÜNCELLEME26.09.2011 23:42
Gelenek toplumlarda kanunlar kadar önemli bir “üst-ben” görevi görür. Kanunlardan farkı ise, devletin değil halkın desteğiyle yaşaması ya da yok olmasıdır. Kanunların bir kısmı gelenekten çıkmış olabilir. Bazı durumlarda ise, yürürlükten kalkan değerler gelenekleşir ve toplum içinde yaşamaya devam eder.
Dahası…
Kanun ve nizam adına devletin gücü zayıf olan yer ve zamanlarda gelenek gücünü artırır. Hatta kanun yasaklasa da “töre” adı altında gelenek, kendini kanundan gizleyen töre mahkemeleri ve infaz usulleri oluşturabilir. Töre zaten “torah” (“Tevrat”) yani “kanun”dan bozma bir kelime olarak Ortadoğu havzasında yaşamaya devam etmektedir. Öte yandan gelenek, kültürel olarak da yaygınlaşınca, merkezden çok uzaklarda, mesela Uzak Doğu’da bile aynı etkiyi gösterebilir.
Gelenek temelde ataerkildir. Gelenek miras ilişkilerinde erkeği, akrabalık ilişkilerinde kadını esas alır. Güçte babayı, şefkatte anne öne çıkarılır. Vatan anadır, ancak baba otoritesi aranır. Ataerkil olsa da acı çeken birisi Türkiye’de “ah anam!” diye anneyi çağırır. Hatta babadan sıkıntı çeken de anneyi anarak feryat eder. Ailede baba, mahallede baba, devlette yine “reis” olarak baba vardır. Kanunun “ortak aile reisliği” getirmesi de bir şey değiştirmez. Antropolojik geleneklerde esas olan unsur “tüm kültürlerde ortak” olan “natürel” insanı esas almasıdır. Kültürel gelenek ise, natürelden farklı olarak kültürün diğerlerinden ayrıldığı noktaları inceler.
Gelenek yenilenmezse yozlaşıp meta olur. Toplumun tamamı ya da büyük kısmına vaktiyle hitap eden gelenek tedricen anlamsızlaşır. Nedeni, geleneğin veya toplumun yozlaşması, etkinliğini yitirmesi ya da toplum ve gelenek arasındaki rabıta ve iletişimin kopmasıdır. Öncelikler değiştikçe gelenek de yeni önceliklere göre şekillenmeye başlar. Ya kapsamı daralır, ya heyecanı azalır, ya da genişler ve serpilir. Eski geleneğe etkiyen nedenler yeni geleneğe özlem ve eskinin iş görme düsturları arasında bir sarkaç salınımı yaşar.
Gelenek, yeni süreçte kendi olarak, kendi halinin devamı olarak yaşamak için yeni gelenekle çatışmaya girer. Gücü oranında başarılı olur. Aksi halde deforme olur, ama hemen ölmez. Özünü değiştirir, kabuğunu devam ettirerek toplumun onayını almayı bekler. Ama o artık başka bir gelenek olmuştur. Deforme olan gelenek reform (tecdit=yenilenme) olmadıkça kendini kabullendirme çabası içinde daha bir yozlaşır. Şekil değiştirir, özünde karşılık gelen anlam kaybolmuştur.
Mumyaların bedeni kadar içi boşalmış, ama onlar kadar turistik değeri olan bir varlık olmuştur gelenek. Öte yandan, eski gelenek sembollerini örfen ve/ya ticareten yaşatır ve sosyal rekabetin destekçisi, yeni geleneğin destekçisi ya da ateşleme roketi olarak işlev görmeye başlar. Amerika’da “Jesus” (İsa) böyle bir markadır mesela! Jesus sembol olarak piyasada vardır, ama anlamı toplumda yoktur.
Müslüman toplumlarda değerlerin anlamını yitirmesi de böyledir. Anlamını yitiren gelenek marka olarak ve bu sefer kapitalizmin metaı olarak dönmek ister topluma. Hıristiyanlıkla alakası ancak vaftiz kadar olan insanın, haç kolye takması ile İslam’la alakası olmayan insanın hilal ya da “Allah” lafzı şeklinde kolye takması arasında işlevsel bir fark yoktur.
Markalaşan her değer metalaşmıştır zaten. Belirleyici işlevi bitmiş, belirlenen ve yeniden üretilen bir görsellik içinde pazarlanma aşamasına geçmiştir. Türkiye’de muhafazakârlık da böyledir.
Muhafazakârlık inancın sekülerleşmesine verilen addır. Bu anlamda dindarlıktan farklıdır. Dindar kendi içinde inancını yaşarken, muhafazakârlık başkaları için ve başkalarıyla tüketişim için dini motiflere sarılır. Amerika’daki “neo-con”ların Türkiye’deki karşılığı yeni-muh’tur.
Neo-con ve yeni-muh, toplumda değer olarak sadece alınan-satılan metaı anlamlı görür. Kişiler arası ilişkide esas olan insanın “portföy değeri” olur artık. Artık, “christmas”, “şükran günü” ya da dini veya milli bayramların yerini piyasanın “bayramı” alır. Tütün haram olur, ancak devlet malı helalleşir.
Ortam muhafazakârlığı bayrama damgasını vurunca hatır-gönül ilişkileri ve hatıra değeri olan ne varsa yenisiyle değişir. Bayramla özdeşleşen tüketim geleneği, eski geleneği egale eder. Bayramların her türlüsünü pazar tayin ettikçe, anlamları hediye ya da mesaja dönüşür ve küresel bir sekülerliği beraberinde getirir. Ancak bu yeni-muh sekülerliği anlamını pazara sunduğu değerleri yine rakipsiz Pazar temini için kullanmak ister. Hz. Muhammed’in “gül” ile temsili ve o güllerin kuruyarak atılmasını aslında yeni-muh için acıtıcı olmaz. Kandillerin “simitleşmesi” ise, Alaturkalıktan Kolaturkalığa geçişte alafranga bir selama olur.
Hadi yeni geleneğin “andını” yazalım artık!
“Yeni-muhum, doğruyum, çalışkanım…
Varlığım yeni-muhluğa armağan olsun!”
Mehmet Akif kaşlarını neden çattı ki?
Yeni-muha “reiki” mi gönderiyor yoksa?
Metin Bosnak - Haber 7
mbosnak@metinbosnak
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol