İbrahim Kalın-Hafter görüşmesi ve Libya meselesine farklı bir bakış
- GİRİŞ29.08.2025 08:48
- GÜNCELLEME31.08.2025 10:34
Çok uzak bir tarihte değil, bundan yalnızca yüz yıl önce Libya toprakları Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeydi. Ankara’da doğan bir Osmanlı vatandaşı ile Trablus’ta doğan bir Osmanlı vatandaşı aynı devletin yurttaşıydı. Dolayısıyla Libya’da yaşanan gelişmelere “bana ne Libya’dan” gözüyle bakan bir kişi, gün gelir “bana ne Ankara’dan” da diyebilir. Libya, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir ülkedir.
2020 yılında Libya’da çatışmaların artmasıyla birlikte İsrail, Yunanistan, BAE, Mısır, Rusya ve Fransa’nın desteğini alan Halife Hafter, Trablus’u ele geçirmek üzereyken Türkiye Büyük Millet Meclisi Libya’ya asker gönderilmesine dair tezkereyi kabul etti. Bu karar, Libya’nın Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin resmi daveti üzerine alınmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri Libya’ya konuşlandırılmıştı. O tarihten bu yana Doğu Libya Hükûmeti’ni Halife Hafter idare ederken, Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ni Abdulhamid Dibeybe yönetiyor.
Türkiye’nin askeri müdahalesi karşısında geri adım atmak zorunda kalan Hafter, arkasında beklediği Batı desteğini bulamadı. Peki, o dönemde Türkiye’yi Libya’ya asker göndermeye mecbur bırakan temel neden neydi? Burada hatırlatmakta fayda var: Libya topraklarını Türkiye’den ayrı düşünmek mümkün değildir. Türkiye’nin Libya’ya askeri destek sağlamasının ilk nedeni bu tarihsel ve kültürel bağdır. İkinci ve belki de daha önemli sebep ise o günlerde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de doğalgaz arayışı içinde olmasıydı. Yunanistan, Türkiye’nin bu arayışını engellemeye çalışarak çeşitli diplomatik ve askeri hamlelerle Türkiye’yi köşeye sıkıştırıyordu. Yunanistan, İsrail, Mısır ve Libya’da Hafter arasında imzalanan deniz yetki anlaşmasıyla Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki manevra alanı kısıtlanmak istenmiş, Türkiye neredeyse Mersin sahillerine hapsedilmeye çalışılmıştı.
Tam da bu süreçte dönemin MİT Başkanı ve bugünün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile dönemin Cumhurbaşkanlığı Dış Politika Başdanışmanı ve bugünün MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın yürüttüğü arka kapı diplomasisi devreye girdi. Türkiye, Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile bir deniz yetki anlaşması imzaladı ve bu anlaşma, İsrail, Mısır, Yunanistan ve Hafter’in planlarını boşa çıkararak Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığına güçlü bir gerekçe oluşturdu.
Aradan geçen beş yıl içinde Libya’da çatışmalar durdu. Hafter, Türkiye’nin aracılığıyla Ulusal Mutabakat Hükûmeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ile görüşmelere başladı. Türkiye’nin Suriye, Somali ve Sudan’da da etkili olduğu görülünce, Hafter ülkenin birliği ve bütünlüğü için Türkiye destekli Dibeybe Hükûmeti ile anlaşmanın en doğru yol olduğunu fark etti. Böylece Hafter’in, Türkiye’nin etkin dış politikası ve caydırıcı askeri-istihbari varlığı sayesinde geçmişteki çizgisinden uzaklaşıp Türkiye’ye daha yakın bir pozisyona geldiği açıkça görülmektedir.
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kalın’ın 25 Ağustos’ta Libya’da Halife Hafter ile yaptığı görüşme, bu görüşmenin samimi bir ortamda geçtiğinin fotoğraflardan anlaşılması ve en önemlisi bu fotoğrafların kamuoyuna servis edilmesi, Türkiye’nin Hafter ile yeni dönemde bir anlaşmaya varacağının işaretidir. Türkiye’nin Hakan Fidan–İbrahim Kalın modeliyle yürüttüğü dış politika, Orta Doğu’da dostların sayısını artırmaya ve İsrail’e karşı daha güçlü bir ittifak kurmaya yöneliktir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Malazgirt kutlamalarında söylediği “Yüzünü Şam’a ve Ankara’ya dönenler kazanırken, sırtını dönenlerin kaybettiği” sözleri de bu bağlamda İsrail’e karşı bir olabilme mesajı taşımaktadır.
MİT Başkanı’nın Libya’da Hafter ile görüştüğü sıralarda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Cidde’de İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında ikili ve heyetlerarası görüşmeler yapması dikkat çekicidir. Fidan’ın “Gazze’de diplomasinin sonuna geldik, artık sözün bittiği yerdeyiz, icraata geçeceğiz” sözleri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kılıç kınından çıkarsa, kaleme de kelama da yer kalmaz” ifadeleri; aynı günlerde Malazgirt’te toplanan Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nde 81 ilde sığınakların oluşturulacağına dair haberlerin gündeme düşmesi ve 27 Ağustos’ta “Çelik Kubbe”nin teslim edilmesi, Türkiye’nin ciddi bir hazırlık süreci içinde olduğunu göstermektedir. Çelik Kubbe’nin teslimatı, Türkiye’nin 782 bin kilometrekarelik toprağının artık koruma altında olduğunun ilanı olmuştur.
Türkiye’nin Libya, Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini düzeltme isteğinin temelinde, bölgede İsrail’e karşı dağınık bir İslam dünyası görüntüsünün ortadan kaldırılması yatmaktadır. Çünkü İsrail, Orta Doğu’daki Müslüman devletlerin bir araya gelmesini istememektedir. Bunu sadece İsrail değil, ABD, Avrupa, Rusya ve Çin de istememektedir. Dolayısıyla bölgede İsrail’in yayılmacı politikalarının önüne yalnızca Müslümanların birlik olmasıyla geçilebilir. Tam da bu noktada İbrahim Kalın’ın Libya ziyareti stratejik bir önem taşımaktadır. İsrail’in yalnızlaşması ve karşısında caydırıcı bir gücün varlığını hissetmesi gerekmektedir. Türkiye’nin hedefi, İsrail’e ve muhtemel bir savaşta İsrail’in yanında yer alacak ülkelere karşı caydırıcı bir Müslüman ittifakı oluşturmaktır.
Libya’yı sadece dar bir bağlamda değerlendirmek yanlış olacaktır. Akdeniz’in karşı kıyısında yer alan Libya, Türkiye için stratejik bir komşudur ve Libya ile güçlü ilişkiler kurmak, Akdeniz’den gelebilecek tehditlerin önüne geçmek açısından hayati öneme sahiptir.
Gelinen noktada Libya’da Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile Hafter güçlerinin bir anlaşmaya varacağı ve bu anlaşmanın Libya’nın iki tarafça birlikte idare edilmesini sağlayacağı düşünülmektedir. Libya’daki meselenin çözüme kavuşmasıyla birlikte, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın rotasının Sudan’a çevrilmesi kuvvetle muhtemeldir. Zira Sudan’da BAE ve dolaylı olarak İsrail ile ABD’nin desteklediği Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) ile Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) arasında çatışmalar devam etmektedir. Türkiye bu süreçte Sudan Ordusu Komutanı General el-Burhan ile hareket etse de her iki tarafla da görüşme kabiliyetine sahip bir ülkedir. Ayrıca Katar ile birlikte Sudan’a hava köprüsü kurarak insani yardım ulaştırmaktadır.
Sudan’daki savaşın temel sebeplerinden biri de İsrail’in Akdeniz’de kıyı komşusu olan Sudan’ın istikrarını istememesidir. Çünkü güçlü bir Sudan, İsrail için bir tehdit oluşturur. Tıpkı güçlü bir Libya’nın, güçlü bir Mısır’ın, güçlü bir Ürdün’ün, güçlü bir Katar’ın, güçlü bir Suudi Arabistan’ın, güçlü bir Suriye’nin ve elbette güçlü bir Türkiye’nin İsrail ve Orta Doğu’daki kargaşadan beslenen ülkeler için büyük bir tehdit olduğunun herkes farkındadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam dünyasındaki saygın konumu ile Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’ın stratejik adımları, Türkiye’nin öncülüğünde İsrail karşıtı bir Müslüman ittifakının kurulmasını sağlayacaktır.
Dolayısıyla Türkiye’nin Orta Doğu’da attığı bu adımlar sıradan adımlar olarak değerlendirilmemelidir. Türkiye, Türkiye’den büyüktür ve Türkiye, Orta Doğu’da İsrail zulmüne uğrayan veya uğrama ihtimali bulunan herkes için “beklenen” konumundadır.
Muhammed Mazhar Şahin
Yorumlar6