Körfez’in Türkiye’ye ve Erdoğan’a Bakışı: Sadık Dost
- GİRİŞ24.10.2025 09:26
- GÜNCELLEME24.10.2025 09:44
Ekonomik, askeri, ticari, petrol ve diplomatik güç elbette ki önemlidir. Bu gibi güçlere sahipseniz gerek ikili ilişkilerde gerekse uluslararası arenada güçlüsünüz demektir.
Körfez coğrafyası ekonomik, petrol ve ticari olarak oldukça güçlü. Eksik kaldığı nokta ise askeri ve diplomatik güç noktası. On yıllardır bu eksikliği kendileri tamamlamak yerine ABD ve Avrupa’dan ortaklar ile tamamlamayı tercih ettiler. Elbette bu tercih, beraberinde ABD ve Avrupa’ya bazı meselelerde göz yummalarını gerektirdi. İslam aleminde askeri güç kavramı yalnızca İran’da var olan bir güç olarak anlatıldı. ABD ve Batı çoğunlukla İran’ı düşman gösterdi ve Körfez ülkelerini İran’a karşı çeşitli askeri anlaşmalara mecbur bıraktı. Bu vesileyle ABD, Umman hariç her Körfez ülkesine bir askeri üs konuşlandırarak kendisinde olmayan ekonomik ve petrol gücünü bu ülkelerden temin etmeyi hedefledi. Yıllardır bu konuda başarılı oldu. Çünkü Körfez ülkeleri askeri olarak tehdit altında olmak istemiyordu.
Bu konunun her bahsi geçtiğinde bazı bilmişler! Körfez ülkeleri için “Türkiye ile anlaşsalardı. Neden ABD ve Batı?” şeklinde soru yöneltiyor ve bu ülkeleri eleştiriyor. Bu konuya ilişkin Türkiye’deki Erdoğan öncesi dönemde siyasi istikrarsızlığı ve Erdoğan döneminin ilk yıllardaki askeri vesayet ve FETÖ tarzı yapılanmaların Arap ülkelerine ve Araplara yönelik karşıtlığını düşündüğümüzde Körfez ülkelerinin çareyi ABD ve Batı’da bulma tutumlarını eleştirmekle beraber çuvaldızı da kendimize batırmamız gerektiği kanaatindeyim. Zira Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan sonra Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Arap coğrafyasını ne yazık ki sahipsiz bıraktı. Bu süreçte Körfez ülkeleri de kendilerine empoze edilen Osmanlı ve Türk karşıtlığı sebebiyle ne yazık ki Türkiye ile yakınlaşamadı. Bu sebeptendir ki Körfez ve Arap coğrafyası ile İslam’a yüzyıllarca bayraktarlık yapan Türklerin arası açıldı, açılmaya mecbur bırakıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise gençlik yıllarından Başbakan olduğu 2003 yılına kadar gönlünde Müslüman coğrafyasındaki Türkleri, Arapları, Kürtleri ve diğer tüm milletlerin arasındaki sebepsiz problemleri çözme hedefiyle siyaset yaptı. Erdoğan, Müslümanların tamamını birbirine birbirine denk görüyordu. Hiç çizgisinden ayrılmadı. Politikalarından taviz vermedi. Müslüman’a her yerde ve her alanda gönül kapılarını açtı. Gönül kapılarını 2003 öncesinde Arap ve Müslümanlara kapatan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri gibi olmadı ve göreve gelir gelmez başta Körfez ülkeleri olmak üzere tüm Arap ve Müslüman ülkelerle yakın ilişki içerisinde olmak istedi. 2003 öncesinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri gönül kapılarını yalnızca Arap ve Müslümanlara değil; Türk dünyasına da kapatmıştı. Erdoğan aynı şekilde göreve geldikten sonra Türk dünyasına da gönül kapılarını açtı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2003 yılından dün tamamladığı son Körfez ziyaretine kadar gerçekleştirdiği her ziyareti samimi duygularla ve kardeşlik söylemiyle gerçekleştirdi. 2017 yılında Körfez ülkelerinin iç huzursuzluğunu hedefleyen ABD ve Batı’ya karşı Erdoğan, tüm Arap ve Körfez ülkelerini kardeş ülkeler olarak tanımladı ancak bu süreçte Katar’ı yalnız bırakmayarak Katar’da askeri bir üs kurdu ve Katar’ı her şart ve koşulda savunacağını açıkladı. Bu, Körfez’de istikrarsızlığın ve huzursuzluğun önüne geçmek için Erdoğan’ın attığı çok önemli bir adımdı. Katar ve Katarlıların nezdinde yeryüzündeki tüm Arap ve Müslümanların Erdoğan’ın nezdinde Türkiye’ye bakışı değişmeye başlamıştı. Erdoğan’ın Körfez’de birlik vurgusu, Körfez’in asıl düşmanının İran değil; İsrail olduğu söylemleri Körfez’de Katar başta olmak üzere tüm ülkelerde kıymet buluyordu.
Katar, her zaman Müslümanların maslahatından yana olan bir ülke oldu. Gazze’de, Suriye’de Afganistan’da, Sudan’da ve Somali’de dik duran bir ülke oldu ve bu duruşu Erdoğan ile Şeyh Temim’i aynı hizada konumlandırdı. Her iki liderden rahatsız olan güçler 2016’da Erdoğan’ı 2017’de Şeyh Temim’i indirmek istedi ancak başarılı olamadılar. Bu iki ülke ve iki lider tam anlamıyla kader ortağı oldu ve gerek Karabağ’da gerek Libya’da gerek Kıbrıs meselesinde gerek Sudan’da gerek Afganistan’da gerek Hamas’a verilen destekte ve gerekse Suriye’de Suriyelilerin yanındaki onurlu duruşu ile tüm Müslümanların güvenini kazandı. Katar’da başlayan Türkiye ve Erdoğan’a yönelik bakış gün geçtikçe tüm Körfez sahasını kapladı ve Körfez’de Türkiye’ye dönük “yönünü Batı’ya dönen bir ülke” değerlendirmesi yerini “Müslümaların maslahatını önceleyen bir ülke”ye evrildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan olduğu 2003 yılından bugüne kadar belki yüz defa Körfez ülkelerini ziyaret etmiştir ancak hiçbir ziyaretinde Körfez’in parasını almaya değil; Körfez’in gönlünü almaya ve Körfez ile birlikte bir şeyler yapmaya gayret etti. Zengin Körfez ülkeleri, ilk defa kendilerine gelen bir NATO üyesinin veya sözüm ona “yönünü Batı’ya dönen bir ülke”nin kendilerinin parasını çalmak veya onları İran’a karşı korumak! için değil, kendileriyle iki eşit devlet olarak işbirliği yapmaya geldiğine şahit oldu. Bu da Körfez vatandaşlarını Türkiye’yi daha yakından tanımak üzere Türkiye’ye tatile gitmeye, Türkiye’ye yatırım yapmaya, Türk dizi ve filmlerini izlemeye, Türkçeyi öğrenmeye ve Türk kültürünü yakından tanımaya yöneltti. Türkiye, Körfez ülkelerinin bazısıyla kimi zamanlarda siyasi krizler yaşasa da o ülke vatandaşlarıyla hep güzel ve doğru bir ilişki yürütmeye gayret etti. Özellikle 7 Ekim’den sonra Gazze’de başlayan soykırım, Körfez ülkelerinin asıl düşmanının İran değil, İsrail olduğunu başta biz olmak üzere herkese gösterdi.
23 Haziran’daki İran ve 9 Eylül’deki İsrail’in Katar saldırısı ve bu saldırılara güvenlik garantisi vermesine rağme hiçbir şey yap(a)mayan ABD’ye bölgede kırılan güvenin artık toparlanması mümkün görünmüyor. İsrail, bölgede ABD’nin tüm imajını zedeledi ve bunun yanında Körfez ülkelerine “güvende değilsiniz” mesajını verdi. Körfez ülkeleri bu saldırının ardından kendilerini korumak için yeni yollar aramaya başladı. Örneğin Suudi Arabistan saldırının hemen ardından Pakistan ile bir askeri anlaşma imzaladı. Türkiye ile Katar arasında var olan askeri ittifakların genişletilmesine karar verildi. Umman gibi dış siyasetle bağı olmayan bir ülke dahi Türkiye ile dün bir askeri anlaşma imzaladı. İran ve İsrail’in Katar saldırısı aslında yalnızca Katar’ı hedef almadı, Körfez ülkelerinin tamamını hedef aldı ve tüm bunların ötesinde ABD’nin bölgedeki güvenlik garantisini bitirdi.
Katar’ın yıllardır kabul ettiği “Sadık Dost” Recep Tayyip Erdoğan, Kuveyt ve Umman tarafından dosta yakışır şekilde ağırlandı. Ziyaretin temelinde Gazze olsa da Körfez’in yeniden güvenliğinin mimarisi de oldukça önemli idi. Katar ve Umman ile yapılan savunma sanayi anlaşmaları bunun en temel göstergesi. İlerleyen günlerde anlaşmanın detaylarının daha da belirginleşmesini, bunun sahadaki uygulamasının işleyişinin gözlemlenmesinin ardından Körfez ülkeleri başta olmak üzere diğer Arap ve Müslüman ülkelerin de Türkiye ile güvenlik anlaşmaları imzalayacağı kanaatindeyim.
Yazının başında zikrettiğim bir husus vardı; “Körfez ülkeleri on yıllardır kendilerindeki askeri güç eksikliğini kendileri tamamlamak yerine ABD ve Avrupa’dan ortaklar ile tamamlamayı tercih etti.” İşte Körfez ülkelerinin askeri güç eksikliğinde kendilerine ABD ve Avrupa’dan “ORTAKLAR” buldukları dönemden “Sadık Dost” olarak Türkiye’yi gördükleri döneme geçiş yapıyoruz. Öyleyse yukarıda kurduğumuz cümlenin Körfez coğrafyasında güncellenmiş halini şu şekilde verebiliriz:
“Körfez ülkeleri on yıllardır kendilerindeki askeri güç eksikliğini kullanan ABD ve Avrupa’lı ortaklarının! yerine kendilerine kardeşlik yapan ve menfaat gözetmeyen Sadık Dost Türkiye ile önümüzdeki on yıllar için bir güvenlik mimarisi kurmayı planlıyor.”
Unutmayalım ki hiçbir Batı ülkesi Türk, Arap ve Müslüman bir ülkeye birbirimizden daha yakın bir dost değildir.
Yorumlar4