Said-i Kürdi'den Said Nursi'ye: Bediüzzaman ve Milliyet

  • GİRİŞ05.10.2011 09:45
  • GÜNCELLEME05.10.2011 09:45

Bu satırların yazarı orta öğretim yıllarında Münazarat'ın Türkler için yazılmış olduğunu ve kitabın epigrafındaki "kavmin" de Türkler olduğunu zannediyordu. Dahası, Risale-i Nur müellifinin neredeyse bir Türk milliyetçisi olduğunu düşünüyordu. Bu zan ve düşüncesi üniversite 2. sınıfına kadar sürdü.

Benimle sınırlı olmadığına inandığım sözkonusu yanılgının iki yönü olduğu kanaatindeyim. Birisi, Münazarat'ın en azından Said Nursi'nin tashihinden geçmiş haliyle bu zannı kolaylaştırdığı söylenebilir. Evet, Münazarat Kürtlere meşrutiyet ve hürriyeti anlatmak için yaşanmış ve yazılmıştır. Ama içeriğinin ve ana noktalarının rahatlıkla Türkler için de geçerli olması ilginç bir noktadır. Müsbet milliyet fikrini gösteren bu noktaya daha sonra dönmek üzere, diğer hususa, yani bizim özelde Münazarat genelde Eski Said eserleriyle ilgili çeşitli yanılgılarımıza göz atmakta fayda var.

19. yüzyıl pozitivizmi ve milliyetçiliğinin ve 20. yüzyıl ulus-devletçiliğinin şekillendirdiği, etkilediği veya en azından bulaştığı zihinlerimizle, Bediüzzaman'ın kimi eski eserlerine içeriden ya da dışarıdan yanılgılı bakışlar geliştirebiliyoruz. Meselâ, Nihal Atsız gibi seküler milliyetçiler için Bediüzzaman bir Kürtçü idi. Delili sözkonusu eserlerdeki bazı ifadelerdi. Veya benim gibiler için Bediüzzaman Müslüman ama bir Türk milliyetçisiydi. Risale-i Nur dairesindeki bazı Kürt talebeler için de Müslüman ama Kürt milliyetçisiydi ve belki de hâlâ öyle.

Bediüzzaman'a herhangi bir milliyetçilik ithafının altında, zihinsel bir bölünmenin varlığı tartışılmazdır. Meselâ, Eski Said'in çoğu eser ve faaliyetlerinin hamiyet-i milliyenin eseri olduğunu düşünmek aynı zihinsel bölünmenin yansımasıdır. Bu zihinsel bölünme, seküler okul eğitimi, aile, çevre ve bireysel eğilimlerin sonucunda, milliyet ile dinin ayrı alanlar olduğu zannından kaynaklanmaktadır.

Ulusçuluk ya da milliyetçilik din ile hayatı, kalb ile aklı, ahiret ile dünyayı birbirinden ayıran ve bazen ilk sıradakileri reddeden pozitivizm ve sekülerleşme süreçleri ile zuhur eden bir ideolojidir. O yüzden şaşı veya tek gözlü algısıyla milliyeti dinden bağımsız bir varlık alanı olabileceğini iddia etmiş, bu iddiayı İslam dünyasına da taşımış ve büyük ölçüde de başarılı olmuştur. Ulus-devletlerin tarihi sadece toplumsal bir tutkal olarak değil, merasimleri, maneviyatı, idealleri, vecdi ile milliyetçiliğin dinin yerine ikame gayretinin tarihidir.

Münazarat'a dönecek olursak, bu eser Bediüzzaman'ın hamiyetinin parlak bir eseridir. Bu hamiyet hem dinî hem millî hamiyettir. Daha somut ifade edecek olursak, Münazarat Muhammed ümmetinin Kürdistan adı verilen coğrafyasında yaşayan kısmının ilmî, siyasî ve sosyal sorunlarını kendine dert edinmiş bir kitaptır. Ve Bediüzzaman'ın daha sonraları kavramsallaştırdığı şekliyle "müsbet fikr-i milliye"nin yüksek bir örneğidir.

Aynı şekilde, Bediüzzaman rahatlıkla Said-i Kürdi ismini kullanmış, böylece İstanbul'da kendi memleketine ve insanlarına dikkat çekmeyi amaçlamış ve başarmıştır da. Her ne kadar kırılgan ve zahiri bir mahiyet arzetse de hilafetin ve millet sisteminin hâlâ geçerli olduğu, bölünmelerin henüz zihinlerden toplumsal ve siyasal hayata tam olarak sirayet etmediği bir ortamda Kürdistan'ın sorunlarına (fakirlik, cehalet, ihtilaf) çözüm arayışı da tek kelimeyle "hamiyet-i milliye"nin tezahürüdür ve müsbet fikr-i milliyenin meyvesidir.

Bu milliyet fikri müsbettir, çünkü sunduğu reçeteler sadece Kürt kavmiyle sınırlı kalamayacak kadar evrenseldir. Millî bir hamiyetin ürünüdür, çünkü Kürtlerin sorunlarına eğilmektedir. Ancak bugün bizim zihinlerimizde tasarladığımız bir dindışı/dinden bağımsız bir millilik değildir bu. Bu eserde hiç bir kavmî taassubun izine ve eserine rastlayamazsınız. Bir-iki sene önce İttihad-ı Muhammediyenin ateşli bir savunucusu olan aynı Bediüzzamanın birden bire milliyetçi olmasının imkânsızlığı da ortadadır.

Murat Çiftkaya / Haber 7
ciftkaya@yahoo.com

Yorumlar7

  • fahrettin bekiroğlu 13 yıl önce Şikayet Et
    AYDINLI. Mustafa Kemalin neyinden rahatsız oluyorsun anlatta dinleyelim.Oolmasaydı EZAN sesi yerine çan sesi dinlerdin ayrıca Yunan nüfusu Anadoluda bayağı artardı hiç düşündünmü?
    Cevapla
  • hakan aslan 13 yıl önce Şikayet Et
    yazar kürdistan diyor. yazar birçok yerde Kürdlerin yaşladığı topraklar için Kürdistan ifadesini kullanıyor ve buradaki milliyetçi reflekslilerin hiçbiri itiraz etmiyor. Ama ben bir Kürt olarak kullansam PKK'lı muamelesi yapılıyor. neden?
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • soner 13 yıl önce Şikayet Et
    bedi olsaydı. Akdenizde ilk petrolü ve gazı biz bulurduk, füze kalkanı olmazdı. Ve adil bir ülke? olurduk..
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • metin yaman 13 yıl önce Şikayet Et
    Bediüzzaman mevzubahis olduğunda. Kürt mü Arap mı Türk mü olduğundan bahsedilmeden hemen birileri kaz gibi ortaya atılıp efendim O zat Seyyittir der. Neden çok mu önemli Seyyit olup olmaması mesela O zat Yunan veya Bulgar olsaydı sevmeyecek miydik ? Salih Özcan'ı şahsen tanıyan ve nasıl üflediğini iyi bilen birisiyim. İşimiz N.Şahiner ve Salih Özcana mı kaldı, çok ama çok yazık. Bediüzzaman, Risalei Nurda açık ve net bir ifadeyle ben Seyyit değilim dediği halde Salih Özcanı neden hala meydana sürüyorlar onu anlamıyorum. Demek Süfyanizmden kurtulmak herkese nasip olmayacak. Süfyana karşı mücadele ettiğini iddia eden bazı zevatlar dahi onun değirmenine su taşımaktan kurtulamıyorlar. Risalei Nuru bir tarafa bırakıp fena ve fanilerin sözlerine dayanmak düpedüz o mübarek Zata ve hizmetine ihanetten başka bir şey değildir.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • salim birinci 13 yıl önce Şikayet Et
    Kürt veya türk olması hiç fark etmez. Yaz aylarında Emirdağ’a giden Salih Özcan, bir gün dedesinden Bediüzzaman’ı ziyaret etmek için izin alır. Önce Mehmed Çalışkan’a gider. Çalışkan da onu Bediüzzaman Hazretlerine götürür. Bediüzzaman Salih Özcan’ı; “Gel Seyyid Salih gel” hitabıyla karşılayıp kucaklar. “Ben yüz binlerce seyyidi beklerken sen geldin” der. Salih Özcan, Bediüzzaman’a seyyid olup olmadığını sorar. Bediüzzaman; “Annem Hüseynî, babam Hasenî’dir” karşılığını verir. Akabinde tebessümle, “Ben de seyyid sayılır mıyım?” diye sorar. Salih Özcan da, hem anne, hem baba yani çift taraftan seyyid olduğunu söyler. (son şahitler) O zat ittihad-ı islamcıydı.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat