Nereye Gidiyoruz?

.

  • GİRİŞ28.04.2020 09:01
  • GÜNCELLEME29.04.2020 09:11

Karantina günleri sosyal hayatımızı kısıtlasa da tefekkür etmek, iç muhasebesi yapmak, kendimizle yüzleşmek ve dünya ölçeğinde çözümün bir parçası olmak gibi birtakım fırsatlar da sundu hepimize.

 

 

Hayatın bozkırlarında dörtnala ve doludizgin savrulurken;“Nereye gidiyorsunuz?” (Tekvîr Suresi 26. Ayet) diye buyuran Yüce Rabbimizin ilahi uyarısının yüreklerimizde açtığı mukaddes gediğin içimize sızan ışığını takip etmek ve özellikle idrak etmekte olduğumuz Mübarek Ramazan Ayı’nın bereketiyle bunu buluşturarak okumalarımızı, tefekkürümüzü, sabrımızı, şükrümüzü ve muhasebemizi derinleştirmemiz, salgın sonrası dönemde hepimize yepyeni fırsatlar sunacaktır, diye düşünüyorum.

Hızın, tüketim ve kaosun dünyamıza hâkim olduğu, çarkıfelek gibi başımızı döndüren bir çağı geride bırakıyoruz. Bu çağ, sınırlı kaynakları olan bir dünyada sınırsız gelişmeler vaad ederek dünyanın kaynaklarını hızla tüketen ve insanı kirleten bir çağdı. Tabiatı tahrif etti. İnsanı tüketimin sadık bir kölesi yaptı. Ürettiği korkunç teknolojilerle masum insanların başına milyarlarca ton bombalar attı. Pek çok insanı açlıktan öldürdü. Kadim kültür havzalarının pek çoğunu yerle bir etti. Hepimiz, çaresizlik içinde kıvranan çocukların bizleri Yüce Allah’a şikâyet ettiği korkunç bir dönemin canlı şahitleri olduk. Akıl ve gönül tutulmalarının yaşandığı azgın bir çağın insanlık adına ne kadar vahim sonuçlar doğurduğunu rahat koltuklarda oturarak izledik. Bu çağ şimdilerde kan ve göz yaşına bulanmış kalın perdelerini kapatıyor.Bugün, daha sinsi olan görünmez silahlara sahip yeni bir çağa uyanıyoruz.İnsana biçilen rollerin sergilenmeye başladığı yepyeni bir oyunun galasındayız hepimiz.

 

 

Bu yeni çağın şifrelerini çözmek ve onun üzerinde çalışıp etraflıca düşünmek hepimiz için tarihi bir görev olmanın yanında çaresizlik içinde bizi Allah’a şikâyet edecek yeni nesiller için de büyük bir vebaldir aslında.

İşte böylesine kritik bir dönemin karantina günlerinde nereye gittiğimizi gözlemlemek, yarının insana neler sunacağını düşünmek ve geçmişte yaşadıklarımızın, aldatılmışlıklarımızın, pişmanlıklarımızın bir muhasebesini yapmak hepimiz için yeni bir başlangıç olabilir.Unutulmamalı ki sosyal hayatımız kısıtlanabilir ama aklımıza, inançlarımıza, duygularımıza ve hayallerimize asla pranga vurulamaz. Zira karantinaya alınamayan ve alınamayacak tek alan, insanın iç dünyasıdır. Bunu fırsat bilerek bütün insanlığa indirilmiş ve rengine, diline, dinine bakmaksızın bütün insanların mutluluğunu hedef alan evrensel bir dinin mensupları olarak bakışlarımızı evimizden, mahallemizden, şehrimizden ve ülkemizden daha ilerilere, bütün dünyanın üzerine yükseltmemiz gerekmez mi?

Hayatımız boyunca içeriden ve dışarıdan ikili bir kuşatmanın altındayız aslında.İnsanoğlu, bu çifte kuşatmayı yarabildiği ölçüde özüne, fıtratına, insanlığına sahip çıkacak ve yeryüzünün en şerefli varlığı olmaya devam edecektir. Bu kuşatmaya boyun eğdiği sürece de gerçek anlamda insan olma değerini ve iddiasını kaybetmiş olacaktır. Bu, bir savaştır. Vaktin her anını kuşatan ömür boyu sürecek bir savaş. Büyük mutasavvıf Cüneyd-i Bağdadi’nin deyimiyle, içinde barış olmayan bir savaştır.

Gözlerimizin önünde eriyip tükenmekte olan bu çağa yeterince hazırlık yapamadığımız hepimizin malumu. Gelecek olan büyük fırtınaların farkına varır varmaz kısıtlı gücümüzle karşı koymaya çalışsak da hıza, tüketim ve kaosa dayalı kasırgaların hâkim olduğu çetin bir sürecin sonunda insanlık değerlerimizin bir kısmını yıpratmak zorunda kaldık. Bu çağın perdeleri kapanırken dünya devletlerinin resmedildiği son sahnede en insani, vicdani ve ahlaki duruşun ülkemize ait olması, yeni çağ ve insanlığın geleceği adına hepimizi umutlandıran, gururlandıran ve heyecanlandıran bir durum oldu. Yıllardan beri üzerinde oynanan kaos planlarını, darbe girişimlerini ve her alanına yönelik sinsi saldırı girişimlerini millet-devlet desteğiyle bertaraf etmeyi başaran ülkemiz, hiç şüphesiz attığı, atmakta olduğu ve yeni atacağı güçlü adımlarla gümbür gümbür gelen bu yeni çağın insanlığa umut vaad eden en kilit ülkesi olacaktır.

Bu bitmeyecek savaşların en çetini, iç dünyamızda yaşanmakta olan kısmıdır. Dışarıya karşı güçlü olmanın yolu her şeyden önce içte çok güçlü olmaktan geçer. Savaşlar önce yürekte kazanılır ve sonra bozkırın sarışın düzlüklerinde tescil edilir. Bu yüzden rahmet ve bereket ayı olan Ramazan günlerini fırsat bilmeliyiz. Birey, millet ve devlet olarak bu günlerde iç muhasebelerimizi yapıp yarınlara çok güçlü hazırlanmalıyız. Zira görünen o ki gelen bu yeni çağda savaşılacak düşman hep gizli olacak ve bütün insanlık bu gizli düşmanın pençeleri arasında eskisinden daha çok acı çekecek ama bunun farkında bile olmayacak çoğu zaman.

Bunun en doğru yolu gündelik körebe oyunlarını bir kenara itip tefekkür kanallarımızı ardına kadar açmaktan geçiyor. Düşünmemizi, akletmemizi ve inceden inceye tefekküre sarılmamızı emreden son ilahi dinin şanslıları olarak iç ve dış dünyada olup bitene kayıtsız kalmak bu zorlu virajda en büyük yanılgımız olacaktır. Yüce Rabbimizin Haşr Suresi 18. Ayet’teki buyruğu bu anlamda hepimize ilahi bir çağrıdır; “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” 

Allah’tan korkmanın, ondan sakınmanın ve yarınlara neler hazırlamamız gerektiğinin tefekkürüne yönelmişken yolum İmam Gazali’ye uğradı. Önce dışarıda büyük bir ilim savaşına tutuşan sonra bozguna uğrayan ve yanan hisarının küllerinden yepyeni bir yürek devleti kuran Gazali, Kalplerin Keşfi adlı eserinin “Allah Korkusu” bölümünde büyük bilginlerimizden Ebu’l Leyses-Semerkandi’den alıntı yaparak Allah’tan korkmanın boyutlarının neler olacağını açıklamaya çalışır. Semerkandi, Allah korkusunun yedi alameti olduğunu belirterek hepimize çok kolay uygulanabilecek ahlaki bir yol göstermiştir. Bu yedi alamet, tükettiğimiz çağın bizi en çok yıprattığı alanlarda yeniden muhasebe yapmamız adına hepimize arınma ve dirilme fırsatı tanıyacaktır. Zira her çağın olduğu gibi bu yeni çağın da en güçlü argümanı ahlaktır ve ahlakı evrensel anlamda yorumlayıp uygulayanlar, yeni çağın en güçlü savaşçıları olacaktır.

“O kadar hızlı gittik ki bedenlerimiz, ruhlarımızın önüne geçti” diyen Kızılderili reisinin bu hikmet yüklü sözü geçtiğimiz dönemde yaşadığımız ahlaki savrulmayı ne güzel anlatır. Bu yüzden artık ruhlarımızı onarıp bedenlerimizin önüne geçirmenin muhasebe vaktidir diye düşünüyorum.

Semerkandi, Allah korkusunun yedi alametini şöyle sıralar;

Birinci alamet dildebelirir. Allah korkusu taşıyan kulun dilini yalan, dedikodu ve iftiradan uzak tutup yerine Kur’an okumak, zikir ve ilmi sohbet gibi güzel işlerle meşgul olmayı ifade eder.

İkinci alamet kalpte belirir.Kulun kalbi düşmanlık, kıskançlık ve iftira gibi iyilikleri mahveden huylardan arındırmasını ifade eder.

Üçüncü alamet gözde belirir.Kul, haram yiyeceğe, giyeceğe, içeceğe bakmaz. Dünyaya aç ve hırslı gözlerle değil ibret almak için bakar

Dördüncü alamet midede belirir ki kul, karnına haram lokma sokmaz.

Beşinci alamet ellerde belirir.Allah korkusu taşıyan kul, ellerini harama değil Allah’ın rızasına uygun işlere yöneltir.

Altıncı alamet ayaklarda belirir.Allah korkusu taşıyan kul, günah işlemeye değil Allah’ın emrine uygun O’nun rızasını kazandıracak işlere doğru yürür.

Yedinci alamet ise amelde belirir. Allah’tan hakkıyla korkan kişi ibadetini yalnızca Allah rızası için yapar, riya ve münafıklıktan kaçınır.

Mürsel GÜNDOĞDU

murselgundogdu@gmail.com

Yorumlar2

  • Adem TANIŞ 3 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun hocam
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • Abdülkadir birisi 3 yıl önce Şikayet Et
    Harika
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat