Akdeniz’de Kazanan ve Kaybedenler

  • GİRİŞ08.09.2020 09:29
  • GÜNCELLEME09.09.2020 09:23

Ülkemizin güçlü Akdeniz hamleleri sömürgeci yaklaşımları yerle bir ettiği gibi büyük kültürel iflasları da beraberinde getirmeye devam ediyor.

 

 

Tarih boyunca Akdeniz havzası bilimin, akla dayalı düşüncenin, felsefe ve hikmetin en güçlü damarlarını bünyesinde barındırmış ve bu yolla insanın huzur ve mutluluğuna önemli katkılar sağlamıştır. Ne var ki düşüncenin bu bereketli havzası bugünlerde Batı Ortaçağı’nın derebeylik günlerine geri dönüş özlemiyle yanıp tutuşuyor. Bu büyük kırılma düne inat bu günlerde insanlık adına kavgaların, göz yaşlarının, hayal kırıklıklarının, korsan kültürünün ve sömürgeciliğin merkezi olmaya doğru hızla savruluyor.

Bu havzada kültürel mirasını en hızlı tüketen ülke Yunanistan olmuştur. Bu ülke, Avrupalı dostlarının yardımları neticesinde 1821-1829 Bağımsızlık Savaşları sonunda 7 Mayıs 1832 yılında imzalanan İstanbul Anlaşması ile Osmanlı Devletinden kopup bağımsızlığını ilan etmişti. O günden sonra da eskiden dünya tarihine büyük düşünürler armağan eden bu kadim topraklar, kendi kültür ve medeniyetinden habersiz liyakatsiz ve ufuksuz insanların elinde hızla büyük bir mirasyedi ülkesine dönüştü.

 

 

14. asırda Osmanlı hâkimiyetine girerek yaklaşık beş asır barış ve huzur içinde yaşamış olan Yunanlılar, bağımsızlıklarından sonra olanca tarihi birikimini inkâr ederek bütün enerjisini “Türkiye düşmanlığı” ve “Türk korkusu” üzerine inşa ettiler. Bu da onları kelimenin tam manasıyla kültürel bir intihara sürükledi. Bugün hemen yanı başımızda bulunan Yunanistan’ın akıldan ve hukuktan yoksun, ateşle oynayan ve tahrik edici düşmanca tavırlar içinde hareket etmesinin en büyük sebebi budur.

Birleşik Krallıkta sürgündeki zengin Yunanların desteği ve Batı Avrupa’daki sempatizanlarının yardımı ile bağımsızlığını kazanan Yunanistan’ı kuran gizli iradenin asıl amacı, ulusal bir devlet kurmaktan ziyade İstanbul’un başkent olduğu Bizans İmparatorluğunun yeniden canlandırılması idi. 

O yüzden bağımsız olduğu andan itibaren boyuna posuna bakmadan bizim olana el uzatmaktan, haklarımızı gasp etmekten ve kirli emeline ulaşmak için her türlü gayrı meşru işe girişmekten hiçbir zaman geri durmadı. Buna her yeltendiğinde ya denize dökülerek ya da gereken Osmanlı tokadını yiyerek gerekli dersi alsa da bir türlü sınıfı geçememekte ve hala sınıf tekrarına devam etmektedir. Atalarımız; can çıkar huy çıkmaz diye boşuna dememiş. Zira Yunanistan, bu düşmanca davranışlarından hiç vazgeçmedi.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi bir hamleyle Ayasofya’yı yeniden ibadete açması, Yunanistan’ın bu kirli ve gizli emeline güçlü bir darbe vurduğu için onların zaten olmayan dengesi iyice bozulmuş oldu. Bu günlerde Akdeniz’in gereğinden fazla dalgalanması biraz da bu yüzden. Yunanistan’ın sesinin fazla çıkıyor olması da.

Başta Fransa olmak üzere Batılı dostlarının asıl amacı Akdeniz’deki enerji kaynakları olsa da bu günlerde Yunanistan’a sık gidip gelmeleri biraz da onlara geçmiş olsun demek içindir.

Bugün Yunanistan Akdeniz’i bulandırarak ve gereğinden fazla anırarak iki şeyi planlıyor. Bunlardan ilki Türkiye’nin Akdeniz’in zengin enerji kaynakları sayesinde daha da güçlenmesinin önüne geçmek ve çağa daha güçlü yürüyüşünü engelleyebilmektir. Bunun için bağımsızlık yolunda kendilerine yardımcı olan kadim dostlarına hem alan açıyor hem de vefa borcunu ödüyorlar. İkincisi de Ayasofya’nın rövanşını almaktır.

Türkiye’nin Akdeniz’de birbiri ardına attığı cesur adımlar aynı kötü komşumuz Yunanistan gibi Fransa’nın da dengesini altüst etti.

Daha müreffeh ve yaşanabilir bir dünya vaadiyle ortaya çıkıp bütün toplumları etkileyen ve tesirleri bize kadar ulaşan aydınlanma düşüncesinin en önemli merkezlerinden birisi olan Fransa’nın bu günlerde Akdeniz’de karanlık işler peşinde olması, kültürel bir kırılmanın ötesinde kültürel bir çöküşün en güçlü işaretidir.

Fransız aydınlanma süreci dünyayı Jean J. Rousseau, Voltaire, Diderot, Lamattrie, Baron d’Holbach, Jean d’Alembert ve Condillac gibi düşünürlerle tanıştırmıştı. Bunlar o dönem Hristiyanlığının silici ve yok edici tutumu karşısında aklı savunan, toplumun sömürgeci ve baskıcı gelenekleri karşısında özgürlüğü önceleyen düşünürlerdi. Araştırmak, sorgulamak ve doğru bilginin peşinden gitmek bu düşünürlerin ortak noktasıydı. Gelin görün ki bugünkü Fransa adeta reddi miras yaparak yalan yanlış bilgileri ders kitaplarına taşıyacak kadar bilginin aydınlığından uzaklaşıyor, bir akıl tutulmasıyla Akdeniz’de karanlık işlere imza atmaya çalışıyor.

Söz konusu Türkiye ve Türkler olunca aynı Yunanistan gibi Fransa’da da bir Türkiye alerjisi hemen kendini ele veriyor. Fransa’da ülkemize yönelik yalan yanlış haberler her dönemde yapılırdı. Lakin son gelişme pek yenilir yutulur cinsten değil. Zira bu son gelişme lise çağındaki çocukları hedef alıyor ve aynı Yunanistan’ın başvurduğu gibi Türkiye düşmanı kuşakların yetişmesine sebebiyet verecek düşmanca bir tavır içeriyor.

Gelişme şu; Fransa’da okutulacak lise son sınıf tarih-coğrafya yardımcı ders kitabında terör örgütü PKK/YPG’nin bölücü ideolojisi doğrultusunda ifadelere yer verilmenin yanında sınır güvenliğimiz için attığımız bütün adımlar bu kitapta işgal girişimi olarak nitelendiriliyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, Fransa’nın bu karanlık girişimine aydınlanma dersi mahiyetinde yazılı bir açıklama yaptı. Şöyle ki;

"Muhteris siyasetçi ve yöneticilerin gelecek nesilleri nefretle zehirleyerek sorumsuzluklarını daha da derinleştirmeleri insanlık adına endişe vericidir. İdeolojik dogmaların ve siyasi menfaatlerin ders kitaplarında bu denli çarpıtılarak sunulması gelecek kuşaklar için ciddi tehlike oluşturmaktadır. Eğitim alanındaki bu yanlıştan bir an önce dönülmesi için konunun takipçisi olmayı sürdüreceğiz."

Ülkemizin Akdeniz siyaseti bize gösteriyor ki haklarımız konusunda cesur olduğumuz ve dik durduğumuz her noktada karşımıza çıkan herkeste bir bilinç kaybı ve buna bağlı olarak bir denge bozulması söz konusu olacaktır. Zira bu bölgede akılla hareket eden, terörün her türlüsünü lanetleme cesareti gösteren, mazlumlara kucak açan, uzlaşmadan yana tavır alan, barış için her türlü girişimi destekleyen yani en insani tavrı sergileyen ülke Türkiye’dir. Bu dengeli duruş, yeni çağda ülkemizi insanlığın en büyük umudu haline getiriyor.

Akdeniz’de burnumuzun dibine kadar gelip korsanlık yapmak isteyen sömürgeci Fransa’ya kendi yazarının sözleriyle bir cevap da biz verelim.

Fransız Yazar Voltaire’nin Doğu masallarından esinlendiği “Candide” adlı bir romanı vardır. Bu eserde olaylar Bulgaristan, İstanbul ve Paraguay gibi birbirinden uzak yerlerde geçer. Kahramanlar uzak diyarlarda farklı insanlarla tanışır, mutluluk peşinde koşar ancak gittikleri her yerde hayal kırıklığına uğrarlar. Aradıkları ortamı hiçbir yerde bulamazlar. Onlara sadece Türkler farklı davranır. Neticede iki Türk'ten bilgelik dersi alırlar. Bunlardan birisi derviş diğeri de bir ihtiyardır. Aldıkları ders özetle şudur: Bu hayatta çalışmak kadar güzel bir şey yoktur. Çalışmak, insandan üç büyük kötülüğü uzaklaştırır: Can sıkıntısı, ahlaksızlık ve yoksulluk. Onun için bu hayatı katlanılır kılan tek şey çalışmaktır. Romanın sonunda baş kahraman Candide şunu söyler: "Gidip bahçemizi işleyelim."

Fransa’ya bizim tavsiyemiz de aynı; İnsanlığın yakasından düşün artık. Burnumuzun dibinden defolup gidin ve kendi bahçenizi işleyin.

Mürsel GÜNDOĞDU

murselgundogdu@gmail.com

@MrslGndgdu

mursel.gundogdu1@facebook.com

Yorumlar3

  • Bayram Bingül 5 yıl önce Şikayet Et
    Teşekkürler. Sayın Hocam. ...
    Cevapla
  • Osman Yıldırım 5 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir cevap. Diline sağlık.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Mehmet 5 yıl önce Şikayet Et
    Güzel yazı teşekkürler.
    Cevapla Toplam 9 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat