Çağa İhsan’la Direnmek

  • GİRİŞ22.12.2020 09:36
  • GÜNCELLEME23.12.2020 08:28

Her çağ kendi ışıltılı, albenili ve süslü kavramlarıyla sinsice gelip sokulur hayatımıza. Gözlerimizi kamaştırır ve bizi kendi sanal ışıltısının içine doğru azar azar çekmeye çalışır biteviye.

 

 

Bu yüzden insanın kendisini bilip tanıması, gerçekleştirmesi ve var etmesi için yaşadığı çağa direnmesi kaçınılmazdır. Bu, insan var olalı beri böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacaktır. Zira insanın biricik hayatına kendisinin yön verebilmesi ve çağın fırtınalarına karşı dimdik ayakta durabilmesi, yaratılalı beri ademoğullarının en büyük ve çetin varoluşsal sorunlarından birisidir.

Bütün görkemiyle, şatafatıyla ve gürültüsüyle gelip ruhumuzu istila etmeye çalışan bu çağ da bir gösteriş ve görüntü çağıdır.

 

 

Dışımızı cilalayan, ısıtan ve ışıldatan, buna karşı içimizi donduran çağ.

Her şeyi görünüşten ibaret sayıp içi ıskalayan, bütün değeri kabuktan ibaret görüp özü sıfırlamaya çalışan ve maddeyi baş köşeye koyup manayı öteleyen karmakarışık bir dönemin tam da merkezindeyiz. Nasıl davranışlar sergilendiğinin değil hangi tarzda giyinileceğinin, nasıl bir kişilik ve kimlik sahibi olunduğunun değil nasıl görünüleceğinin geçer akçe olduğu bu çağ, bizleri ellerimizden tuttuğu gibi bütün hızıyla kendi eksenine doğru hızla çekmeye devam ediyor.

İnsanlığın çok önemli bir yol ayırımında olduğunu düşünüyorum.

Böylesine silici, yok edici bir çağda insan, ruh ve beden birlikteliğinden oluşan eşref-i mahlukat olma özelliğini, özünü ve fıtratını dengede tutabilecek mi diye hayıflanıyorum? Yoksa bu denge, çağın müthiş tazyikiyle birlikte tamamen beden yönüne evrilerek ruhumuzu dondurmaya devam mı edecek?

Her şeyi görüntüden ibaret sayan bu çağa aslında her şeyin görünüşten ibaret olmadığını haykıracak bir karşı duruş geliştirmemiz lazım ki insana ve içinde var olduğu hayata dair bütün dengeler altüst olmasın. Ters yüz olmasın her şey. Yani en az bedene, dış görünüşe ve eşkale yapılan kadar iç dünyaya da yatırım yapılmalı ki insanın fıtri dengesi bozulmasın veya en azından insan, bir ruh ve beden varlığı olarak ayakta kalmaya devam edebilsin.

Çağa direnebilmek ise ancak yangınlara talip olmakla mümkündür.

Bir türkünün dizelerinde dile geldiği gibi yanıp kül olmak güzeldir. Sararıp solmak da güzeldir. Lakin bu kül olmalar ile sararıp solmaların güzelliği, benliğimizi istila etmeye ve fıtratımızı çepeçevre kuşatıp nefessiz bırakmaya çalışan sanal çağ yangınlarının göz kamaştırıcı büyüsüne kapılmakta değil aksine bu sanal algıyı yerle bir edip türlü zorluklarla dolu olan fıtrata dönüş yoluna talip olabilmenin çile zırhına gönüllü yazılabilmekte saklıdır.

Bizim medeniyetimiz bir gül ve gönül medeniyetidir. Bin yılları yeşerten irfan geleneğimizde medeniyetler en önce yürekte kurulur. Temeller orada atılır ve ondan sonradır ki buram buram gül kokusu eşliğinde dünyanın bütün bozkırlarına yayılır.

Kadim kültürümüzde hayatı üzerine inşa ettiğimiz sarsılmaz sütunları ifade eden çok önemli kavramlar vardır. Bunlar zeminde temel taşları, gövdede yapı taşları ve çatıda kilit taşları mesabesindedir. O nedenle bu şifalı kavramlar, davranışlarımızı ve bütün hayatımızı şekillendirir. Yaşamımızın her alanını çepeçevre kuşatır. Bize kimlik ve kişilik kazandırır. Hepimizi elinden tuttuğu gibi insanlığın zirvesine ve en yüce mutluluğun doruklarına kanatlandırır.

Bu sihirli kavramların en önemlilerinden birisi “ihsan”dır.

Bir işi en güzel şekilde yapmak ve iyilikte bulunmak anlamlarına gelen ihsan, Yüce Allah’ın isimlerinden birisidir. Allah Muhsin’dir yani O, her şeyi en güzel biçimde yaratmış ve bizden de ihsana dayalı bir hayat sürmemizi istemiştir. İşte bu sebepledir ki İslam medeniyeti bir iman ve ihsan medeniyeti olmuştur dünyaya ışıdığı günden beri.

Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde “Allah, her işte ihsanı yani iyi ve güzel davranışta bulunmayı emretmiştir” buyurarak bu ihsan ateşini harlamış ve buz tutan gönülleri ihsanın şifalı alevleriyle korlamıştır.

O halde bizlere düşen çağın sahte ışıltılarından, görüntü ve gösteriş hastalıklarından ruhumuzu arındırmaktır. Şüphesiz bunun en doğru yöntemi Muhsin olan Yüce Allah’ın her şeyi ihsan üzerine ve en güzel şekilde yaratışıyla Sevgili Peygamberimizin bize her işte ihsanı emredişini davranışlarımızın merkezine almaktır. Böylece bütün yaşantımız ihsan temeli üzerine kurulacak, kişilik ve kimliğimiz ihsanın has bahçesinde yeşerip olgunlaşacak ve davranışlarımız riyadan, kibirden, gösterişten arınarak ihsan ağacının iyilik ve güzellik meyveleri haline gelecektir.

Bu yol çileli bir yoldur. Sarp geçitleri ve türlü zorlukları içinde barındıran çetin bir yoldur. Lakin sonunda mükafatı bol olan bir yoldur.

Bakara Suresi 112. Ayet-i kerimesinde Yüce Allah bizlere; “Bilâkis, kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse Rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de” buyurarak hayatını ihsan temeli üzerine kuranlara türlü mükafatlar olacağını bildirmenin yanında bu kişiler için hiçbir şartta korku ve üzüntü olmayacağını da müjdelemiştir. O yüzden bu gösteriş çağına direnebilmek ve kendimizi bu çağın yangınlarından korumak için ihsan zırhına bürünerek iyilik ve güzellik temeline dayalı yaşam biçimini hayatımızın merkezine almak durumundayız.

Cibril hadisinde ifadesini bulduğu üzere Cebrail (a.s)’ın yanlarına gelip ihsan nedir? Sorusuna Sevgili Peygamberimizin verdiği cevap ihsanın en güzel tanımı olarak gönüllerimizi aydınlatmaya devam ederken onu hayatımızın merkezine almaktan başka çıkar yolumuz yok gibi görünüyor;

-İhsan, Yüce Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyor olsan bile O seni görmektedir.

İrfan geleneğimiz, insanlara, topluma, tabiata, diğer canlılara ve bütün evrene ihsan zaviyesinden yaklaşmak, iyilik ve güzellikleri bütün davranışlarımızın merkezine almak gibi bir vazife yüklemiştir bizlere. Bunun denetimini de Yüce Allah’ın bizleri her an görüp gözetmesi ilkesi üzerine inşa etmiştir. O halde çağın alamet-i farikası ne olursa olsun insanın her çağa direnebilmesinin en büyük azığı ihsana sarılmaktır.

İnsan, iyilikleri azalta azalta kendinden uzaklaşıp kaybolur ve iyilikleri çoğalta çoğalta kendini bulur. Yaşadığımız toplumlarda kaybolmamak için iyilikleri ve güzellikleri çoğaltmaktan başka çıkar yolumuz yoktur.

Yazımızı Yunus Suresi 26. Ayetiyle bitirelim. Şöyle buyurur Yüce Rabbimiz;

-Güzel iş yapanlara (mükafat olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır ne de zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.

Kalın sağlıcakla efendim.

Mürsel GÜNDOĞDU

murselgundogdu@gmail.com

@MrslGndgdu

mursel.gundogdu1@facebook.com

Yorumlar1

  • Haydar 3 yıl önce Şikayet Et
    Hocam, Allahım razı olsun, söyleşiniz mükemmel keşke hayatımızda kullansak ne iyi olur, o zaman tüm kırgınlıklar ,bencillikler,biter diye düşünüyorum saygılar sunarım Haydar ÇELiK
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat