Gönle Vurulan Saf Aşı

.

  • GİRİŞ26.01.2021 08:57
  • GÜNCELLEME27.01.2021 09:02

Toplumda yaşayan maharetli bahçıvanlar vardır. Onlar, doyumsuz meyve versin diye ham ağaçları aşılar ve yaptıkları bu mühim işle meyvelerin en güzelini ikram ederler sofralarımıza.

Bir de gönülleri aşılayanlar vardır ki onlar da toplumsal kriz anlarında ortaya çıkar ve toplumun genç fidanlarının gönüllerini aşılayarak toplumun geleceğine dair gür umutların gümrah ırmaklar gibi çağıldamasına zemin hazırlarlar. Bugünkü yazımızda yakın zamanda ahirete irtihal eden ve bir şekilde yolumun kesiştiği gönül aşılayan iki özge bahçıvandan bahsetmeye çalışacağım. Bunlardan birincisi ilk gençlik yıllarımızın bir gönül kahramanı, Kur’an sevdalısı ve cesaret abidesi Nuri Genç Hoca diğeri ise eserlerini okudukça tarihimizin altın sayfalarında doludizgin yol almamıza vesile olan Yavuz Bahadıroğlu, nam-ı diğer Niyazi Birinci’dir.

Her ikisinin ortak yanı gençlerimizin gönüllerine yaptıkları saf ve güçlü aşılardır. Nuri Hoca bunu uzun yıllar boyunca genç fidanlarımıza Kur’an sevgisi aşılamakla yaparken Yavuz Bahadıroğlu ise Kur’an’dan neşet edip filizlenen İslam tarih, kültür ve medeniyetinin yeni çağlarda daha gür yeşermesi için kalemi ve kelamıyla yapmıştır.

Nuri Genç Hoca, Giresun’un Bulancak ilçesi Tepeköy doğumluydu. 93 harbinde Batum’dan ülkemize gelmiş ve Karadeniz’in bu şirin bölgesine yerleşmiş bir ailenin çocuğuydu. Dedeleri, geldikleri günün ertesinde Osmanlı cephesine gönüllü asker göndermiş ve giden gençlerin tamamına yakını cephede savaşarak şehit düşmüştü. Bu yüzden o dönemde Batum’dan gelenler ülkemizi kendi öz vatanı bilir, benimser ve adeta etle tırnak misali bu ülkenin ideallerini ve aydınlık geleceğini sahiplenirler.

1930 yılında dünyaya gelen Nuri Hoca’nın çocukluk yılları Kur’an eğitiminin yasaklandığı ve bu eğitime dair kitap bulmanın neredeyse imkânsız olduğu bir döneme rastlar.  Bu yüzden onun çocukluğu ve gençliği bu olumsuz şartlar nedeniyle Kur’an öğrenme çabası ve mücadelesi içinde geçmişti.

Nuri Hoca, gençlik yıllarında Kur’an öğrenmek ve Kur’an eğitimini tamamlamak için çektiği sıkıntıları ve o dönemin zorluklarını sohbetlerinde dile getirir, gençleri motive edip moral vermek için bu anılarını sıklıkla anlatırdı. Nuri Hoca’nın o zorlu yıllarda jandarma baskınlarından kurtulmak için bir gurup Kur’an sevdalısı arkadaşıyla dağlara çıkıp çadır kurarak ve yolu olmayan yaylalara gidip yokluklar içinde bu eğitimlerini tamamladığı hala dilden dile konuşulan bir husustur.

 

Nuri Hoca bu zor şartlarda dört elle Kur’an’a sarılır ve gizlilik içinde kaçak göçek hafızlık eğitimiyle Arapça öğrenimini tamamlar. Günler geçtikçe ülkenin şartlarının değişmesiyle kendini adeta Kur’an öğretimine vakfeder.

İlk görevine fahri resmi statü ile Samsun’un Terme ilçesinde Kur’an öğreticisi olarak başlayan Nuri Hoca ardından Piraziz’in Güney Köyü ve Bozat beldesinde görev alır. Bu görevlerinden sonra Bulancak’a Kur’an öğreticisi olarak atanır. İlçenin tanınmış ailelerinden Çolakoğluzade’lerin bağışladığı iki katlı Kur’an kursu, bendenizin eğitim gördüğü Bulancak İmam Hatip Lisesinin de ilk açıldığı yerdir. Nuri Hoca’yla tanış olmamız ve onun hafızamıza kazınması da işte bu süreçte gerçekleşti.

1980’li yılların henüz başı. İhtilal öncesi ortalık toz duman. O zaman Bulancak, Küçük Moskova adıyla anılıyordu. İlçede her gün “tek yol devrim” naralarıyla yürüyüşler olur, ortalık karışır ve memleketin gençleri birbirlerini kırıp geçirirdi. Bütün boş duvarlar “dev genç”, “dev sol” gibi korsan yazılarla karalanırdı. Komünist gençler ülkücülere olduğu gibi dini eğitim veren kurumlara da saldırmaktan geri durmazdı. İşte o netameli günlerde komünistlerin İmam Hatip Lisesini bastığı haberleri bir anda etrafa yayıldı. Sonradan öğrendik ki Nuri Hoca, eline geçirdiği sağlam bir sopayla İmam Hatip’i basan komünistlerin üzerine tek başına yürümüş ve hepsini çil yavrusu gibi dağıtmış. O günden sonra Nuri Hoca muhafazakâr çevrelerde olduğu gibi İmam hatip nesli için de korkusuz bir kahramandı.

Bulancak’ta, Moskova idealleriyle aklı başından gidenlerin aklını başına getiren ve yaptığı çalışma ve olağanüstü gayretlerle bu gençlerin kendi ülkesinin idealleriyle tanışmasına vesile olanların başında gelir Nuri Hoca.

O, bir süredir Ankara Şehir hastanesinde Covid 19 tedavisi görüyordu ve geçtiğimiz gün Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Ömrünü Kur’an öğrenme ve öğretmeye adayan, sıkı disiplinin yanında şefkatiyle ve ülkemizin aydınlık geleceğine inancıyla öne çıkan, bini aşkın hafız yetiştiren ve ilçedeki yatılı kurslardaki talebelerin iaşe ve ibatesine hayatını vakfeden Nuri Genç Hoca Efendiye Yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun.

Yine geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Yavuz Bahadıroğlu üstadımız da bizim için kelimenin tam manasıyla bir ağaydı, bir ağabeydi ve onun gönlümüzde müstesna bir yeri vardı.

Bizim kuşağın tarih bilincinin oluşmasında çok büyük emekleri vardı Yavuz Ağa’mızın. Öyle ki gençliğimizde onun romanlarını okurken rahvan atlara biner, tarihimizin müstesna coğrafyalarını dört nala dolaşır, inanılmaz seferlere ve büyük zaferlere imza atardık. Oldukça etkileyici bir dili, sürükleyici ve akıcı bir üslubu vardı Yavuz Bahadıroğlu romanlarının. O eserlerini sade ve temiz bir Türkçeyle yazar, okuyucusunu, gönlünün tam orta yerinden yakalardı. Dili dualıydı sanki ve yazdıklarının insana etkisi de bu özelliğinden kaynaklanıyordu.

Söz gelimi onun kaleme aldığı ilk eseri olan Sunguroğlu romanını okurken korkusuzluk ve cesaret zırhı kuşanıp akınlara katılmaya başlar, aniden kılıç sallar ve kendimizi büyük idealler peşinde koşan bir genç gibi hissederdik. Merhaba Söğüt, Osman Gazi, Orhan Gazi, Yıldırım Bayezid, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Muhteşem Süleyman romanlarını okurken ise adeta kendimizden geçip zafer naraları atardık.  Buhara Yanıyor, Elveda Buhara, Endülüs’e Veda ve Kırım Kan Ağlıyor romanlarına daldığımızda tarifsiz elemlere kapılır, gözlerimiz hüzün çanağına dönerdi.

Yavuz Ağa çok üretken bir yazardı ve kalemini bu milletin geçmişinin daha güçlü bir geleceğe ayna olması için kullanırdı. Yolunda gitmeyen işlerden hiç hazzetmezdi. Yayınevindeki dört bir tarafı kitapla dolu tarih kokan odasında onu her ziyaretimizde ağzını açtığı zaman hak edene hakkını verir, lafını eğip bükmeden kitabın tam ortasından konuşurdu.   

Tarihimize aşk derecesinde bir tutkusu vardı onun ve bu ruh, kullandığı kelimelerin içine olduğu gibi nüfuz ederdi.

Tarihin kırılma anları onun eserlerinde çok iyi tahlil edilir ve sihirli kelimelerle onarılarak ülkemizin güçlü yarınlarına ana sütunlar olarak hazırlanırdı. Yanardağ gibi bir imanı, bahadır bir yüreği, geçmiş ve geleceğimize dair kitap sayfalarından taşan güçlü sözleri vardı. Onun eserleriyle ve sohbetleriyle tanışanlar oldukça etkili bir tarih, kültür ve medeniyet aşısı olmanın huzurunu yudumlardı.

Yavuz Ağa dört nala gitmelere alışmış bir yürekti. O yüzden hepimize güçlü bir tarih bilinci kazandırarak beyaz bir ata binip doludizgin ayrılıp gitti aramızdan. Kendisine Yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun.

Gönülleri aşılayanlara selam olsun. Kalın sağlıcakla efendim.

Mürsel GÜNDOĞDU

murselgundogdu@gmail.com

@MrslGndgdu

mursel.gundogdu1@facebook.com

Yorumlar2

  • İbrahim Alkılıç 3 yıl önce Şikayet Et
    Bu güzel mü'min insanlar Kur'anın tarif edip, Resulün (sav) işaret ettiği hakikat yolunda yuruyen gençleri, yaşlıları cadde üzerinde durup yanlış yönleri gösteren güler yüzlü, tatlı dilli şeytanın askerleri şaşırtmasın diye yollarda ki doğru istikameti gösteren işaret levhalarıdır. Allah cümlesinden razi olsun. Âmin.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Ahmet Buz 3 yıl önce Şikayet Et
    Onlar önden gidenlerdi davaları için kavga ettiler,bedel ödedir,hırpalandılar ,yoruldular,ruhları şad mekanları Cenneti Ali olsun.....
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat