Kazakistan Notları; Alma Ata
- GİRİŞ17.11.2022 09:46
- GÜNCELLEME18.11.2022 09:21
Türklerin tarih sahnesine çıktığı, kültür-medeniyet tefekkürünü mayaladığı yerlerde dolaşırken kendinizi sanki rüyalar aleminin el değmemiş gizemli caddelerinde hissediyorsunuz. Zaman, kolunuzdan tuttuğu gibi sizi bin yılların ötesine sürüklerken mekân, başınızı döndürürcesine hızla değişmeye, başkalaşmaya devam ediyor. Türk milletinin maddi-manevi birikimlerine annelik eden bu kutlu diyarlar şimdilerde hem özgürlük ve bağımsızlığın tadını doyasıya çıkarırken hem de geçmişin soylu ışıltısını geleceğe taşıyabilmenin yoğun gayretlerini güdüyorlar.
Türkistan’da Hazret Sultan Ahmet Yesevi’ye olan özlemlerimizi bir nebzecik dindirip üzerimize ağırlık yapan dost selamlarını adrese teslim ettikten sonra yepyeni bir heyecanın kalbine doğru yola çıkıyoruz; Alma Ata
Elmanın anavatanıydı Kazakistan’daki son durağımız ve bu kutlu diyara sanki en kıymetli yitiğimize kavuşmanın sevinciyle giriyoruz.

Rehberimiz Çolpan Hanımla buluştuktan sonra ilk etkinliğimiz olan Çimbulak kayak merkezine oradan da Tanrı Dağlarının doruklarına yol almak için harekete geçiyoruz. Çimbulak, Kazakistan'ın eski başkenti Almatı’dan yirmi beş kilometre uzakta ve Tanrı Dağlarının uzantısı olan Ala Dağların (Alatau) yamacında bir yer. Dört mevsim turizme hizmet etmek üzere tasarlanmış Çimbulak’ın kışın kayak merkezi olarak diğer mevsimlerde ise doğa yürüyüşü başta olmak üzere dağ bisikletçiliği, kampçılık ve benzeri turistik etkinliklere ev sahipliği yaptığını rehberimizden öğrenip revan oluyoruz yola.
Dev ağaçlar, elma bahçelerinin çevrelediği harika bir tabiat ve geniş yollar eşliğinde huzurlu bir yolculuğun ardından Çimbulak’a ulaşıyoruz.
Otellerin, kayak pistlerinin, restoranların, eğlence tesislerinin, teleferik hattının ve çocuk oyun alanlarının bulunduğu harika bir yer karşılıyor bizi. Önümüzde Tanrı Dağlarının efsanevi büyüleyiciliği ardımızda ise Alma Ata şehrinin göz kamaştırıcı güzelliği arasında adeta donup kalıyoruz olduğumuz yerde. Rehberimizin uyarısıyla kendimize geliyor ve başka bir araca geçiyoruz. Zira gidilecek yolumuz var Tanrı Dağlarının doruklarına doğru ve yollar sere serpe karla kaplı. Aracın çıkabildiği yere kadar vardıktan sonra ışıl ışıl bir hava eşliğinde zirveye doğru yürümeye başlıyoruz.

Hemen yan tarafımızda akan bir dere şırıltısının ayaklarımızdan çıkan kar sesine eşlik ettiği uzun ve bir o kadar keyifli bir seyahate koyuluyoruz. Türlü kuş cıvıltıları ve sincapların muziplikleri de eksik olmuyor yanı başımızdan.
Hikayelerini okuyup efsanelerini dinleyerek serinlediğim ve bu duygularımı eserlerimde sıklıkla kaleme aldığım Tanrı Dağlarının zirvesine yaklaştıkça heyecanım daha da artıyor. Buna bir de asırlardan beri Alma Ata’yı emzirip büyüten ve yeşerten berrak suların kaynağına ulaşma arzusu eklenince bu hasret iyiden iyiye dayanılmaz bir hal alıyor.
Zirveye ulaşınca bu karmakarışık duygular sarmaş dolaş oluyor içimde.

O gün Alma Ata, tepeden tırnağa tabiatın bütün renklerini özenle üstünde taşıyan bir masal perisi gibi göz alıcı giysilerle ağırlıyor bizi ve ben Tanrı Dağlarından inerken bu güzel şehre âşık olduğumu haykırıyorum.
Bu kadim topraklarda ikinci etkinliğimiz Kök Töbe (Yeşil Tepe) ziyaretiydi. Dev bir yayın kulesine ev sahipliği yapan ve şehrin her tarafından görülen tepeye çıkarken hem Almatı’yı hem de Ala Dağları yüksekten seyretmenin heyecanı sarıyor bütün hücrelerimi.
Bu muhteşem tepede Ala Dağlar sanki avuçlarımızın içinde gibiydi.
Kök Töbe, zaman mefhumunu sıfırlıyor hafızamızdan. Sunduğu muhteşem seyir keyfi ve yemyeşil tabiatıyla adeta aklımızı başımızdan alıyor. Nihayet uyuyan zamanı uyandırıyor, gözlerimizin pasını silen ve hasret yangınımızı dindiren bu yerden Almatı’nın kalbine doğru teleferikle hareket ediyoruz.
Burada oldukça bakımlı, ışıl ışıl ve yemyeşil bir şehir karşılıyor bizi.

Geniş caddeleri, gösterişli yapıları, parkları, tertemiz sokakları ve gür ağaçlarıyla bizi selamlayan Almatı, ona olan aşkımızı perçinliyor adeta.

1986 yılında bağımsızlık ateşini yakarak 1991 yılında kardeş Kazakistan’ın özgürlüğe kavuşmasının sembolü olan Almatı’nın her bir köşesi insana huzur ve mutluluk aşılıyor sanki.
2. Dünya Savaşında Rus tanklarını durduran Almatı kahramanlarının adını yaşatan Panfilovçu Askerleri Parkı ve çevresini gezerken hem yakın tarihe yolculuk yapıyor hem de küllerinden yeniden doğup bu çağa güçlü bir şekilde yürüyen kardeşlerimizin kültürel mirası sahiplenişine şahit oluyoruz.

Uzun yıllar Rus esaretinde kalan bu şehrin pek çok yerinde gösterişli Rus mimarisinden örneklere rastlamak mümkün. Onlardan birisi de ibadete açık bir katedral. 45 metrelik çan kulesiyle dünyanın en uzun ahşap yapılarından birine sahip olan bu katedral dünyanın yüz harikası listesinde yer alıyor.
Ne nihayet… Olanca biriktirdiklerimi hatıraların billur mahzenine kilitleyerek tefekkürümün doruklarını huzur huzmeleriyle sarıp sarmalayan bu kutlu diyara daha güzel yarınlarda kavuşmak ümidiyle veda ediyorum.
Mürsel GÜNDOĞDU
Yorumlar2