Bilen Varsa Bana da Söylesin

.

  • GİRİŞ02.02.2023 10:44
  • GÜNCELLEME03.02.2023 09:56

Zamanın bir ruhu vardır ve her yeni zaman nefes alıp verdiği çağa kendi şeklini ve sistemini ilham eder.

İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy; “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” derken tam da bu ruhtan bahseder. Merhum Sezai Karakoç, onunla ilgili yazdığı kitapta (Sezai Karakoç, Mehmed Akif, İstanbul, 1968) Mehmet Akif’in bu yaklaşımını şöyle yorumlar; “Mütefekkirimiz, temel tarihî çerçeve olarak, “şimdiki zamanı” alır. Tarih, bütün yıkıcı birikintileri ile gelip şimdiki zamana toplanmıştır. O halde, gordiyom, şimdiki zamandır. Bu kördüğüm bir kılıçla ikiye biçilmedikçe Türk İslâm milleti için bir gelecekten bahsedilemez.

Hayata tutunup geleceğe yürüyerek yarınların kalbine dokunmak; öncelikle zamanın ruhunu yakalayıp böylesi bir değişime ayak uydurmaya ardından da yeni değişimler gerçekleştirmeye çalışmaktan başka nedir ki?

Değişim hayatın bir kanunudur ve bu hayatta değişmeyen tek şey değişimin bizzat kendisidir. Vakit yeni bir çağa mayalanırken bilinç okları geçmişle bileylenir, tarihten ilham alınır ama hiçbir şekilde geçmişte yaşanmaz. Zira geçmiş yaşanıp geçmiştir. Bu yüzden Maksim Gorki, “geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemezsiniz” der. Yine aynı sebeple Herakleitos, "aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" aforizmasını dillendirir. Zira ikinci yıkanılan, ilk su değildir. O artık geri dönmeyecek şekilde akıp gitmiştir ve çağıldayıp giden o suyla beraber an değişmiş, zaman dönüşmüş ve mekân da başkalaşmıştır. O yüzden yarınlara güçlü bir şekilde yürünmek isteniyorsa eski günlere ve geçmiş yöntemlere sarıp durmak yerine geleceğin inşasına çaba sarf etmek ve ufuk açıcı yeni değişimlere odaklanmak gerekir.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık gibi temel insani kavramların evrensel birer değer olmaktan çıkarılıp içinin boşaltılması gibi bu günlerde siyaset alanında “değişim” kavramı da benzer bir akıbete uğramış durumda.

Sözgelimi siyasette değişim adına; yakın geçmişte acı hatıralarla tecrübe ettiğimiz, millet olarak sürekli içe kapanıp boyun tutulması yaşadığımız, krizlerden nur topu gibi yeni krizlere savrulma neticesinde referandumla yakamızdan güç bela düşürdüğümüz, bu ülkenin yarınlara yürümek adına uzun yıllarına mal olmuş parlamenter sisteme geri dönmek de ne ola? Üstelik güçlendirilerek. Unutulmamalı ki tarihte bu milletin, yeni mayalanan çağa yürüyüşü 30-40 yılı aşmamıştır. Bu asırda zaten çok vakit kaybettik. Şimdi 20-30 sene geride denenmiş ve acı tecrübelerle neticelenmiş bir sisteme dönelim ve böylece büyük bir değişime imza atalım, diye bir iddia ortaya koymak; aynı nehirde iki defa yıkanmak, anlamına gelmez mi? Bu, geçmişin arabalarıyla geleceğe gitmeye çalışmak yani henüz yola çıkmadan yolda kalmak değil midir? Böyle bir tavır, değişim adına değişimin içini boşaltmaktan başka ne mana ifade eder?

Cumhuriyetin yüzüncü yılı günlerindeyiz. Bu asrın başında ülkenin daha aydınlık yarınları için seve seve şehadete koşan on binlerimiz oldu. Mekanları cennet olsun. Şimdilerde ise daha nice asırlara bağımsız, müreffeh, onurlu ve kararlı bir şekilde yürümenin umuduyla yanıp kavrulan milyonlarımız var. Geçmişte kader birliği yaptığımız mazlum coğrafyalar bir şafak patlaması edasıyla kanlı göz yaşları içinde çağa yürümemizi beklerken ve bu yüzyılın yeniden Türk asrı olmasına dair umut mayalayan bozkırlarımızda gümbür gümbür kardelenler filizlenirken, bizi millet olarak içimize hapsedecek ve her türlü dış müdahaleye açık hale getirecek kırk yamalı bohçadan mürekkep parlamenter bir şala bürünmek de nereden çıktı? diye düşünmekten uzun süredir kendimi alamıyorum. Zira dünyanın yeniden şekillendiği, tıpkı cumhuriyeti kurduğumuz zamandaki gibi bağımsızlığın çok ağır bedeller gerektirdiği bu en kritik dönemde ileriye bakmak yerine geriye sarmanın, geçmişe dönmenin ve denenmiş sistemlere bel bağlamanın bu ülkeye çok vakit kaybettireceği apaçık ortadadır.

Bu millet, uzun yıllar boyunca parlamenter sistemin bu ülkenin geleceğine uzanan yolları imar edemeyeceğine dair bir kanaate ulaştığı için bundan vaz geçti ve büyük bir değişime imza atarak başkanlık sistemine geçti.

Şimdi eğer başkanlık sisteminin aksayan yönleri varsa ülke geleceği adına bu durum tartışmaya değerdir. Sorumlu bir muhalefet ya bu yeni sistemin daha iyi çalıştırılacağına dair bir yaklaşım sergilemeli ya da eğer varsa zamanın ruhunu ondan daha ileri seviyede ifade edecek bir sisteme geçmenin formülü üzerine politika yürütmelidir. Yoksa 20-30 yıl gerilerde on yıllarca denenmiş ve iflas etmiş bir sisteme bel bağlayarak insanları ümitsizliğe sevk etmemelidir. Bunu yaparken; hesap soracağız, yıkacağız, kapatacağız, iptal edeceğiz ve yaptırmayacağız gibi söylemlerin ardına sığınmak ise tek kelimeyle bir akıl tutulmasıdır.

Neticede bu sistemi getiren halktır. Oy veren de halkın bizzat kendisidir. Halktan hesap sormaya yeltenmek nasıl bir muhalefet söylemidir? Zira herkes bilir ki demokrasilerde hesabı halk sorar. Tek adamlık rejimi diye referandumla getirilen başkanlık sistemini kaldırma vaadiyle siyaset yapan bir muhalefet anlayışının henüz dereyi görmeden kendisini halk yerine, mahkeme yerine koyup herkesten hesap sorma heveskârlığı acaba hangi demokratik rejimin adıdır?

Bilen varsa bana da söylesin…

Mürsel GÜNDOĞDU

murselgundogdu@gmail.com

Yorumlar2

  • Vurucu 1 yıl önce Şikayet Et
    Tespitleriniz meseleyi güneşin doğup karanlığı erittiği gibi açığa çıkarmış, kaleminize sağlık, onlarınki zaten siyaset değil abd haçlı siyon terör devletlerinin sözcülüğünü yapıyorlar, ölümüne Reisleyiz her daim ölümüne
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Recep Üstündağ 1 yıl önce Şikayet Et
    yureginize kaleminize sağlık Mürsel hocam selamlar
    Cevapla Toplam 6 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat