Beddua Bilmem Güzel Mevla’ya Saldım Ben Seni
- GİRİŞ06.04.2023 09:35
- GÜNCELLEME08.04.2023 09:25
Asırlardan beridir duaların şifa veren diliyle mayalanıp demlenen bu kutlu coğrafyayı bedduanın zehirli oklarının hedefi haline getirmek isteyenler var. Duymaya alışkın olmadığımız ve işitince kanımızı donduran bedduaların ardı arkası kesilmiyor. Yıllarca hoca kılığında bu toplumun kutsal değerlerini sömüren, saf Anadolu gençlerini zehirleyen Fetö’nün toplumun bağrında açtığı beddua gediğini fütursuzca genişletmeye yeltenenler bilmelidir ki yaptıkları çirkin beddualar dönüp dolaşıp kendi ayaklarına dolanacaktır.
En ufak bir vicdan kırıntısına sahip olan bir insanın bile asla tasvip etmeyeceği tarz ve üslupta hiçbir günahı olmayan masum çocukları da işin içine katarak hayasızca beddua yağdırana mı yoksa onu bir süreliğine buzdolabında dondurduktan sonra zamanı gelince siyasi malzeme olarak kullanan vicdan fakirlerine mi seslenmek lazım?
Siz hangi toprakların havasını soluyup suyunu içen varlıklarsınız? Her karışına bedel ödenmiş ve her tarafı dualarla sırlanmış bir coğrafyanın besleyip büyüttüğü varlıklar olmadığınıza göre sizin göbeğiniz nereye bağlı?
Anladık Anadolu insanı değilsiniz. Zira Anadolu insanının karakteristik özelliğidir ki çocukları her daim günahsız bilir ve onların masumiyetine inanır. Anadolu insanı her ne zaman bir beddua işitse “gökten başımıza taş yağacak” diye korku ve dehşete kapılır. Anadolu insanı bedduanın değil duanın insanıdır zira. Öyle ki çok zulme maruz kalsa ve dahi nefes alamaz hale gelse bile yine bedduanın zehirli okuna sarılmaz. Öyle durumlarda bile “beddua bilmem güzel Mevla’ya saldım ben seni” diye hikmet yüklü deyişler kaleme alıp besteleyerek yürek yangınlarını soğutmaya çalışır.
Bu toplumu beş bin yıl öncelerden akıp süzülen Türk kültürü ile çağlar üstü İslam irfanı mayalamıştır.
Dinimiz, Müslümanların kendileri ve diğer Müslümanlar aleyhinde beddua etmelerini hoş görmeyerek yasaklamış; kasıtlı olarak bir Mümini öldürmek, fesat çıkarmak, Allah ve Resulünü incitmek, yalancılık yapmak, zulmetmek, hakkı gizlemek, Allah yolunda savaşmaktan kaçmak gibi durumlarda ancak buna izin vermiştir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz "Kendinizin, evlât ve mallarınızın aleyhine sakın beddua etmeyin. Sonra duaların kabul olacağı bir saate rastlarsınız da bedduanız kabul olur" buyurarak Müslümanları beddua konusunda uyarmıştır. Nitekim onun yaşantısı da sözlerini doğrular mahiyettedir. Öyle ki Mekke döneminde İslam’ı tebliğ etmek üzere Taif'e gittiğinde taş yağmuruna tutulmuş, vücudu kan içinde kalmıştı. Böylesine zor durumdayken Allah tarafından yapacağı bedduanın kabul edileceği ve Allah’ın onları helak edeceği kendisine bildirildiği halde Peygamber Efendimiz; "Hayır, belki bunların soyundan sana ibadet edecek çocuklar doğar, Ya Rab” diyerek beddua etmemiştir.
Bu toprakları İslam’ın berrak inancı ve şifalı dualarıyla mayalayan Peygamberimiz, gelecek nesillerin çocuklarını düşünüp en zor durumda dahi bedduaya sarılmazken masum çocuklara beddua eden ve onu siyasi malzeme olarak kullanan vicdan fukaraları kendi çirkin emellerine ulaşabilmek için beddua oklarını günahsız çocuklara yöneltmekten geri durmuyor. Acaba böyle bir çirkinliğe hangi vicdan sahibi onay verir?
Bu toplumun önderi ve yol göstericisi Hz. Muhammed Uhud Savaşı’nda dişini kıran, yüzünü yaralayan ve Allah’ın dinini yeryüzünden silmek isteyen düşmanları için bile bedduaya sarılmamış hatta onlar için Allah’a şöyle dua etmiştir; "Allah'ım! Kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar." Yine arkadaşları, onca yaptığı çalışma ve gösterdikleri gayrete rağmen İslam dinini kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesini isteyince Peygamberimiz; "Ya Rab! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat" diye dua etmişti. Zira o, beddua etmekten kaçınır ve her daim kendisinin lânet eden değil rahmet peygamberi olduğunu söylerdi.
On bir ayın sultanı Mübarek Ramazan-ı Şerif günlerindeyiz.
Bu ay, türlü hikmetlerinin yanı sıra insanlar için bir arınma ve temizlenme mevsimidir de. Bir yıl boyunca doludizgin akıp duran hayat nehrinin emr-i ilahiyle bir süreliğine yavaşlatılarak durulmasını ve berraklaşarak tortularından arınmasını sağlamaktır bir bakıma.
Oruç daha ziyade yemeden içmeden kesilme olarak görülüp mideyle ilişkilendirilen bir ibadet gibi algılanıyor olsa da aslında o; elden ayağa, dilden göze, akla ve gönüle kadar insanın bütün azalarını kapsar. Yani bu ayda insanlar yeme ve içme hususlarına dikkat ettikleri gibi sözlerine, davranışlarına ve düşüncelerine de azami özen göstererek topyekûn bir arınışın ihsan ve bereketine nail olmaya çalışmalıdır. Buradaki genel amaç ise insanların Ramazan ayında edindiği kazanımları ve huy haline getirdiği güzel davranışları gelecek aylarda da devam ettirerek Yüce Allah’ın huzuruna arı-duru bir yürekle kavuşmayı başarmasıdır.
Böylesine güzelliklerle mukaddesliklerle ve seçilmiş bir milletin kültürüyle yoğrulmuş bu coğrafyada beddua, kin ve nefret dili asla neşv ü nema bulamayacağı gibi bunu çıkarlarına alet etmek için kullanmaya çalışanlar da her defasında olduğu gibi bu asil milletten gerekli insani dersi alacaklardır.
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel Gündoğdu
murselgundogdu@gmail.com
Yorumlar4