Bu utanç kimin?
- GİRİŞ04.12.2025 09:11
- GÜNCELLEME04.12.2025 09:11
Başkent Ankara’da bir lisede cep telefonuyla kayda alınıp sosyal medyada paylaşılan, ardından da haber sitelerine konu olup infiale yol açan korkunç görüntüleri seyredince adeta kanım dondu.
Bir sınıf ortamında mesleğinin en olgun çağlarında ders anlatmaya hazırlanan bir öğretmenin bazı şımarık öğrenciler tarafından etrafının sarılması, pervasızca alaya alınması ve ona ders işletmemek adına bazı öğrenciler tarafından fiziki temas dahil her türlü saygısızlık yapılması ve mobbing uygulanması, aklı selim sahibi herkesi olduğu gibi bendenizi de yarınlarımız adına derin kaygılara sevk etti.
Bazı okul türlerimizde bilgiye tamamen kapalı, şiddete ise mümkün olduğunca açık bir öğrenci kitlesi var.
Kendi elimizle kendi geleceğimizi tahrif ediyoruz aslında. Gençlik, bir toplumun yarınıdır. Aynı zamanda övünç kaynağı ve iftiharıdır. Genci olmayan toplumun geleceği de yoktur. Gelin görün ki Ankara’daki bir lisede görüntüye çıkan bu gençler ne anne babalarının ne öğretmenlerinin ne okullarının ne de toplumumuzun gurur duyacağı cinsten bir davranış içinde değiller. Ne oluyor bu gençlere? Bu gençler talebe mi, yol kesici mi? Eğitim yuvaları gün geçtikçe saygısızlığın ve şiddetin merkezi haline mi geliyor? İnfiale yol açan bu görüntülerin asıl sorumluları kim?
İşin fiilen içerisinde olmama ve eğitimin her kademesinde görev yapmama rağmen eğitimle ilgili yazıları genellikle canımın çok incindiği bu tür infial durumlarında yazmayı yeğliyorum.
Kredili sistem, 100’lük ve 10’luk not sisteminin aynı anda uygulandığı bir geçiş döneminde, 90’lı yılların başlarında mesleğe başlamış biri olarak; “Eskiden her şey daha iyiydi. Eğitim sistemimiz gün geçtikçe daha da kötüleşiyor. Dayak kalktı, eğitimde her şey kötüleşti…” gibi genellemelere sadece gülüp geçiyorum. “Eskiye rağbet (itibar) olsaydı bitpazarına nur yağardı” demiş atalarımız. Ben kendimi bildim bileli eğitimde şuursuzca bir arayış, kör ve kara düzen bir batı taklitçiliği, bakandan bakana- hükümetten hükümete göre şekillenen bir yaklaşım mevcuttu. Mesleğinin ilk yıllarında “bir bakan ilçeye teşrif edecek diye” öğretmenleriyle birlikte saatlerce yağmurun, karın ve soğuğun altında siyah okul formalarıyla bekletilen ilkokul öğrencilerini çıplak gözle görmüş biri olarak eğitim sistemindeki iyilik ve kötülüğün eski veya yeniyle izah edilemeyeceğini gayet iyi bilirim.
“Dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Ne güzel söylemiş Mevlâna Celaleddin Rumi. Yeni bir dönem var ise bu dönemin havasına eskinin değil bugünün iklimini baz alarak hazırlanmak lazım. Tıpkı dünün güneşiyle bugünün elbisesinin kurutulamayacağı gibi.
Bizdeki sorun eğitim elbisesinin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi meselesi.
İlk düğme yanlış iliklenince otomatik olarak diğer düğmeler de yanlışa düşüyor. Ne kadar yeni düğme eklesen ya da ne kadar yeni ilik açsan da sonuç bir türlü fark etmiyor. Zira “yanlış”ın üzerine “doğru” inşa edilmiyor. Yani doğudaki eğitimi batıdaki bakış açısıyla yürütmek mümkün olmuyor. İnsan evrenseldir ama onun ruh yapısını kültürlerin yerel unsurları şekillendiriyor zira. Ne yapıp etsen de Batıdaki psikolojiyle doğudaki çocuğu eğitemiyorsun. Doğudaki eğitimi batıdaki gibi öğrenci ve veli merkezli yapmaya kalkarsan eğer; veli okulu basıyor, öğretmen ve müdürle çatışıyor, öğrenci dersi sabote ediyor. Tıpkı Batıda olduğu gibi Doğuda da özgüveni yüksek, girişimci, sorgulayan öğrenci yaklaşımını eğitim sisteminin merkezine almaya kalkışırsan, bazı okul türlerinde, öğrencileri derse sokmak veya onlara ders anlatabilmek için olağanüstü yeteneklerle donanmış ultra güce sahip insan-robot karışımı öğretmen bulman gerekiyor.
Kıyafette tek tipliliği kaldırdık ama zihinleri tek tipliliğin esaretine mahkûm etmeyi ısrarla sürdürüyoruz.
Eğitim bir renklilik işidir de. Hani atalarımız “üzüm üzüme baka baka kararır” demişti ya. Şimdi üzümlerin hepsi aynı. Eğitimdeki yanlış adımlardan birisi, neredeyse her türde okullaşmaya gitmek oldu. Bunun yanında birbirine yakın puan aralıklarında olan öğrencileri aynı okullara istifleyerek başka yanlış bir adım daha atıldı. Böylece aynı alana ilgi duyup zekâ düzeyi birbirine yakın çocuklar aynı okullara toplanarak bütün insani farklılığın ve renkliliğin önü kapatılmış oldu. Örneğin A Anadolu lisesi 400-410 puan, B Anadolu Lisesi 411-420 puan, C Anadolu Lisesi 421-430 puan aralığındaki öğrencileri alarak zihinsel olarak birbirine yakın gençlere eğitim veriyor. Aynı zekâ aralığındaki sanata yatkın çocuklar Güzel Sanatlar Lisesine, spora yatkın çocuklar Spor Lisesine, gastronomiye ilgi duyan çocuklar ise Turizm Liselerine giderek yine tek tipleşme değirmenine su taşımaya devam ediyorlar. Böyle bir durumda hangi üzüm üzüme bakarak kararacak acaba?
Hiçbir okula gidecek puan alamayanlar ise sistem zoruyla gittikleri okullarda akran zorbalığından tutun da öğretmene ders anlattırmamaya, okul malına zarar vermekten öğretmen ve okul idaresinin başına bela olmaya kadar her çeşit alanda terör estirmeye devam ediyorlar.
Devlet, kendi geleceğini garanti altına alabilmek adına üst düzey zekaya sahip öğrencileri fen ve sosyal bilimler alanı gibi iki farklı türde istihdam edebilir. Buralara hem öğrenci seçer hem de öğretmen. Bu çok normal ve olması gereken bir yöntem. Ancak diğer öğrenciler için aynı yetenek ve yakın puan aralığına göre tasnifleme yapıp eğitimi tek tipleştirirse buradan ülkenin geleceği için siyah-beyaz tablonun dışında renkli bir netice çıkmaz.
Suçu sisteme atarak hiçbirimiz sorumluluktan kurtulamayız.
Elbette sistemde çarpıklık çok. Bir kere kesintisiz eğitim diye bir ucubemiz var. Okumak istemeyen çocukları zorla sınıflara kapatmanın bu ülkeye hiçbir hayrı olamaz ve olmadı da. Zararına gelince bunlar saymakla bitmez. Zorunlu eğitim en başta Ankara örneğinde olduğu gibi sınıf ve okul iklimlerini yerle bir ediyor. Üstelik başka yer ve okullarda Ankara’daki görüntülerden daha vahim ve korkunç durumların yaşandığını da tahmin edebiliyorum. Kesintisiz eğitim okullarda akran zorbalıklarını tetikliyor, disiplin vakalarını çoğaltıyor, sınıf içi-dışı şiddet olaylarını tetikliyor ve bunlara ek olarak okul çevrelerini görünenden çok enfekte ediyor.
Anne-babalar sağlıklı bir aile düzeni inşa edip bunu sürdürülebilir hale getirmediği sürece çocuklarımızdaki bu çözülme ve savrulma halleri maalesef artarak devam edecek.
“Kendini ezdirme çocuğum”, “her zaman ve şartta senin yanındayım”, “kimseden korkup çekinme ve sınırsız özgüven sahibi ol”… gibi günün moda sözleriyle çocuğuna özgüven aşıladığını farz eden bazı anne ve babalar aslında bu yolla sağlıklı değil de narsist yani yükseltilmiş özgüvenle kendilerini sürekli diğer insanlardan üstün gören bozuk bir kişilik ortaya çıkardığını bilseydi, eğitim-öğretim işini okullara havale eder ve öğretmenlere daha fazla güvenerek kesintisiz destek verirdi. Ama durum tam tersi oldu. Bugün öğretmenler ne yazık ki bu tür ebeveynler tarafından en çok da öğrencilerin psikolojilerini bozuyor, diye suçlanıyor.
“Ağaç yaş iken eğilir”, demiş atalarımız.
Sağlıklı çocuklar, sağlıklı ailelerde yetişir. Diğer eğitim kurumları anne-babanın yeşerttiği bu çiçeği daha da besleyip güçlendirerek onun rengarenk çiçeklerle bezenmesini sağlar.
Eğitim sistemi kesintisiz eğitim uygulamasıyla köyleri boşaltıp kentleri yaşanmaz hale getirdi. Yakın puanlı öğrencileri aynı okullarda toplayarak hem zihinleri tek tipleştirdi hem de şehrin bir mahallesindeki çocuğu bir-iki puan fazla aldığı için şehrin bir ucuna, o uçtaki çocuğu da bir-iki puan az aldı diye şehrin diğer ucuna servislerle taşıyarak hem mahalle kültürünü yok etti hem de sabah trafiğini içinden çıkılmaz hale getirdi. Bazı anne- babalar iş yoğunluğundan ilgilenemedikleri çocuklarına özgüven aşılayalım derken narsist kişilikler yetiştireceklerini hiç düşünmediler. Öğretmenlerimizin bir kısmı da boyunlarını büken hayat yükü altında bir türlü kendisini yenileme fırsatı bulamadı. Sonunda olanlar oldu.
Bu sorumluluk hepimizin. Bu sorunu çözmek istiyorsak hep birlikte elimizi taşın altına koymalıyız. Biraz daha zaman kaybedersek ne muhatap alacak bir aile ne de eğitecek genç bir nesil bulacağız. Haberiniz olsun.
Mürsel Gündoğdu/Haber7
Yorumlar23
-
Nurcihan
2 saat önce
Şikayet Et
Devletin, Ana-baba okulları açarak > ahlâklı insan yetiştirme dersleri vermesi gerekir.
Çoğu ana-baba çocuk yetiştirmeyi bilmiyor.
Beğen
Cevapla
Toplam 3 beğeni
-
Okur
2 saat önce
Şikayet Et
Yakınımzdaki bir okulun çıkış saatlerine denk gelince ürperiyorum, çıkanlar giyimiyle, makyajlarıyla sorunlu, Kız öğrenciler ağza alınmayacak sözler sarfediyor, erkek öğrenciler başka türlü sorunlu, laşkalaşmış diyaloglar. Seyyar satıcı gibi bağırarak konuşuyorlar, Hocaların otoritesi yok. Yazık. Neye dönüşecek bu gidişat? Zorunlu eğitim de ayrı bir sıkıntı..
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
RECEP İNCE
3 saat önce
Şikayet Et
Cumhuriyetimizin ilk yüzyılı doğal olarak bir arayış dönemiydi. İnsan kalitemiz arttı ama kalıcı bir sistem kuracak kurumsal gücümüz hâlâ zayıf. Bu nedenle, devlet içinde Cumhurbaşkanlığına bağlı, uzun vadeli düşünce üretecek bir yapı şart. Ancak böylelikle eğitimde ve diğer alanlarda istikrar sağlanabilir. Saygılarımla.
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
Vatandaş
3 saat önce
Şikayet Et
Maneviyat sıfır, adabı mahşerat sıfır. Çocuklar ateist eee ne olacak olacağı bu ne bekliyorsunuz ki.
Şaşırılacak bie şey yok ortada.
Beğen
Cevapla
Toplam 6 beğeni
-
Kuzey
4 saat önce
Şikayet Et
Bu görüntülerin suçlusu tamamen velilerdir. Eskiden öğretmenler okulda öğrencileri disipline ediyordu. Velilerin baskısı yüzünden şimdi öğretmenlerin hiçbir yetkisi ve etkisi kalmadı
Beğen
Cevapla
Toplam 9 beğeni
-
Murat
3 saat önce
Şikayet Et
Ben 30 yıllık öğretmen ve idareciyim. Her toplantıda arkadaşlara sakın ola öğrencilerimize yanlış kelime ve tavır takınmayınız diye tavsiyede bulunuyorum. Öğrenci ve velilerle ben muhatap oluyorum. Bütün öğretmen arkadaşlara da tavsiyem, sakın öğrencileri disipline edeceğim diye kendinizi riske atmayın. Bırakın veliler ve yetkililer yanlışlara çözüm bulsun.
Beğen
Daha fazla yorum görüntüle