İşporta
- GİRİŞ30.04.2014 10:56
- GÜNCELLEME30.04.2014 10:56
İstanbul'da 'Suriçi'nde işportacı kalmadı. İşporta Anadolu'dan İstanbul'a göçen dar gelirli veya işsiz kimselerin başvurduğu bir geçim yoluydu. Zamanla o kadar çoğaldılar ki neredeyse üç tekerlekli arabaları ile tüm sokakları, meydanları doldurdular.
Kelime (işporta) İtalyanca'dan dilimize geçmiş. 'Sepet' mânasını taşıyor. Zamanla üç tekerli araba, tezgah da bu anlamda kullanılmaya başladı.
Eski İstanbul'da sepet mânası ile, isterseniz buna 'küfe' diyelim, sokak sokak gezip sebze meyve satanlar varmış. O ağırlığı bütün gün sırtında taşımak zor iş yani. Şimdilerde sadece ayva zamanı aynı şekilde ayva satanlara rastlıyorum.
Ama burada bir parantez açıp eski 'sokak satıcıları'nı işportadan ayırmalı. Yoğurtçu, sütçü, ciğerci, simitçi, salep ve boza satanlar, macuncular, keten helvacılar vesaire. Hâlâ bazılarına rastlanıyor.
İşportacılar bazı mekânları zamanla kendi mülkleri gibi kullanmaya başladı. Eminönü meydanına tezgah açanlar kendi hemşerilerinden gayrısını oraya sokmadılar. Zabıta ve polis ile girişilen kavgalar sıradan hale geldi.
Öyle ki, işportacı kaçar zabıta kovalar karikatürlere, Yeşilçam filimlerine konu oldu. İşporta malı ucuz ve kalitesiz idi. Dar gelirli vatandaş ihtiyacını işportadan karşılardı. Meselâ karpuz diyelim. Halde bunun iyisi, olgunu seçilir; geride 'çıkma' denilen ikinci sınıf mal kalır, bunu da işportacı alır, beşi-onu kelek çıksa da çok ucuza aldığı için kalan maldan kâr ederdi. Yeter ki zabıtanın hücumuna uğramasın. Bazan zabıta arabayla ve kalabalık gelir tezgahları dağıtır, çoğunun tek sermayesi olan arabayı yükler götürürdü.
Düşünün evde çocuklar ekmek bekliyor. Bu adam uzak İstanbul'daki tek göz gecekondusundan gün doğmadan yola çıkmış, o trafikte ite ite arabayı satış yapacak yere getirmiş. Daha siftah etmeden zabıtaya yakalanmış. Dramatik bir sahne idi bu ve bizim merhametli halkımız daima işportacıdan yana çıkardı.
Ancak düzgün, temiz bir şehir hayatı bu başıboşluğu affetmez. Yıllar süren zabıta-işporta savaşı sonunda işportacıların pes etmesi ile neticelendi.
İş yok, para yok.
İşportacı bu defa maç sırasında stat çevresini, (köfteciler, ciğerciler, turşucular, simitçiler vb.) miting ve gösterilerde, bayramlarda kalabalığın olduğu yerleri kollamaya oralardan nafakayı çıkarmaya başladı. İstanbul çevresinde yeni oluşan semtlerde de kontrol, yasak o kadar sıkı değildi, oralara takıldılar.
Ayrı bir uygulama da bazı malları satanların belediye iznine tabi olarak, tek tip arabalarla ve herhalde vergi de vererek bazı köşelerde satış yapmasına izin verilmesi var.
Bunlar İstanbul'un renklerini taşıyor. Simitçiler, poğaçacılar, kestaneciler, mısırcılar, dondurmacılar vb.
Yine de bu malları satan resmi satıcıların gölgesinde korsan satıcılara rastlanıyor. Artık şansa kalmış. Yakalanır veya yakalanmaz. Cağaloğlu'nda, Çatalçeşme'de bizim sahaf İbrahim'in dükkanı önüne ikindi gölgesi düşünce gelen bir simitçi ile tanıştım. Sohbeti koyulaştırdık. Adam dertli. Zamanında arabaları, kamyonları varmış. Ortakları buna kazık atmış, arabalar kaza yapmış, borçlanmış, borçlarını ödeyemez olmuş, buralara düşmüş.
Senelerdir Küçükpazar'da kalıyor. Hem köyde kalan ailesine para gönderiyor, hem takside bağladığı borçlarını ödüyor.
Kimbilir kaç yıl daha kar, yağmur, çamur demeden zabıtaya yakalanma korkusu ile o sokakları adımlayacak.
İnanmayacaksınız ama simitçilerin bile mafyası var. İstanbul simit fırınları ve satıcıları (Ki bunlar aynı yörenin insanları, araya yabancı almazlar) belki mıntıkaları paylaşmıştır. Kimse kimsenin alanına giremez. Bu paylaşım sebebi ile iki cinayet işlendi. Hayat zor.
Evet, Kadir Başkan'ın Suriçi'ni işportadan kurtarması bir başarıdır. Seneler süren kangren olmuş bir işi başardı. Tıpkı minibüslerin Suriçi'ne girmesini yasakladığı gibi. Onlar ne oldu, nereye gittiler.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol