Batı, Ukrayna'yı nasıl kullanıyor?
- GİRİŞ18.12.2025 09:18
- GÜNCELLEME18.12.2025 09:18
Kiev–Moskova hattında son dönemde dikkat çekici ve bir o kadar da çelişkili gelişmeler yaşanıyor.
Bu kış bir barış ihtimali gerçekten var mı?
Bakalım.
ABD Başkanı Donald Trump’ın son açıklamalarına bakıldığında, Rusya’nın taleplerine oldukça yakın bir çerçevede konuştuğu ve ateşkese yaklaşıldığını vurguladığı görülüyor.
Bu açıklamaların hemen ardından Berlin’de kritik bir toplantı düzenlendi.
Toplantı, ABD’nin bilgisi ve diplomatik onayı dahilinde, Avrupalı liderlerin katılımıyla gerçekleşti.
Ev sahibi Almanya’nın yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski toplantıda hazır bulundu.
Washington’dan “ateşkese yakınız” mesajları gelirken, Zelenski’nin kamuoyuna yansıyan açıklamalarında toprak tavizi konusunda geri adım atılmayacağı vurgusu öne çıkıyor.
Rus ve Ukrayna basınına bakıldığında, savaşın düğüm noktasının Donbas bölgesi olduğu konusunda ciddi bir görüş birliği var.
Trump cephesinde çatışmanın dondurulması ve kontrollü bir denge arayışı konuşulurken, Kiev yönetimi bu yaklaşımı kabul etmeye hazır görünmüyor.
Peki Donbas neden Rusya açısından bu kadar hayati?
Mesele yalnızca Ukrayna mı, yoksa Rusya’nın asıl gerilimi NATO’nun doğuya doğru genişlemesiyle mi ilgili?
Litvanya’nın 2026’yı, Almanya’nın ise 2029’u olası bir Rus tehdidi için işaret etmesi, bu sorunun yanıtını büyük ölçüde veriyor.
Bu tablo, Ukrayna’nın fiilen Avrupa için bir tampon bölge haline getirildiğini gösteriyor.
Berlin toplantısında gündeme gelen uluslararası görev gücü önerisi de bu yaklaşımın bir sonucu.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, yaklaşık 800 bin askerin Rusya’ya karşı konuşlandırılması ihtimali masaya yatırıldı.
Bu güçlerin çatışmayı önleme gerekçesiyle sahaya inmesi, fiilen Rusya ile doğrudan temas riski anlamına geliyor.
Bu nedenle Berlin Bildirisi’nin mevcut haliyle hayata geçmesi son derece düşük bir ihtimal.
Asıl soru şu.
Avrupa, Ukrayna’yı korumak adına kendi askerini riske atmaya gerçekten hazır mı?
Savaşın ilk günlerinde Ukrayna ağır silah isterken miğfer gönderen ülkelere güvenilemeyeceği ortada.
Üstelik Moskova’dan gelen açıklamalarda, sahaya inecek yabancı güçlerin meşru hedef sayılacağı açıkça ifade ediliyor.
Ancak Berlin’de kurulan bu masanın “kimin işine yarayacağı ve neyi hedeflediği” sorusu hâlâ net değil.
Bu soruya yanıt ararken, İsrail’den, Gazze süreciyle ilgili gelen dikkat çekici bir açıklamayı hatırlamak gerekiyor.
İsrail tarafı açık biçimde, “Türkiye’nin yer almadığı masalardan sonuç çıkmayacağını” ifade etti.
Aslında bu yaklaşım, yalnızca Gazze için değil, küresel kriz başlıklarının büyük bölümü için geçerli bir tespit.
Türkiye’nin dışarıda bırakılmaya çalışıldığı diplomatik girişimlerin kalıcı sonuç üretmediği defalarca görüldü.
Böyle bir ortamda kalıcı bir barıştan söz etmek kolay değil.
Türkiye’nin dahil olmadığı, söz söylemediği masaların kısa sürede dağıldığı bizim değil bize düşman olanların tezi.
Bu bir övgü değil, sahadaki tecrübenin ortaya koyduğu bir tespit.
Rusya da bunu söylüyor.
Ukrayna da bunu söylüyor.
ABD de bunu farklı kanallardan kabul ediyor.
Savaşın ilk günlerinde Türkiye’yi denklemin dışında bırakmaya çalışan Batılılar, bugün gelinen noktada Ankara’nın ağırlığını kabul etmek zorunda kaldılar.
Antalya’da, İstanbul’da, Dolmabahçe’de yapılan görüşmeler bunun en somut örneği.
Tahıl anlaşması gibi kritik başlıkların yalnızca Türkiye’nin arabuluculuğunda hayata geçmesi tesadüf değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Avrupa liderlik sorunu yaşıyor” ifadesi işte bu nedenle ayrı bir anlam taşıyor.
Türkiye masadayken ateşkes konuşulabiliyor, Türkiye yokken çözümsüzlük paketlenip “çözüm” diye sunuluyor.
Peki savaşın bitmesi kimi mutlu eder?
Ateşkes de, savaşın devamı da ABD’nin stratejik ve ekonomik çıkarlarına hizmet ediyor.
Barış olursa ABD, Ukrayna’nın nadir toprak elementleri üzerinden uzun vadeli kazanımlar elde edecek.
Savaş uzarsa silah satışları ve NATO’nun yeniden konumlandırılması üzerinden kazanç sürecek.
Yani hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin, Washington açısından kayıp yok. Yani kasa kazanacak.
Karadeniz’de düşürülen İHA olayı da bu geniş resmin dışında değil.
Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında, Türkiye’nin hava sahası ihlallerine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde ve kararlı biçimde hareket ettiğinin altı çizildi.
F-16’larla yapılan müdahale, Ankara’nın küresel oyun kuruculara açık bir mesajı olarak okunmalı.
Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin dikkatinin farklı cephelere dağıtılmak istendiği yönündeki soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Ancak şu net.
Ankara, sahadaki oyunu da masadaki hesabı da görüyor.
Ve bu coğrafyada barış konuşulacaksa, Türkiye’nin olmadığı bir denklem artık gerçekçi değil.
M. Mustafa Yıldız / Haber7
Yorumlar1