Mehmet Akif’in Adana görevi

  • GİRİŞ24.12.2020 10:04
  • GÜNCELLEME24.12.2020 10:05

Bu yazıda, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un çok etkilendiği, hayatında silinmez izler bırakan Adana’daki memuriyet hayatını anlatacağım.

 

 

Bu vesileyle büyük şairin, Ziraat Bakanlığı’nda baytar olarak çalışırken gerçekleştirdiği Rumeli ve Anadolu (Adana, Halep ve Şam) gezilerinde halkın arasına karışmasına ve ülke gerçeklerine içeriden tanıklığının fikir ve sanatına yaptığı etkiye değineceğim.

EDEBİYAT ÇALIŞMALARI

 

 

Mehmet Akif, 20 yaşında, 14 Aralık 1893’te Veterinerlik Fakültesi (Baytar Mektebi)’ni bitirince Tarım Bakanlığı Veterinerlik İşleri Şubesi’nde (Orman, Meâdin ve Ziraat Nezareti Beşinci Umûr-ı Baytariye ve Islâh-ı Hayvanât Şubesi) memurluğa başladı. Birkaç ay sonra da Müfettiş Muavinliği’ne getirilir. Âkif, 1893 yılında girdiği memuriyette 20 yıldan fazla devam etmiştir.  

Mehmet Akif, ‘Kuran'a Hitap’ adlı ilk şiirini Mektep dergisinde 1895 yılında yayımladı. Halil Edip'in çıkarmakta olduğu Resimli Gazete’ye de şiirler vermeye başladı. Mehmet Akif'in bu dergilerde yayımlanan ilk şiirleri, gazel biçiminde, Ziya Paşa, Abdülhak Hamid ve Muallim Naci etkisinde eski şiir tarzındaydı ki, bu şiirleri kitap haline getirip henüz yayınlamamıştı. Muallim Nâci üniversitede Türk edebiyatı hocasıydı. Mehmet Akif, bu dönemde Hazine-i Fünun dergisine İran Edebiyatı’ndan tercümeler de yaptı.

Doğu ve Batı edebiyatlarından zengin bir birikimi olan Âkif’in okudukları arasında çoğu yazıldığı Arapça ve Farsça dilinde olmak üzere Muʿallaḳāt, Dîvân-ı Ḥâfıẓ, Gülistân, Mes̱nevî, Fuzûlî Divanı gibi eserlerle Doğu’dan İbnü’l-Fârız, Feyzî-i Hindî, Muhammed İkbal bulunmaktaydı.

Üniversiteden arkadaşları Mehmed Şevket ve Babanzâde Ahmed Naim ile çalışarak klasik eserleri okuyacak kadar Fransızca’sını ilerletmişti. Batı edebiyatından W. Shakespeare, Milton, Victor Hugo, Ernest Renan, Anatole France, Alfred de Musset, Lamartine, J. J. Rousseau, Alphonse Daudet, Emile Zola, Alexandre Dumas Fils, Sienkiewicz gibi şair ve yazarların eserleri okuduğu söylenir. Üniversitede hocalarından Ispartalı Hakkı Bey, onu Batı edebiyatına yöneltmişti.

ADANA’DA MEMURİYET

Mehmet Âkif, hayatı boyunca değişik görevler nedeniyle farklı coğrafyaları, şehirleri ve kültürleri görme imkânı bulmuştur.

İlk memuriyet yıllarında görev gereği Rumeli’de ve Anadolu’da gezdiği şehirler vardır. Bu şehirlerde halkın arasına karışmıştır; sözkonsu hatıraların Mehmet Akif ve şiiri üzerinde etkileri vardır.

1894 yılında Veteriner olarak bulaşıcı hayvan hastalıkları üzerinde incelemeler yapmak üzere yirmi ay Rumeli’yi dolaştı. “…Edirne’de yirmi aya kadar kaldım; ancak pek toy, pek gençtim!” diye anlatır o dönemi..

1896 yılında 23 yaşında, Veteriner Hekim Albay (Baytar Miralay) İbrahim Ethem Bey ile birlikte Beşinci Ordu Suvari Alayı’na at satın almak için Adana'ya gitmiştir.

Adana’da halkla iç içe olması, ülkeyi, köyü, köylüyü tanıması, Âkif’in bu Adana görevinin en önemli sonuçlarıdır. Doğu batı, kuzey güney akımlarının kesişim noktasında bulunan Çukurova’da tarihin bölgeye çözüm olarak sunduğu özerkliği, ilişki ve iletişimi, ölümüne sevgiyi ve zenginlik içinde işbirliği ve dayanışmayı; Anadolu ruhunu tanıyacaktır.

Mehmet Akif, vefatından önce Nevzad Ayas’a verdiği son röportajında “Adana havâlisinde dolaştım ve hasbelmeslek köylerle, köylülerle gayet sıkı temas ettim[1].’’ demektedir.

Mehmet Akif de Adanalıların civanmertliğini, samimiyetini, adaletini, merhametini, sıcakkanlılığını, cömertliğini, misafirperverliğini ve şecaatini görmüş; Çukurova insanını yakından gözlemleme imkanını bulmuştur. 

İstanbul’dan çok uzak ve sosyal/kültürel bakımdan farklı olan Adanalılık, Türk kültüründe Musul, Kerkük ve Halep havzasına, Bağdat-Şam havzasına dahildir; Osmanlı’dan çok geç Selçuklu’dur; dolayısıyla edebiyat araştırmacılarının Mehmet Akif’in şiirinde, Dadaloğlu ve Karacaoğlan’ın sesinin sıcaklığı, rengi ve tadını bulmalarına şaşmamak gerekir.  

İBRAHİM BEY

Memuriyetinin ilk yıllarında Adana’da bir yıl yanında bulunarak Fransızca çalıştığı Veteriner Hekim Albay İbrâhim Bey’in Mehmet Akif üzerindeki etkisi çok büyüktür.

Mehmet Akif, aynı röportajda “İbrahim Bey de sohbetinden müstefîd olduğum zatlardan biridir. Kendisiyle Adana taraflarında bir sene kadar dolaştım.” demektedir.  

Veteriner Hekim Albay İbrahim Edhem Bey Türk veteriner tarihinde 1890 tarihinde Şirket-i Mürettibiye Matbaasında basılmış “İcmal-i Baytare” adlı eseri ile önemli bir yer tutmaktadır.  İbrahim Bey aynı zamanda Mehmet Akif’in Veterinerlik Fakültesi’nde hocasıdır. Halkalı Veterinerlik Fakültesi’ne Avrupa'dan getirttiği temel veterinerlik kitaplarından elli cildi aşkın çeşitli eseri bağışlamıştır.

İbrahim Edhem Bey, Bursalı’dır; Eyüp Fes Fabrikası (Feshane-i Amire) ve İzmit Çuha Fabrikası müdürlüklerinde de bulunmuştur.

Mehmet Akif, Halep ve Şam’a da uzanan Adana görevinde İbrahim Bey’in yardımcısıdır. Midhat Cemal, Mehmet Akif’in Adana memuriyetini şöyle anlatıyor:

“Oradaki yaylalardan orduya alınacak atlar için heyet teşkil olundu. Baytar Mehmet Akif bu heyette memurdu… Bu üç vilayete giden heyetin reisi Baytar Miralayı İbrahim Bey, Akif’in hayatındaki hayırlı tesadüflerden biri oldu. Bu miralay temiz seciyesi ile Akif’e gençliğinde güzel bir örnek, kafa kıymetiyle de iyi bir arkadaş oldu. Onunla Fransızca eserler okudu.”

Adana, hiç şüphesiz Mehmet Akif’in kafsını netleştirmiştir. Bölgedeki dünya güçlerinin rekabetine, Ermeni meselesine önceden tanık olmuştur; Anadolu’dan hem İstanbul’a, hem de Darülislam ve dünyaya bakma fırsatı yakalamıştır.  

‘MERHUM BİRAHİM BEY’ MERSİYESİ

Mehmet Emin Erişirgil’in anlattığına göre Mehmet Akif, hocası İbrahim Bey için Safahat’ın Birinci Kitabı’nda “Merhum İbrahim Bey” başlıklı bir mersiye yazdı:

“Demek; görünmeyeceksin ile'l-ebed bana sen.
Demek, uzaktasın ey yâr-ı mihribân benden !
Hayâta sen beni rabteylemiş iken, şimdi
Aceb nasıl yaşarım, söyle, âh sensiz ben ? ”

Mersiye’nin başına yazdığı “haşiyede” Mehmet Akif, hocası İbrahim Bey’i okuyucularına “tababet-i baytariye ulemasından, hâk-i pâk-i Şark’ın yetiştirdiği nevadir-i irfan ve faziletten” şeklinde tanıttı..

Mehmet Akif’in tasvirine göre o, şarkın temiz toprağında nadir yetişen fazilet ve irfan sahibi biridir. Akif ’e göre onu tanıyanlar, onun, millet için ne elim bir kayıp, devlet için ne kadar büyük bir yokluk olduğunu bilirler. Doğu’nun, Batı’nın ilim ve sanatını hafızasına dolduran bu büyük şahsiyet, muhakemesiyle, gözlemleriyle de hayret edilecek bir seviyededir. Fransız ve Rus dilini hakkıyla bilen bir Müslüman aydın olarak ne yazık ki gereği gibi kıymet görmemiş ve ahali tarafından da fazla tanınmamıştır. 

Mehmet Akif, İbrahim Bey’e bağlı memuriyetini ve Adana’daki çalışmaları şöyle anlatır:

“O benim tanıdığım insanların en ahlaklılarından, en seciyelilerinden biri idi. Günün birinde at almak için Harbiye Nezareti bir heyet teşkil etmişti, bizim nezaretten de bir baytar istemiş. Beni memur ettiler. Bu heyetle birlikte, Adana’ya, Şam’a, Halep’e gittik. Hemen hemen her akşam heyet reisi bulunan İbrahim Bey’le buluşurduk. Arapçadan, Farsçadan, Fransızcadan beraber edebi eserler okurduk. Düşünün bir kere, hiçbir gece bıkmadı bana hocalık etmekten… O ne mübarek, o ne büyük adamdı; üvey çocuğu vardı da ben onu yıllar ve yıllar asıl çocuğu sanmıştım.’’

Üstad Mehmed Akif, her zaman İbrahim Bey’i rahmetle yâd eder, "Benim sebeb-i feyzim odur." derdi. Yetim büyüyen Mehmet Akif, sosyalleşmesini tamamlamasına destek olan İbrahim Bey’de kendisini bulmuş; kişiliği oturmuştur.

Adana’da, Halep’te ve Şam’da, Ümmet-i Muhammed’in ortasında Mehmet Akif, Müslüman bir aydın olarak hem doğuya hem de batıya sağlıklı bakmayı öğrenmiştir ondan. Dahası Muallim Naci gibi eski tarz şiir yazarak bir yere varamayacağını, Batı edebiyatını tanıması gerektiğini kavramıştır.

İstanbul’a güçlü bir şekilde dönen Mehmet Akif, edebiyat uğraşısını ciddiye aldığımdan Sırat- Müstakim’in ilk sayısı ve Akif'in bu dergide ilk şiiri Fatih Camii, ancak İkinci Meşrutiyetin İlanından sonra, 27 Ağustos 1908’de, Adana memuriyetinden on iki yıl sonra yayımlandı.  Aynı yıl, 11 Kasım 1908’de Darülfünun Edebiyat Müderrisliği'ne de atandı. Yine Adana memuriyetinden ancak on beş yıl sonra, 1911 yılında  otuz sekiz (38) yaşında ilk eseri olan Safahat Birinci Kitabı yayınladı.  

BİLARDO  OYNAYAN ADANALI GENÇLER

Genç Mehmet Âkif, aynı zamanda son derece nüktedandır. Mehmet Akif’in ünlü nükteleri arasından Adana'da bilardo oynayan gençlere dair olanını burada anmak gerekir.

Kahvede bilardo oynayan gençleri görünce üstat hicvetmeden duramadı ve şöyle dedi:

“Ayran daha midesinde kaynar
Kalkmış da teres bilârdo oynar[2]”

Âkif’in benzer nükteli beyitleri çoktur. Ne yazık ki Safahat’a almadığından onlardan çok azı elimizdedir. Onlardan birinin hikâyesi şöyledir:
 
Celâl Sâhir’i, konuşmakta olduğu arkadaşı; “Bir baltaya sap olamadın.” diye eleştirir. Celal Sâhir de “Ne yapalım memleket balta sapı ile dolu!” karşılığını verir.

Cevap güzeldir ve Mehmet Âkif’in de çok hoşuna gitmiştir. Bir şeyler söylemeden duramaz:

“Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap!
Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz,
Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti,
Pek de incelmeyiniz, sâde biraz yontulunuz[3]!”

Mehmet Âkif’in bilardo sopasından başlayıp balta sapına dek uzanan ve oldukça renkli yelpazelenen nüktelerinde Adanalı gençlerin gülüştüğünü hisseder gibi oldum.

Mehmet Âkif’in Adana memuriyeti ve sanatına etkisi çalışılmamış bir konudur.

Edebiyat fakültelerindeki akademisyenlerin dikkatine sunayım dedim.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat