Hilmi Ziya Ülken’in eğitim eleştirisi

.

  • GİRİŞ23.09.2021 09:38
  • GÜNCELLEME25.09.2021 11:00

            Hilmi Ziya Ülken’in “Bilgi ve Değer” kitabını okudum bu hafta. Altını çizdiğim birkaç cümleyi paylaşacağım bu yazıda. Eğitim alanında mutlaka baş vurulması gereken bir eser olan “Bilgi ve Değer” kitabı, hem eğitim olgusunu hem de eğitimin problemlerini ve çözüm önerilerini en iyi şekilde ortaya koymaktadır.  

            DEĞERLER, EĞİTİM VE KİŞİLİK

            Hilmi Ziya Ülken’e göre “çocukluk insan gerçeğinin en önemli safhasıdır. İnsanlığın bütün gücü ve tohumu onda yaşamaktadır. Çocuğu tanımak, tarihi, medeniyeti, kültürü tanımak kadar güçtür. Bunun için çocuğun yetişmesinden başka bir şey olmayan eğitim insanın kendisi için yeryüzünde yaptığı işlerden en büyüğüdür. ” (Bilgi ve Değer, Ülken Yayınları, İstanbul, 2001; s.15)

            İnsanın eğitimle erişebildiği ahlaki güzellik, en büyük insan başarısıdır. Bu yüzden eğitim, doğumdan ölüme kadar uzanan bir süreçtir; sadece çocuğun yetişmesi değil, bireyin psiko sosyal gelişmesi için de gerekli bir süreçtir eğitim. Bu süreç, insani varlığın bütünlüğüne dayanan dinamik bir süreç olmalıdır. Bu açıdan her toplum için eğitim, en temel organizasyondur. Bir toplum için büyümenin her aşamasında eğitimin sisteminin ilk görevi, okul yaşından önceki çocuğa, elverişli bir çevre hazırlamaktır. Hilmi Ziya Ülken’e göre, eğitimin değerler alanı, yeni nesillere verirken; bu alanın anlaşılması ve açıklanması, yetmez, benimsenmesi ve yeni kuşakların bu değerleri kendilerinde huy ve karakter haline getirmeleri, kişiliklerin onlarla yoğrulması gerekir. İşte bundan dolayı eğitimin alanı, öğretimden daha geniştir.  

            EĞİTİM VE ÖĞRETİM AYIRIMI

            Hilmi Ziya Ülken’e göre öğrenmede öğrenci merkeze alınırken; öğretimde ise eğitim sistemi, öğretici ve öğrenci ilişkileri gibi üç boyutlu bir yapı olmalıdır. Öğretim, öğrencilerin kapasitelerine göre yürütülmeli ve çağın hızına ayak uydurmalıdır. Bununla birlikte onların idealini göz önünde bulundurarak yeniliğe açık olmalıdır. Ayrıca öğretim dinamizmini gelecekten alırken eğitim hızını geçmişten ve gelenekten alır.

            Hilmi Ziya Ülken’e göre öğretim ve eğitim birbirini tamamlayan iki süreçtir: öğretim, kafayı teşkil ediyor, eğitim ruhu ve karakteri yapıyor. Birisi bilgiyi, öteki değerleri veriyor. Fakat bilginin değerler arasında bir değer, aklın ruhtan bir parça olduğu düşünülünce, öğretimin yine de eğitim içinde yer alacağı anlaşılır. (s.9) Ancak bu bütünleşme onların kendi aralarında ayrı metotlarla işlemesine engel olamaz. Akıl mantığı ve kalp mantığı ayrımı da buradan gelmektedir. Eğitim öğrencilere değer bilinci ve inanç verecektir. Öğretim gence objektif bilgi bilinci, eleştiri fikri verecektir. Öğretim ve eğitimde bilinenle bilinmeyen, alışılmış ile beklenmedik yeni olaylar arasında devamlı bir diyalektik ilişki kurulmalıdır.

            Bir eğitim sisteminin görevi, sabit bir toplumun normlarına göre insan yetiştirmek değil, değişmekte olan toplumun şartlarına göre insan yetiştirmektir. Eğitimin görevi, değişen kültür şartlarına göre daima yeni intibaklar alacak gençleri değil, fakat değişmelere müspet bir yön verme gücünde olan gençleri yetiştirmek olmalıdır. Bu da eğitimin yalnızca realist olmak, yani çocuk-toplum-okul bütünlüğünü ele almakla kalmayarak çocuk-ideal toplum-okul bütünlüğünü de düşünmesiyle mümkün olabilir. (s.244) Kısaca eğitim daima ideal bir hedefe sahip olmalıdır. Eğitimin hedefi, bireyi mevcut topluma birebir uydurmak değil, onu ideal bir toplum için hazırlamaktır. Her toplum, gerçek bünyesi üstüne kendi ideallerini de koyar. Öyle ise çocuk-toplum-okul bütünlüğü kavramı aynı zamanda ideal insan kavramını da içine alacaktır. Bu ideal, kültür çevrelerine de tarihi çağlara göre değişir.

            EĞİTİMDE BİREYCİLİK VE TOPLUMCULUK

            Hilmi Ziya Ülken, eğitim teorilerinde iki esaslı akımın bulunduğunu ifade eder: Bunlardan biri, bireyin iç evrimini başarmak; tabiatın ona verdiği kuvvetleri, içgüdüleri serbestçe geliştirmeye bırakmak ve bu gelişmenin ahenkli olması için ona temel hazırlamaktır. Bireyci doktrininin türlü yollardan benimsediği düşünce budur. Öteki görüş tarzında eğitim, manevi varlığımızın ve değer hükümlerimizin meydana gelişidir. Durkheim’in bir tarifine göre, yetişkin neslin delikanlı nesli cemiyete alıştırmasından başka bir şey değildir.

            Hilmi Ziya Ülken’e göre milli eğitim deyince bu iki fikri aynı zamanda anlamalıyız. O, bir taraftan eksik telkin edilmiş bir fikir, bir taraftan üretici ve günün insanını yetiştirmek bakımından geliştirilen bir takım becerilerden ibarettir. (s.57) Hilmi Ziya Ülken’e göre milli eğitim, gerçek ve ideal şeklinde bir vatandaş eğitimidir. Kelimesini antik medeniyetten alan vatandaşlık ona göre ancak demokrasi ile mümkündür. Demokrat bir vatandaşın eğitimi, diğer bütün eğitim safhalarından farklıdır. İlkçağ sitesinde her sınıfın ayrı bir eğitimi vardır. Vatandaş eğitiminde tahsil mecburidir. Özellikle toplumsal sorunlarla bütün vatandaşlar ilgilidirler. Hilmi Ziya bunları göz önünde bulundurarak insani varlığın bütünlüğüne dayanan bir eğitim sistemi öngörüyor. Özellikle bilgi ve teknikteki yenileşmelerin takibinin zorlaştığından, bunun etkisinin okul programlarında da kendini gösterdiğinden söz ediyor. Öyle ki bu hıza ayak uyduramayanlar yıkılıp gitmektedir:

            “Artık eski çağların hazır bilgi kalıpları içine yerleşmeye imkân yoktur. Bu yüzden tarih bilinci bütün bilgilerin anahtarı olmuş ve dinamizm okul programlarının hakim fikri olmalıdır.” (s.9) Öğretim bu gelişmelere ayak uydururken eğitim hızını geçmişten ve gelenekten alacaktır. Öğretim ve eğitimde bilinenle bilinmeyen, alışılmış ile beklenmedik yeni olay arasında devamlı bir diyalektik ilişki kurulmalıdır. Hilmi Ziya eğitime çeşitlilik kazandırmak için tek hatlı yarış sisteminden kurtulmayı önerir. Ona göre “karakter sınıflamalarından hiçbir kategoriye mutlak olarak başarısız gözüyle bakılamaz; yeter ki her birine göre öğretmen ayrı bir eğitim tarzı kullansın, birinin gelişmesi için lazım gelen davranışı ötekine kullanmasın.” (s.11)

         ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİ

            Eğitim, insanın yaptığı işlerin en önemlisidir ve beşikten mezara kadar uzanan bütün yaşların konusudur. İnsan sosyal bir varlık olduğu için değişen şartlar da onu etkileyebilmektedir. Eğitimci hızla değişen sosyal şartların gerisinde duramaz, onun sürüklendiği tehlikelere karşı da sessiz kalamaz: “Çocuğa ne öğretmeli ve nasıl öğretmeli? Bütün kavga öğretime nasıl girileceğinden doğuyor. Sıralarda ve siyah tahta üzerinde mi başlanmalı, yoksa bahçeden, kırdan, laboratuvardan mı? Hiçbir akılcı, öğretilen teorik bilginin hafızasında veya siyah tahta üzerindeki formüller halinde kalmasına razı olamaz. Onu mutlaka bahçede veya laboratuvardaki tecrübelerle gerçekleştirir; yeter ki her türlü yaratıcı gücü ortadan kaldıran bir skolastik düşüncenin esiri olmasın. Öte yandan hiçbir pratikçi veya pragmacı da yalnız iş içinde edinilen emprik bilgi seviyesinde kalmaya razı olmaz. Bu bilgiyi herhangi bir hafızanın kelimeleri, zihnin sınıflamaları, matematiğin formülleriyle akıl seviyesine yükseltir. Aksi halde onun gerçek bilgi olduğunu kabul edemez. Şu halde iki zıt yol neticede birleşmektedir. Eğitim öyle ise her iki yolda da aslında bir öğretim sistemi halini almaktadır. Şu veya bu şekilde çocuğun yetişmesinde temel olan öğretim ve öğretmendir. Çocuk kendi insiyatifini kullanmadan öğretmenin öğrettiklerini almakta yahut doğrudan doğruya kendi yaratış gücü ile ve öğretmenin hazırladığı zemin üzerinde pratikten teoriye doğru yükselerek öğretimi meydana getirmektedir. Bu iki şekil pedagoji kitaplarının gösterdiği kadar birbirine aykırı değildir. Hiçbir öğretmen modern şartlar altında öğrencinin insiyatifini elinden alarak soyut bilgiyi öğrencinin kafasına yerleştirmemektedir. Böyle bir işlemde öğrencinin kendi kafasında bu bilgiyi yoğurma gücünü kullanması şarttır. Bir fizik laboratuvarında, bir tabiat dersinde olduğu kadar, bir matematik probleminin çözülmesinde de öğrencinin bu işleme katılması onu kendi çabası ile yeniden meydana getirmesi gerekir. Aksi halde anlama dediğimiz süreç meydana gelememektedir. Descartes’den hatta Rönesans’tan bugüne kadar akılcı denen eğitimin yaptığı şey budur.” (s. s.33-34)

            Hilmi Ziya Ülken’e göre bunun aksi de doğrudur: Bahçede, kırda, sokakta veya laboratuarda çiçeği yetiştirirken, arkadaşlarıyla oynarken, ağaçları budar veya toprağı kazarken, aletleri kullanırken, yurttaşlık ve toplum bilgisine, ahlak kurallarına, fizik kanunlarına doğru yükselmesi de aynı öğrenme, anlama sürecinin meydana gelmesinden başka bir şey değildir. Şu farkla ki, ikincisinde öğretmen öğrenme ve anlama işine daha az karışmakta, öğrenmenin tamamlanmasında bütün zihni güçlerini kullanmasına daha çok imkân tanımaktadır, fakat öğretmenin bu işleme karışmasının az veya çok olması sorunun mahiyetini değiştirmemektedir.” (s.34)

            Hilmi Ziya Ülken özellikle eğitimde birinci tip öğretmenin, din eğitiminde ise ikinci tip öğretmenin daha başarılı olacağı düşüncesini taşımaktadır. Sözkonusu kırda, bahçede, sokakta da eğitimin temelleri Fichte’ye kadar eskilere dayanmaktadır. 19. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan kır eğitimi yurdu akımı bu düşüncenin temellerini teşkil eder. Bu akım entelektüalizme bir tepki olarak ortaya çıkmış, tabiatla bağlılık içerisinde hayatın yenileşmesini hedef edinmişti. Kır eğitimi yurtları, gençliğin yapısına uygun birer cemaat yuvaları olmak ve gençliğe uygun düşen birer hayat üslubu geliştirmek istemektedir. (s.34 - 35) Dolayısıyla bilgi kazandırma işi ikinci plana itilip, buna karşılık karakter şekillendirme anlamında olmak üzere eğitim, ön plana geçirilmektedir. Zaten bu eğitim yurtlarının temel amacı yeni tipten gençler yetiştirip reform yapmaktı.

            EĞİTİMDE YEREL VE EVRENSEL UNSURLAR

            Hilmi Ziya Ülken’e göre eğitim sisteminin bir diğer özelliği de sistemin insani ve milli öğeleri birleştirmesidir. Eğitim hem insanlık tarihinin tecrübelerinden faydalanmalı hem de içinde doğup büyüdüğü kültüründen güç almalıdır. Her eğitim kişiler arası ilişkileri geliştirdiği için sosyal, fakat her kişinin özel vasıflarını geliştirdiği için bireyseldir. Başka deyişle toplumsuz birey ve bireysiz toplum düşünülemez. Eğitim aynı zamanda hem kişilerarası ilişkilerin, yani toplum ve kültür hayatının, hem de kişiye ait doğuştan özel vasıfların gelişmesi demektir.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat