Tarihi sosyolojik bakış açısı

  • GİRİŞ17.05.2022 09:48
  • GÜNCELLEME18.05.2022 09:29

Bir toplum için tarih, yolu ve yolculuğu, sosyoloji ise yürüyen yolcuyu; tarihin sosyoloji için son derece verimli bir kaynak teşkil ettiği ve nihayet tarihsiz bir sosyolojinin hatta sosyolojisiz bir tarihin imkansızlığına işaret eden çok çeşitli görüşler ile karşılaştım bu güne kadar.

Tarih ve sosyoloji ilişkisinin, farklı yöntemlere ve amaçlara sahip oldukları için problemli olduğu düşüncesine katılmıyorum. Tarihçi ve sosyolog yaklaşımları ne kadar farklı olursa olsun, sosyal olgular üzerinde çalışırlarken, veriye, yani düşüncelerinin nesnesi olan topluma ilişkin olgulara tabidirler.

Tarihçi, nedenleri teoriye dayandırmak zorunda değildir, görüntülerin-olguların incelenmesi ve nedenlerinin saptanması yeterlidir. Sosyolog ise bunları saptadıktan sonra teori üretmek/ teoriye dayanmak zorundadır; dolayısıyla belli bir yaklaşımın genel ilkeleri ve önermeleri ya da bir paradigmanın, bir teorinin kavramsal çerçevesi içindeki yerini göstermek zorundadır ki aksi halde yalnızca tarih yapmış olacaktır.

‘Klasik sosyologlar’ olarak tanımlanan Durkheim, Marx ve Weber’in tarihe ciddi yönelimlerinden bahsedilebilir. Çünkü onlar sosyoloji ile tarihin yakınlaşması gerektiğini açık bir dille ifade ettiler; “gerek tarihçilerin ve gerek sosyologların hedefi, tarihsel veriye sosyolog gibi bakmayı bilen tarihçiler ile tarihçilerin tekniklerini bilen sosyologların yetiştirilmesi olmalıdır” diyerek tarih- sosyoloji ilişkisini tüm açıklığıyla vurguladılar.

Türkiye’de sosyolojinin; Ziya Gökalp’ten H. Z. Ülken’e, Şerif Mardin’den Erol Güngör’e kadar önemli sosyologları, ‘tartışmasız en önemli kaynak’  gördüklerinden sık sık tarihe yönelmişlerdir.

Kısaca Sezai Karakoç da, medeniyet tezinin iki temel dayanağı olduğunu belirtir: tarihi ve sosyolojik bakış açıları. Bu nedenle Sezai Karakoç, tarih ile sosyolojinin birbirinden ayrılamaz olduğuna işaret etmekte ve sosyal düşüncede yöntem olarak tarihi sosyolojiyi kullanmaktadır. Bu yazıda tarihi sosyolojik metodu kısaca anlatmak ve birkaç hususa değinmek istiyorum..

 

TOPLUM, TARİHİ VE SOSYOLOJİ 

Kısaca tarih ile sosyolojinin farklı yönlerden farklı yollarla aynı amaca doğru yönelmekte olduğu söylenebilir. Bir anlamda sosyoloji, bugünün tarihidir, tarih de geçmişin sosyolojisi; geçmiş, nasıl bugünü anlama imkanı veriyorsa bugün de geçmişi sorgulama imkanı sağlar… Tarihe yönelme ‘toplumsal’ amaçlardan soyutlanarak anlaşılamaz ve hiçbir toplumsal olgu, kendisini meydana getiren sosyal içeriğinden sıyrılarak soyut bir biçimde incelenemez.

Baykan Sezer – Doğan Ergun çizgisi, elbette ‘tarihsiz bir sosyoloji’ ve ‘sosyolojisiz bir tarih’ beyhudedir, diye özetlenebilir. Sosyoloji ile tarih arasında bir ayrım yapmak geçersizdir; çünkü temelde tarih ile sosyoloji arasında bir bütünlük bulunmaktadır ve bu bütünlük aynı uğraşın birbirini tamamlar iki ayrı yanı olmasından öteye, sosyoloji ve tarihin aynı uğraştan başka bir şey olmamalarından kaynaklanmaktadır.

Her toplumsal olgu, aynı zamanda tarihsel bir olgudur; her tarihsel olgu da toplumsal bir olgu olarak değerlendirilmelidir.

FELSEFEDEKİ TARİH VE SOSYOLOJİ  

Kadim dünyada sosyal – siyasal düşünce tarihi, felsefenin içinde ve onunla beraber tanımlanmaktaydı. Tarih ve genel olarak sosyal bilimlerin, özelde ise sosyolojinin/sosyal felsefenin ayrılmazlığı on dokuzuncu yüzyıla kadar devam etmiştir.

Henüz keskin bir disiplinleşme/uzmanlaşma söz konusu olmadığı için, tarih ve felsefe diğer bilim alanlarıyla her zaman iç içe bir konum sergilemiş ve Avrupa merkezli modern – pozitivist bilim anlayışının yerleşmesi ile birlikte ise tarih ve sosyolojinin de içinde bulunduğu bilimler sınıflaması yeniden yapılandırılmıştır.

Türkiye’de özellikle son dönemde canlanan tarih ilgisinin sorunsuz olduğunu söylemek epeyce güçtür.

Medyayı istila etmiş, dizi filimlere dönüştürülmüş,bastırılanın ya da hayaletlerin geri dönüşü bağlamında ele alınan, malumatfuruş, bütünlük hedefinden ve sistematikten yoksun bir tarihe yönelme de “tarihi sosyoloji” olarak kabul edilemez.

TARİHİ SOSYOLOJİK PERSPEKTİF

Tarihi bakış açısı, yeni bir yapı inşa ederken ya da sosyal yapıyı araştırırken ve açıklarken, bugüne kadar yaşanmış olan insanlık deneyiminin bir bütün olarak dikkate alınmasıdır.

Belgeciliğe dayalı klasik tarih felsefesi, insanlık macerasını çok geç dönemlerden başlatmaktadır. Belge öncesi tarih, varsayımlara, mitolojilere veya mitoloji haline gelmiş teolojik bir takım söylencelere havale edilir. Oysa yazılı tarihte yer almasa da, belgeli tarih öncesi diyebileceğimiz bu dönemlerin insan ruhu üzerindeki etkileri hep güncel kalmıştır. Bütün büyük edebiyat ve sanat eserleri henüz belgelenemeyen o büyük insanlık macerasının sırrını çözmeye uğraşırlar.

Diriliş görüşü, tarih üzerine vahyin ışığını düşürerek yepyeni bir tarih tezi ortaya koyar. Sezai Karakoç, yeryüzündeki bütün medeniyetlerin temelde, peygamberlerin getirdiği vahdaniyet esasına dayandığını belirtir.

Dinler tarihinin içinde yer alan bu medeniyetlerden bazıları zaman içinde değişime uğramış, vahdaniyet özünü kaybederek çok tanrılı bir görünüm kazanmışlardır. Klasik tarih yaklaşımı bu medeniyetlerin sadece son dönemlerini belgeleyebildiği için onların geçmişinin de tümüyle çok tanrılı bir anlayışa sahip olduğunu varsaymaktadır.

Sezai Karakoç, Hakikat Medeniyeti teziyle, medeniyet oluşumunu Hz. Adem'e ve peygamberler silsilesine bağlayarak insanlık tarihindeki bu boşluğu doldurmaktadır. İnsanlık peygamberlerin getirdiği bilgi ve bilgeliklerle sürekli bir gelişim göstermiş, Son Peygamberle birlikte bu oluşum kemal noktasına ulaşmış ve insanlığın yeni bir peygambere ihtiyacı kalmamıştır Bu anlamda Yitik Cennet, peygamberlerin, medeniyet ruhuna katkıları konusunda destansı bir anlatımdır.

Sosyolojik perspektif hem medeniyet oluşumunun kendi içindeki hem de medeniyetlerin birbirleriyle ilişkilerindeki insani durumları kavramamıza imkân sağlar. İbni Haldun'un Mukaddime'sinde çok etkileyici örneklerini gördüğümüz bu yaklaşım, insani oluşumların; geçmiş zaman birikimleri, coğrafi koşullar, insan tabiatı, ilişki kurulan toplulukların nitelikleri gibi birçok unsurun etkisine açık olduğunu öğretir. Doktrinal bakış açısıyla bir araya getirilmesi zor farklı nitelikteki medeniyet açılımları bu yaklaşımla hayatın akışı içindeki doğal yerini alır. Sınırı aşmayan farklılıklar hayatın zenginliğidir.

İSLAM MEDENİYETİ TEZİ

Sosyolojik perspektifin ışık tuttuğu bir başka alan, medeniyetlerin, toplumların ve devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin niteliğidir. Medeniyetler ve onların organizasyonu niteliğindeki devletler zaman içinde farklı formlarla ortaya çıkabilirler. Örneğin Rusya'nın geçtiğimiz yüz yıl içinde yaşadığı köklü rejim değişiklikleri gibi. İdeolojik görünümü ne olursa olsun, görünürdeki bu rejim değişikliklerinin hiçbirisi Rusya'nın Orta Asya ve Avrupa'da yayılma emellerini ortadan kaldırmamıştır. Aynı durum, Amerika, Çin, Hindistan, Japonya ve Avrupa Birliği için de geçerlidir. Bu nedenle Sezai Karakoç analizlerinde devlet ile rejimi birbirinden ayırmaya özen gösterir. Rejimler, devletlerin hayatında koşullara göre oluşmuş geçici bir durumu temsil eder.

Bu tabloda, tarihin işleyişinden bihaber görünen İslam ülkeleridir. Büyük bölümü, Osmanlı Devletinin dağılması ile bir devlet olarak çıkmış ve İkinci Dünya Harbinden sonra bağımsızlığına kavuşmuş bu ülkeler için tarih algısı adeta kendi kuruluşlarıyla başlamış gibidir.

Sezai Karakoç, 1966'da yayımlanan İslamın Dirilişi ve sonraki yıllarda yayımlanan başka kitaplarında, İslam ülkeleri ve Afrika için gelecekte bağımsız kalmanın tek koşulunun birleşmek olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Geldiğimiz noktada, fiili işgallerin başlamasına rağmen İslam ülkelerinde birleşme yönünde hala ciddi hareketler başlamış değildir. Tam bu aşamada, İslam Medeniyeti tezi ve bu tezin içerdiği devlet, millet, ülke kavramlarının açtığı yeni pencere, gelecekte varkalmanın tek koşulu olarak ortada durmaktadır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat