Bir ırmağın çocukları

  • GİRİŞ02.07.2022 09:44
  • GÜNCELLEME06.07.2022 09:28

Rahmetli üstadımız Necap Fazıl Kısakürek, Sakarya Türküsü’ndeki ‘Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir / Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir / Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat / Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!’ dizeleriyle ilk karşılaştığım günden beri akış ve ırmak üzerine düşünürüm. En az kırk yıldır Seyhan’ın çocuğu olarak akışı anlamaya çalışırım: ‘Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, / Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!’

SEYHAN’IN ÇOCUKLARI

Ortasından ırmak akan şehirler bambaşkadır; sayıları da  azdır.

Akdeniz’e kıyısı olan şehirlerden Adana’da doğup büyüdüm. Bahçesinde portakal ağaçları olan  evlerin bulunduğu bir mahalledir Sümer Mahallesi; burada geçti çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım.

Seyhan ırmağı mahallemizin hemen arkasından geçmekteydi. Seyhan ırmağının iki kenarında da bağlar, içinde portakal, mandalina, limon, greyfut ağacı bulunan bahçeler vardı.

İşte o Seyhan ırmağı ve çevresindeki bahçeler, eminim ki  içinde yaşayan çocuklar için yuva oldu; okul oldu; bir hayat okulu.

Sümer mahallesinde çocukların günleri, okuldan sonra, özellikle yaz aylarında ırmak kenarında ve portakal bahçelerinde geçerdi. Orada doğayı, tarihi, toplumu ve insanı keşfederdik..

Çocukluğumun önemli bölümü Seyhan’ın kıyısında geçti. Irmak çocuklarıydık biz.. Lise yıllarında Seyhan’ın çocukları diye tanımlamaya başladım Sümer mahallesinin çocuklarını ve gençlerini. Hayatın bazı sırlarını erkenden Seyhan sayesinde keşfediyorduk.

Necap Fazıl Kısakürek’in Sakarya Türküsü’nü Seyhan’ın çocuklarından biri olarak hissettim, kavradım ve algıladım.

YEŞİL PORTAKALI KOPARMAMAK

Çocukluğumun ana problemi, yeşil ve ham karpuzları, portakalları koparıp koparmamak meselesiydi.

Portakalları güneşte pişip sarmaya bırakmazdı çocuklar. Yeşil ve hamken koparırlardı, yiyemeyeceklerini bile bile.

Üzümleri, korukken; elmaları ve erikleri de yeşil ve hamken yemeyi severlerdi.. O sulu, ekşi, biraz da acı tadın büyüsünü damaklarında hisseder, bir çocuk mutluluğunu derinlemesine yaşarlardı.

Büyüklerimiz ham meyvenin koparılmaması gerektiğini söylerdi. Köyde ham karpuz kopardım birkaç kez; büyük, yeşil karpuz ham çıkabiliyır. Görünüşü çok kırmızı ve tatlı bir karpuz olduğu izlenimi veriyor, kesiyorsunuz,  içi bembeyaz, yani ham çıkıyor.

Karpuz için büyümek, yetişmek anlamına gelmez. O görünüşte büyümüş karpuz, kesince, ‘kabak’ derdik, bembeyaz çıkabilir.

Karpuzu yoklamanın bir yolu yordamı var: İşaret parmağını baş parmağa takıp gerecek, sonra da şiddetle karpuza çarpacaktık; bu tıklamaya verdiği sesten karpuzun ham mı olgun mu olduğunu anlaya çalışırdık.  

Bir çocuk, kendini tutmasını bilecek, bir meyveyi hamken koparıp yemeyecek, sabredecek, olgunlaşıp lezzetinin doruğuna ulaşınca koparılacaktı. Bu bir sabır ve şükür eğitimiydi, irade eğitimi.

Portakal bahçeleri, Seyhan’ın çocuklarına sabır ve şükür değerlerinin öğretildiği okuldu..

IRMAK KENARINDA ŞİİR OKUMAK

O ırmak kenarındaki portakal bahçelerinde sanat ve edebiyatla gençliğimizin serüvenci ruhları özgürleşirdi.. İnsana ve dünyaya sanat ve edebiyat penceresinden bakmak, gençliğimizde, 1970’li, 1980’li yıllarda en büyük çabamızdı..

Erkenden keşfettiğimiz şairlerden birisi Süleyman Çelebi ise diğeri Yunus Emre ya da Karacaoğlan’dı.. Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’u bir ırmağın kenarında okudum bahar ve yaz aylarında. Bu şairler biz gençleri tıpkı ırmak gibi, Seyhan ırmağı gibi uzaklara, ölüm ötesine, maveraya götürüyorlardı.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin kahramanı örnek bir kişilik, Allah’ın razı olduğu şekilde yaşayan, insanlığa kıayamete kadar usve-i hasene olan Hz.Peygamber sallahu aleyhi vesellem idi. Bu yüzden severdik Mevlid’i. Mevlidhanları dinlerken kendimizden geçer, defalarca dinlememize rağmen ilk kez dinliyormuş gibi ürperirdik. Hayatın ve insanların güzel ve iyiliğe dönük yönlerini çok iyi gösteriyordu rahmet peygamberi Hz.Muhammed’in hayatı, sallahu aleyhi vesellem. Çünkü tabiat, tarih ve hayat,  Allah’ın rahman ve rahim sıfatlarının tecelligahıydı. 

Yunus Emre Seyhan’ın çocuklarının özel olarak ilgilendiği şairlerindendi yine. Yunus, hayatı bir imtihan olarak değerlendiriyordu. Yaşamak, bir zar atışı değildi ki tesadüfen iyi gelirse şanslısın çoğu zaman, bazen bu da yetmez.. Yaşamak, doğru ile yanlış, iyi ile kötü, güzel ile çirkin arasında bir seçim yapmaktı, karar vermekti:

"Derviş gönülsüz gerektir,

Söğene dilsiz gerektir
Döğene elsiz gerektir,

Halka beraber gerekmez.

 

Bilirdik ki ‘esas olan, söz değil, eylem’dir denilemezdi. Düşünce, duygu ve davranış bir bütündür insan hayatında. Seçeneklerin oluşması ve karar vermek, elenen seçenekler,  seçilen kararın uygulaması, kötü kararlar ve kararın niteliği gibi pek çok aşama vardır karar sürecinde..  İnsan, sadece eylemlerinin toplamı değil; seçenek oluşturma, karar verme, kararın uygulaması, kararın niteliğini fark etme, kararı değerlendirme ve tövbe ederek, helalleşerek gereğini yapma gibi uzun bir süreçte gösterdiği çabaydı.

SEYHAN IRMAĞININ ANLATTIĞI HİKAYELER

Orada, o sıcak yaz günlerinde, o Seyhan ırmağın yanı başındaki bahçede, başı rüzgarlı portakal ağaçlarının altında, bir yazarı, bir kitabı keşfettik. Hem okuyor, hem de okuduğumuz kitapları aramızda tartışıyorduk.. 

Irmağın sesine de kulak veriyorduk arada bir. Çünkü anlattığı bizim hikayemizdi. Seyhan ırmağı bize o sakin şırıltılı sesiyle şöyle derdi: Hayatta kazanmak ve kaybetmeyi öğrenmek lazım. Çünkü kazanma umudu ve kaybetme kaygısı şekillendirir insan hayatını. İyilik yapıp ırmağa atmayı ve denize göndermeyi öğrenmeli insan. Beklentileri ölüm öncesinde azaltıp ölüm ötesinde çoğaltarak, kısaca ahiret yatırımı yapmak için küçük mutluluklarla yaşamayı keşfetmeli..

Seyhan ırmağı bütün hikayeleri biliyordu ve bize de anlatıyordu. O her gün yeniden kaynağından doğuyor, sularını yeniliyor ve bize yeni hikayeler getiriyordu.. Bazen de kimi hikayelerin kitaplarda olmadığını, ancak yaşanarak öğrenebileceğini söylüyordu.

Çocukların ve gençlerin o büyük dostu, Seyhan ırmağı, bazen günlerce sessizliğe bürünüyor, uzaklara akıyor ama hiç konuşmuyordu. Irmak günlerce sustuğu zaman anlardık ki sessizliği ile de bir şeyler söylüyordu bizlere. Bir ırmaktan susmayı, dinlemeyi ve anlamayı öğreniyorduk.

Seyhan ırmağı bizim kendi yolumuzu tek başımıza çizmemizi de istiyordu, tıpkı kendisi gibi; kendi yolunda, tek başına uzaklara aktığı gibi..

Biz ırmak çocuklarıydık, Seyhan’ın çocukları! Seyhan ırmağının anlattıkları, tarihti aynı zamanda, ortak hikayelerimizdi..

Seyhan ırmağı, hala hatıralarımızda ve rüyalarımda uzaklara doğru akmayı sürdürüyor.. Dünyanın bütün ırmakları, anlattıkları hikayelerle insan yüreğinin tam ortasında ömür boyu akmayı sürdürürler ve bunu hak ederler. Irmaklar, masumiyet çağına bağlıyor insanları ve hayatın kaynağına.. O gizli portakal bahçelerine.  

Yorumlar2

  • Halil Kurt 3 yıl önce Şikayet Et
    Biz de biraz doğuda Ceyhan Irmağının kenarında benzer duyguları yaşayarak büyüdük.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Veli 3 yıl önce Şikayet Et
    Elinize sağlık, yüreğimize dokunan bir yazı
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat