İyilik, özgürlük ve adalet nedir?

.

  • GİRİŞ13.08.2022 09:59
  • GÜNCELLEME15.08.2022 09:23

Tarihsel olarak ahlak felsefesi daima  “iyi insan”; siyaset felsefesi de daima “iyi toplum”arayışı içinde olmuştur. İyi insanın ya da toplumun doğası, niteliği ve varoluş koşulları felsefe tarihinde sürekli tartışıla gelmektedir. Adalet, hukuk, sosyal düzen (medeniyet) kavramları mülkiyet ve özgürlük kavramlarıyla beraber düşünüldüğünde siyaset teorisinin ana teması ortaya çıkmaktadır.  Siyaset felsefelerinin temel konuları, birey, toplum ve devlet arasındaki düzen, kaos ve ütopya kavramlarıyla ifade edilen ilişkileri oluşturmaktadır. Sosyal düzen ve adalet arasında kurulan zorunlu ilişkinin daha iyi kavranabilmesi için ahlak, hukuk, iyilik, kötülük, özgürlük ve adalet kavramlarını kuramsal olarak olarak açıklamak gerekmektedir. Adalet, otorite ve sosyal düzen fikri bir arada değerlendirildiğinde, adaletin içeriği ve uygulaması medeniyet (sosyal düşünce, sosyal düzen) anlayışına göre oluşmaktadır. Bu bakımdan adalet, hem psikolojik / ahlaki hem de sosyal bir içeriğe sahiptir; sosyal düzen ve özgürlük anlayışına göre anlam kazanmaktadır.

Platon’dan günümüze kadar uzanan iyi ya da doğru insan ya da toplum arayışı, içkin ya da açık olarak “insan doğası” meselesiyle ilgilenmiş ve bu temel meseleyi, ister normatif olsun ister deneysel, sosyal bilimlerin ve özel olarak siyaset felsefesinin temel dinamiği olarak değerlendirmiştir.  Sokrates ve onun takipçisi olan Platona göre, birey kendi “bilincinde” belli bir düzen sağlamadığı sürece, bir başka ifadeyle belli bir düzen düşüncesi oluşturmadığı sürece, toplumsal ilişkilerde adalet prensibine uygun bir düzen oluşturmak mümkün olmayacaktır. Zira adalet ideal olarak öncelikle bilinçte tesis edilmesi gereken bir ölçü ya da düzen olarak değerlendirmiştir.

Adalet, varoluş koşulu olarak bireyde başlasa bile, reel olarak bireyler arası ilişkilerde ortaya çıkmaktadır ve bu ilişki biçimi epistemolojik bağlamda açıklanabilmektedir. Çünkü adalet asıl olarak “ölçü” ve “düzen”e tekabül etmekte ve daha çok karşılıklı ilişkilerde somutlaşmaktadır. Bu bakımdan bir adalet kuramı, ideal olarak uyum ve iş birliğini esas alarak kaos ve çatışmayı dışarıda bırakacak şekilde, kuramsal çerçevesini varlık tasavvuru üzerine kurmaktadır. Buradaki uyum-kaos veya iş birliği-çatışma karşıtlığı üzerinden oluşturulan her kuram, zorunlu olarak sözkonusu çelişki veya ikilemleri aşmak ve buna bağlı olarak oluşturacağı kuramın somut temellerini oluşturmak durumunda kalacaktır. Adalet ile sosyal düzen arasında var olan ilişkileri anlamak ve yeni kuramsal yaklaşımlar oluşturmak, doğal olarak siyasal ve sosyal araştırmaları değer ve olgu ikilemine sürüklemektedir.

Adaletin ne olduğu ve adaleti gerçekleştirmek üzere ortaya çıkan hukuk kavramının dayandığı temelin nasıl anlaşılması gerektiğine dair kuramsal değerlendirmeler, doğal olarak sosyal düzen, siyasal rejim ve özgürlük anlayışının genel çerçevesini oluşturmaktadır. Birey, toplum ve devlet çatışmadan uyuma, kaostan düzene geçebilmek için üst otoriteye ihtiyaç duyar. Din, ilahi irade; dindarlık, itaatle ilahi iradeyi kişisel irade haline getirme; hilafet yönetimiyle de ilahi iradeyi kollektif irade haline getirme olduğundan İslam, toplum denilen hareket birliğinde güvenli ilişkiyi teklif etmektedir. Tarih boyunca vahiy temelli sosyal sistem olarak hakikat medeniyetinde, örnek insan olarak peygamberler, sıddikler ve salihler iyi insan; ümmetleri adaletli toplum ve kurdukları devlet de barış gücü olagelmiştir. Allah yasa koyucu olunca, kuralların yazılı olup olmaması önemini yitirir. Çünkü iyilik ve adalet, Allah’ı yüceltmek haline gelmiştir.

Sosyal düzen, insan doğası, iyilik, kötülük, adalet ve özgürlük gibi insanı ve toplumu bir bütünün parçası olarak değerlendiren kavramsal yaklaşımlardan ortaya çıkan felsefi sistemleri, çok genel olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bireyi esas ontolojik varlık olarak ele alan liberal yaklaşımlar ile toplumu siyasal varlığın temeline oturtan sosyalist yaklaşımlar, bu iki kategorinin iki ana unsurudur. Nitekim adalet teorisinden hareketle sosyal düzen anlayışı ortaya çıkacaktır ve bu düzen içinde özgürlüğün mahiyeti belirlenmiş olacaktır. Bu değerlendirmeler ışığında sosyal düzenin ne olduğuna dair ortaya çıkan kuramsal yaklaşımlar, liberal ve sosyalist şeklinde iki ayrı kategoride değerlendirilebilir. İyi bir toplumun sahip olması gereken zorunlu koşulları tespit eden fakat bu koşulları sınırlı ve zorlayıcı olmayacak şekilde kayıt altına alan liberal bakış açısıyla, iyi bir toplum için daha kapsayıcı, bağlayıcı ve bu yönüyle yeterli koşulları vaaz eden sosyalist yaklaşımlar bu ayrımın temelini oluşturmaktadır. Devleti toplumla özdeşleştiren ve esas ontolojik varlık olarak devleti, sivil asker bürokrasiyi  ele alan faşist yaklaşımı burada göz ardı etmiyorum ama değerlendirmeye katmıyorum. Ayrıca liberal veya sosyalist bir adalet teorisinin, iddia ettikleri “iyi” sonuçları sağladıkları hususunda şüpheci olmak ve hangi koşullarda “iyi” sonuçların ortaya çıkabileceğini sorgulamak zorunludur.

İnsanı doğuştan iyi gören liberal yaklaşım, özgürlük kavramını öncelerken, Hıristiyanlıktan devraldığı kötü gören sosyalist yaklaşım partizanlığı, örgüt/parti sorumluluğunu esas almaktadır. Benzer şekilde liberal yaklaşım toplumsal ilişkilerde gönüllüğü, daha doğrusu keyfiliği esas alıp, toplumsal farklılık ve değişim dinamiği üzerinden dağılmaya ve kaosa varan açık toplum öngörüsüyle hareket etmesine rağmen; sosyalist yaklaşım sınır koyucu, zorlayıcı ve otoriter bir düzen öngörmesi bakımından kaçınılmaz olarak baskıcı kapalı toplum idealinin zeminini oluşturmaktadır.

Liberal kuram, klasik liberalizm bağlamında adalet kavramını birey ve devlet veyahut sivil toplum ve siyasal toplum ilişkisi içinde ele almaktadır. Klasik liberalizmin adalet teorisi, bu bakımdan, devletin sınırlarını tayin etmek, devlet iradesini sınırlamak ve rızayı esas alan bireyler arasındaki etkileşime karşıt “zor kullanma” durumunun meşru sınırlarını çizmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla özgürlüğü esas alan bir siyaset teorisi “iyi” toplumun değil, “adil” toplumun doğasını araştırmalıdır. Zira özgürlüğün korunması, barış ve güvenliğin sağlanmasını temin eden sosyal düzen mefhumu, adaletin gereklerini zorla uygulamayı öngörmektedir. Buna mukabil iyilik, hayırseverlik, dostluk, dayanışma gibi değer yargıları ya da toplumsal erdemler gönüllülük esasında ortaya çıkan ve dolayısıyla zorlamaya dayalı olmayan iyi bir toplumun önemli vasıflarıdır. İslamın önerdiği “Adil Toplum” en iyi toplum olmayabilir ama sosyal düzenin ya da toplumsal varlığın temelinde adalet yer alır. Şüphesiz adalet hukuki normların cebri uygulamasını gerektirdiği için, “iyi” toplumun kalitesini belirlemek bakımından yegâne kıstas değildir. İyi bir toplumda adaletin yanı sıra var olması gereken başka erdemler de mevcuttur. Medeniyet (dini, ahlaki, geleneksel ve iktisadi değerler) iyi bir toplumun niteliğini belirler. Bu yüzden aydınlık, açık ve özgür bir toplum için adaletin tesis edilebilmesi ve sürdürülebilmesi, asgari düzeyde siyasal otoriteyi gerekli kılmakla beraber, tarihsel şuur içinde ortaya çıkan ve rızaya dayalı olarak kabul gören ahlaki normlara da ihtiyaç duymaktadır.

Adaletin tesisi, sosyal düzenin oluşumu ve insan doğasına yönelik teorik değerlendirmeler, özgürlük konusundaki değerlendirmeleri zorunlu olarak içermektedir. İnsan çift kutupludur ve dünyaya sınava gelmiştir. Özgürlük, metafizik boyutu olan bir kavramdır; doğru yanlış, iyi kötü ve güzel çirkin ekseninde sınanan insan, hakikat medeniyetinde desteklenirken, cahiliye sistemlerinde sınav yok sayılarak kaosa itilmektedir. Bu yüzden özgürlük kavramını açıklamakta önemli zorluklar bulunmaktadır.

Zira özgürlük kavramının birçok bağlamı vardır. İrade özgürlüğü, iç özgürlük olarak ele alındığında, özgürlük kavramını metafizik göndermelerle açıklamak gerekmektedir. Ancak metafizik araştırmalar kapsamlı değerlendirmeler gerektirmektedir. Bu tartışmanın başka bir zeminde sürdürülmesi düşüncesinden hareketle, biz daha çok eylem özgürlüğünü esas alan ve dış özgürlük olarak nitelendirdiğimiz ahlaki ve politik bağlamın niteliğini tartışmayı tercih ettik.

Özgürlük kavramı, hukuk, devlet, iktidar, sosyal düzen, eşitlik ve sorumluluk gibi kavramların da değerlendirilmesini gerektirmektedir. Siyasî ya da ahlâkî olarak özgürlük, ‘kısıtlamadan muaf olma durumu’ olarak tanımlanabilir. Buna eylem özgürlüğü de denebilir. Bir failin tercihleri ya da eylemleri engellenmiyorsa, ahlâkî düzeyde özgürlükten söz etmek anlamlı olacaktır. Politik düzeyde ise birey ya da grupların sahip olduğu hareket serbestîsi ile siyasal iktidarın sınırlama yetkisi arasında bir bağlantı vardır. Yasal yetkilerin adilliği ve sosyal düzenin oluşturulması bakımından ortaya çıkacak eylem özgürlüğü ile onu kısıtlama arasındaki tenakuzun hangi ilkeyle izah edilebileceği temel sorundur.

Hukuk ve özgürlük birlikte ele alındığında, sosyal düzenin mahiyeti ve nasıl oluşmakta olduğu sorunu ortaya çıkar. Burada özgürlükle sosyal düzen ikilemine bir çözüm olarak, İslam hukukçuları  tarafından önerilen “emniyet  ilkesi” çözüm olma vasfını korumaktadır. Kuşkusuz “emniyet ilkesi” Batı liberalizminin “zarar ilkesi”nden çok daha iyidir. Bu noktada hukukun üstünlüğü ilkesi ve emniyet koşulu, özgürlüğün sınırlayıcı yegâne meşru durumudur.

Doğal hukuk, pozitif hukuk gibi beşeri hukuklar arasında yapılan kesin ayrım, “emniyet” prensibi ilkesinin uygulanmasıyla aşılabilir. Zira sosyal düzenin temelinde yatan özgürlük prensibi, bireysel hakların ana çerçevesini oluşturmaktadır. Hakikat medeniyetinde İslam hukuku hayat, mülkiyet ve ifade hürriyeti gibi belli somut hakların kullanımı, somut olarak “emniyet” koşuluyla, bir başka ifadeyle pozitif özgürlük yaklaşımıyla her türlü davranış serbestîsi gerektirmektedir. Bu bakımdan özgürlük pozitif olarak anlaşıldığında, özgürlüğü belirlemek ve dağıtmak için, üst bir otoriteyi ve metafiziği zorunlu kılmaktadır ve sosyal düzenin yasal gereklerine kurban edilme tehlikesi yaşanmamaktadır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat