Hakikat dil ve kimlik

  • GİRİŞ28.08.2022 14:47
  • GÜNCELLEME29.08.2022 09:25

İnsan, kendisinden önce kurulmuş ve kurumsallaşmış ilişkiler ağına doğumla dahil olmaktadır. Dolayısıyla insanın hayatı, toplumsal çevresiyle kurduğu sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik, tarihsel ve siyasal boyutları bulunan ilişkiler ağlarında geçer. Çevresindeki ilişkilere belli tür tepkiler ve davranışlarla katılan insanın bu çabaları hayat boyu devam eder; çevresindeki olup bitenlerden etkilenir ve olup bitenleri etkilemeye çalışır. Kısaca dünyaya gelen her insan, içine doğduğu fizik ve sosyal çevreye ancak kimliğiyle katılabilir ve bütünleşmeye çalışır; maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını sözkonusu çevreden karşılar. Kimliğini oluşturamayan kişi, dışarıda, cami kapısına bırakılan bebek gibi eşikte yaşar. Kimlik sahibi olmak için bir dine, devlete, millete, ana dile, kültüre ve medeniyete, bunları edinmek için de eğitim ve öğretime ihtiyaç duyar. Bu yazıda insanın fizik ve sosyal çevresiyle etkileşimi bağlamında dil ve kimlik olgularının hakikatle ilintisine yakından bakacağım..

HAKİKAT, ANLAM ARAYIŞI VE DİL  

İnsan dünyaya bir beden ve bir zihinle geliyor; zihin, bedenden hareketle çevresini anlamlandırmaya çalışıyor. İnsan, kim olduğunu, ne olduğunu, niçin bu zamanda, bu dünyada, bu coğrafyada, bu mekânda, bu kültürde bulunduğunu anlamak istiyor.

İnsan önce dışardan bakıyor kendine; evrenin içinde kendini görebilmek ve evrendeki yerini bilmek istiyor.  İnsan, zihninin (hayal gücü, hafıza, akıl ve irade sahibi) ve ölümlü olduğunun farkında. Donatılmış olduğu yeti ve yeteneklerle kendisiyle, insanlarla, Hakikat ile ilişki kurmak,  hayatta bir doğru yol, belli bir yön tutmak derdinde. İnsan, anlam arayışını dille gerçekleştirmektedir.

Zihin varoluşu dilin içinde fark ediyor; önce Yaratıcı ve yaratılanı, özneleri ve nesneleri belirliyor: Ben, sen, o diyor, biz, siz, onlar diyor. Allah diyor, nesnelerin adını öğreniyor. Benlik, diyor; toplum, devlet, düzen, ahlak, hukuk diyor; evren diyor dünya diyor. Akıl, kalp, nefis, irade diyor. Kelimeleri tek tek söylerken aslında her tanımlamayla kendini, insanı, kainatı biraz daha tanıyor. İnsan aidiyetten mensubiyete doğru dille yürüyor.

Her kavram,  birleştiriyor ve ayırıyor. İnsan, bitki, hayvan diyor. Canlı, cansız diyor.. Canlıyı cansızdan, insanı hayvandan ayırıyor. Canlı diyor, birçok kategori beliriyor. İnsan diyor, birçok kategori beliriyor.

Ayırma ve birleştirmeyle dil içinde farkındalıklar oluşturmaya devam ediyor. Nitelikleri belirliyor; doğru, yanlış diyor, doğulu, batılı, güneyli, kuzeyli diyor, iyi kötü, güzel çirkin diyor, sarı, kırmızı, mavi, siyah diyor. Konumlama yapıyor; aşağı yukarı diyor, sağ sol diyor, ileri geri diyor. Toplulukları tanımaya başlıyor. Budist, Hindu diyor, pagan diyor. Yahudi, Hıristiyan, Müslüman diyor. Ortodoks, Katolik, Protestan.. Sünni, Alevi diyor. Arap, Rus, İngiliz diyor.. Zaman, mekan ve insanlığı ayırdıkça ayırıyor.

Bunları yaparken, sahip olduğu dili keşfediyor aslında, kelimeleri boş şablonlar olmaktan çıkarıyor, içini dolduruyor ve aralarında ilişkiler kuruyor.  Bilinçlenmek böyle bir şey. Bilmek için, anlayabilmek için, tanıyabilmek için, kavrayabilmek için, iletişim kurabilmek için ana dilini iyi bilmek zorunda kişi; eğitim almak, okumak, sürekli kültürünü geliştirmek zorunda. Dil içinde olaylar var, insan durumları var;  açıklamak, tanıklık etmek, birleşmek, uyumluluk, ayrılık, yargılamak, kendini savunmak, itham etmek, kötülemek ve ötekileştirmek iç içe.. Dilin içinde bir dünya görüşü, varlık tasavvuru ve düzen düşüncesi var içkin olarak, her kelimenin içini dolduran ruh olarak.

TOPLUM, DİL VE KİMLİK

İnsanlar gruplar halinde dağılmış, kabileler, milletler, topluluklar oluşturmuş..  Yaratılış; tek renk, tek ses, tek şekil değil.. Yaratılış, deri renkleri ve diller şeklinde; yeryüzünün bütün renkleri, bütün sesleri ve zenginlikleri ile bir bütün: “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması, O'nun varlığının ayetlerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır.” (Rum Suresi; Ayet: 22) İslam, yaratılış hikmetini açıklıyor: “Tanışasınız diye!” Eş dost olasınız, birbirinize gelip gidesiniz; birbirinize varasınız, birbirinize eresiniz, birbirinizde kendinizi bulasınız diye.

Yaratılış, bir yandan ayırıyor, bir yandan birleştiriyor. Ayırmak, bazı durumda tehlikeli; bir felâket. Tarihin bütün büyük acıları ayrılmakla ve ayırmakla başlıyor. Farklılık ve ayrışma yabancılaşma, hakikati red etme ve düşmanlık boyutuna varabiliyor. Ayırma, hakikatten koparsa, adalet ve merhameti yok ederse, çatışmaya neden olursa,  kanlı olaylara yol açıyor. Topluluklardan başlıyor yeryüzündeki en son insanın kapısına varıp dayanıyor. Bireyden başlıyor dünya savaşına dönüşüyor. İnsan sadece ayırmıyor, birleştiriyor da. İnsan adı altında cümle âlem, mümin adı altında Allah’a yönelenler aynı vadide toplanmış görünüyor. Kısaca her ayrım (differens) bir birleştirme, her birleştirme (integration) bir ayrım.

İşte bu ayırma ve birleştirme seanslarında insanın kimliği oluşuyor. Kimlik, kişiyi hem ayırıyor, hem birleştiriyor. Kimlik, gönül yapıyor. Kimlik, başkasını davet ediyor. Biz zamirinin içinde başkasına da yer veriyor. İnsanlığa açılma yoludur, kimlik! Kimlikle kişi başkalarına katılıyor, başkaları da kimlikle ona geliyor, özdeşleşip ‘biz’i oluşturuyorlar. Kişi kimlikle kendini başkasından, başkasını kendinden ayırıyor ‘öteki’ oluşuyor; insan köprüleri kuruyor ya da atıyor kimlik sahibi olurken, dost ve düşman sahibi oluyor.

KİMLİK: BAĞLANMA, İLİŞKİ VE SAYGINLIK

Kimlik sorunu, yalnız sosyal, ekonomik ve politik bir mesele değil insan için. İnsanı kimlik sorunuyla karşı karşıya getiren yalnız entelektüel merak da değil. Kimlik meselesenin bir de varoluşsal boyutu var. Kimlik problemi, öncelikle bir varolma sorunu; kişinin kendini tanıma ve algılama sorunu. Kendi olarak var olma sorunu, ‘ben’, ‘kişilik’ olma sorunu aynı zamanda. Kişinin kendisiyle olabildiği ve kendisiyle görünebildiği bir sorun.

Neye tutunmalıyım, neye inanmalıyım, nasıl davranmalıyım, hangi olaylar karşısında nasıl bir tutum sergilemeliyim: yaşama ve düşünme tutumlarım neler olmalı? Kim olmalı, kime benzemeliyim? Havaya, suya, toprağa nasıl bir anlam vermeliyim? Bunlar da var, elbet. Kimlik, bir kelime değil artık bu noktada. Bir kelime, bir kavram, bir konu değil, bir hayat, bir varoluş; o anlama ve bilme yöntemi artık. Kimlik, perspektif, bakma ve görme tarzı, algılama ve anlama biçimi. Öğrenilmesi gereken bir bilgi değil, kuşanılması gereken bir ruh kimlik. Başarılması ve kazanılması gereken bir öznitelik. Üretilmesi gereken bir bilinç.

Kişi, kendi zamanını, kendi coğrafyasını, kendi kültürümü keşfediyor kimlikle; onlar ona verilmiş; bir müdahalesi söz konusu değil. İçinde bulunduğu topluma, kültüre katılması gerekiyor; bu da kimliğimle alakalı bir işlem. Toplumun dili, kültürü, değerleri onu  çevreliyor. Bütün sayılan bu verilerden hareketle ve onlarla birlikte, insanın kurduğu, inşa ettiği bir şey var: varoluşu, özü, kimliği. Bilmek için, anlamak için bir şey olması, bir nitelik ortaya koyması gerekir; aksi halde şeffaf bir varlık haline geliri.. Bu durumda ne kendisiyle, ne çevresiyle, ne varlıkla ilişki kurabilir.

İnsan hep kendi zamanımın ufku içindedir. Varoluşu bu daire içinde, daha fazla değil. Kimliği “olmak”la alakalı. İnsanın alevi köze dönüşmeli. Hayatının öznesi olabilmeli. Taşı, toprağı, hayatı, suyu yoğurabilmeli. Kimlik olabilmek için zaman olabilmeli, coğrafya olabilmeli, tarih olabilmeli, özne olabilmeli. İnsanın derdi, “olmak”la, “olabilmek”le.

Burada dilin hakikatine değinmek gerekir: Dil, Allah’ın kelam sıfatının tecellisidir; kelam sıfatıyla beraber ilim, irade, semi, basar ve habir sıfatlarının dolayımsız ve diğer sıfatlarının dolayımlı tecelli ettiği bir varoluş alanı. Kelam sıfatı, el Hadi sıfatı ve er Rahim sıfatı birlikte tecelli ediyor; vahiyle birlikte resuller, nebiler, alimler, sıddikler ve salihler gönderiliyor insana iletişim kurması için.

Dil, bir ucunda alıcı olarak peygamberin olduğu Allah’ın vahiy kanalı; aynı zamanda peygamberlerin ve müminlerin kulluk geri bildiriminde  bulundukları bir iletişim kanalı. Dil, ilahi emir ve yasakların bildirildiği ve insanın Hakikat’e bağlanışını, kopuşunu, boyun eğişini, baş kaldırışını, anlam arayışını gerçekleştirdiği, sınav yeri olan  bir iletişim kanalı..  

Hakikate bağlanarak sağladığı özgürlüğü, ‘olmak’ fiilinin damarlarında sıcak kan gibi dolaşıyor; bir özsu, bir hayat suyu gibi yürüyor kuru, kupkuru dallara. Kimliğine bakıyor: ‘Saat kaç olmuş, neredeyim ben, ne haldeyim? Kimliğine göre kendini anlıyor, kimliğine göre kendini ölçüyor, kimliğine göre kendini konumlandırıyor. Bu sayede evren içindeki yerini, varlıklar içindeki anlamını, nesneler içindeki durumumu algılayabiliyor: ‘Evet bir insanım ben’, ‘bir müminin ben’, ‘bir Müslümanım ben’ diyebiliyor. Müslüman kimliğinin içini doldurmak için daha iyi bir insan olması gerekiyor, bütün alt kimlikler ona göre içerik ve yönelim kazanıyor.

Kimliği, giderek insanın kişiliği oluyor, insanlığı oluyor. Hayat felsefesi oluyor kimlik. Dünya görüşü oluyor, varolma tarzı oluyor kimlik, tarihi ve geleneği oluyor. Kimlik, aile terbiyesi oluyor; ahlakı ve değeri oluyor. Kimlik, bakma, görme ve algılama tarzı oluyor; ağıtları ve türküleri oluyor, şiirleri, hikayeleri ve romanları oluyor, tiyatro oyunu ve sinema filmi oluyor; kimlik, sanat eseri oluyor.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat