Siyasal kimlik sinema dili ilişkisi: Nazif Tunç ile Sinan Çetin’in sinema dilleri

  • GİRİŞ06.09.2022 09:02
  • GÜNCELLEME07.09.2022 09:38

Bu yazıda, Nazif Tunç’un senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı Karınca filmi ile Sinan Çetin’in senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı Propaganda filminin karşılaştırmasını yaparak siyasal kimliklerinin sinema dilini nasıl etkilediğini belirlemeye çalışacağım..

Her sanatçının bir dünya görüşü, varlık tasavvuru ve nizam fikri vardır. Dünya görüşü, kainat, hayat ve insana anlam verme çabasıdır: Yaratılış mı evrim mi? Müslüman kimliğiyle Nazif Tunç, Mevlana ve Yunus Emre’nin temsil ettiği Anadolu irfanına ve İslami duyarlılığa sahip Müslüman kimliği taşıyan bir sanatçıdır. Batıcı liberal kimliğiyle Sinen Çetin, materyalist, seküler düşünce ve modern duyarlığa sahip bir sanatçı.

Kimliğin sosyal, ekonomik ve siyasal boyutları, bileşenleri ve her birinin içerikleri, kişinin yaptığı işi de şekillendirir. Bu bağlamda liberal sinemacının siyasal kimliği, yaptığı filmin içeriğini de dilini de belirler. Müslüman sinemacıysanız, sinema dilinizi de elbette Müslüman kimliği ve tevhit doktrini belirleyecektir.

Güzelliğin dışavurum biçimi olarak tanımlanan sanatın dallarından biri olan sinema sanatı, imgeler arası ilişkiler, imge-söz ilişkileri olarak; sinema sanatçısı da, imgeler arası ilişkilerden oluşan güzelliği dışa vuran kişi olarak tanımlanagelmiştir.

İSLAM VE LİBERALİZM FARKI

Müslümanlıkta inanç toplumu olan İslam milleti, ahlak ve hukuk kurallarıyla kendini denetler; devlet, milletin teşkilatlı hali ve ortak iradesidir; adaleti esas alan fert, toplum ve devlet, ilay-i kelimetullah idealiyle hareket eder.. Müslümanlıkta birey de toplum da devlet de ilahi emre girerek Allah’ın iradesini şahsi irade haline getirir; yine ilahi irade, İslam devletinde ümmetin iradesi haline gelir.. Yasa koyucu Allah’tır ve insana düşen boyun eğmektir.

Seküler bir siyasi doktrin olan liberalizm ise, bireyci bir düşüncedir; kendi doğruları, istekleri ve seçimleri paralelinde davranabilme hakkına sahip, Tanrı karşısında serbest birey anlayışını esas alan ve temelinde sınırlı ve sorumlu bir kategorik devlet zihniyeti yatan felsefi birikimdir. Anarşizmden farklı olarak devlete değil, ideolojik anlamda devletçiliğe karşı olan liberalizmde kişilere, ne devlet ve toplum adına, ne de diğer bireyler tarafından bir takım genel geçer doğruların dayatılması kabul edilebilir. Liberalizm bu yapısıyla, “milleti ve milletin fertlerini devlete feda etmez ve müdafaa etmeye koyulur, buna karşılık devleti sokak ihtilalinin karşısında üstün tutar” şeklinde bir toplum-devlet görüşü vardır.

İslam, toplumun ortak iradesi olan devleti ve devlet yönetimini sorumlu tutar. Müslümanlar, otoriteyle ilişki bağlamında devletle güvenli ilişki içindedir. Liberalizm, bireyi koruyayım derken devleti acizleştirir; birey değerli, devlet değersiz algısı vardır, devleti bireyin hizmetine verir; liberalizmde otoriteyle ilişki bağlamında insanlar devletle güvensiz ilişki içindedir.

Bu iki doktrin, kendi sanat anlayışlarını da belirlemiştir. İslam dini, sanatı, tevhit doktrininin estetik kimlik kazanması olarak açıklar. Liberal sanat ise sanatçının özgürce kendini ifade etmesidir.

Sanatın temelini yaşam felsefesi oluşturmaktadır. Sanatçı toplumsal olaylar karşısında soyutlamalarıyla (bilgi, düşünce ve sezgileriyle) anladıklarını sanat eserinin içinde yeniden ortaya koyar. Buna İslam sanatında ‘yaratışı öykünme’ ve liberal sanatta da  ‘yaratım’ adı verilmektedir.

Sanatçı eserini ortaya çıkarırken ya gerçekliğin bir yansımasını sunar ya da gerçekliği tamamen dışlar. İşte sanatçının şahit olduğu, inandığı ya da reddettiği gerçeklik onun üslubunun işaretidir..

SİNAN ÇETİN’İN SİNEMASINDA LİBERAL ÖĞELER

Sinan Çetin’in oldukça net ve kendi içinde tutarlı bir felsefesi var: Liberalizm. Liberal değerler ise, bireysel varoluş, sınırlı devlet, özgürlükler ve bürokrasi eleştirisidir. Çetin, filmlerinde “dogma ve insan hayatına karşı duran otoriteye karşı çıkıyorum” demiştir.

Propaganda filminde modern bireysel varoluşunun yanında, liberalizmin diğer boyutuna, sınırlı devlete vurgu yapmış ve toplumun üstünde, ‘aşkın bir varlık olarak kurgulanmış’ devlet anlayışı eleştirmiştir. Propaganda filminde Sinan Çetin’in sinemasının olmazsa olmazlarından olan ve liberal siyasi doktrinin öngördüğü sınırlı devlet, bireysel varoluş ve iş gören ceberrut bürokrasi motifleri işlenmiştir.

1999 yılında gösterime giren Propaganda filminin özeti şöyle: “Yıl 1948. Doğup büyüdüğü sınır kasabası Hisli Hisar'a Gümrük Muhafaza Müdürü olarak atanan Mehdi'nin, kasabanın ortasına sınır telleri çektirmesiyle birlikte, çocukluk arkadaşı ve can dostu sıhhiyeci Rahim ile ilişkisi bozulur. Bu arada Mehdi'nin oğlu Adem ile Rahim'in kızı Filiz arasındaki tutkulu aşk, aralarından geçen sınır çizgisi nedeniyle iyice imkansızlaşır. Kısacası; Propaganda, arkadaşlıkla, bürokrasi arasında çelişkinin anlatıldığı bir film.” Propaganda’da devletle ve bürokrasi ile hesaplaşma bulunmaktadır.

Aşkın devletin kendi gibi aşkın temsilcisi Mehdi, sınırlı devletin simgesi olan tel örgüleri de beraberinde getirmiştir. Artık sınırlar çizilmiştir ve karşı tarafa geçmek filmde “pasaportla” simgelenen bürokrasiye bağlı olmuştur. Tam burada artık bireylerin varlığı da silinmiştir. Gerek halkın gerekse bürokrasiyi temsil eden memurların zihniyetinde, devlet kutsal, yanlış yapması mümkün olmayan, yemez, uyumaz, içmez, rahmani yetiyle tanrısal kimliğe bürünmüş, metafizik bir öğedir. Devlet, her şeyden yüce, yanlış yapmaz, tanrısal bir varlık..  (Milliyet, Gazete Pazar, 1999) Tüm bu liberal öğeler, Sinan Çetin sinemasının arkasında yatan temel felsefenin liberalizm olduğunu ortaya koymaktadır.

NAZİF TUNÇ’UN SİNEMASINDA ERDEMLER

Nazif Tunç, filmin adını, Kur'an-ı Kerim'de karınca anlamına gelen "Neml Suresi"nden aldığını açıkladı: "Kur'an-ı Kerim'in Neml Suresi’nin 17. ve 18. ayetlerinde, ülkesine, memleketine karşı bir tehlike karşısında, kendi yurttaşlarını, ülkesini uyaran bir karıncadan bahsedilir. Bizim filmimizde de 'Şemsi' karakteri, namusuyla, ahlakıyla, memleket, millet ve devletine olan sevgisiyle Kur'an-ı Kerim'de bize emsal ve örnek olarak gösterilen karıncaya benziyor." (Anadolu Ajansı, 1.7.2021)  Karınca’da devlet hayatın merkezine konulan aşkın bir varlık değil, devletçilik yapılmıyor. Tam aksine devlet, can, mal ve nesil güvenliğini sağlamaktan, dolayısıyla terörün başını alıp gitmesinden sorumlu tutuluyor, eleştiriliyor. İslam’da devlet, millet ve birey, Allah’ın hukuku karşısında eşit..

Karınca filminde, Sadi Şirazi’nin Bostan’ında anlattığı İmam Şibli’nin menkıbesinden ilham alınmış. Menkıbeye göre İmam Şibli yanlışlıkla yuvasından ayırdığı karıncaları geri yuvalarına bırakmak ve ailelerine kavuşturmak için günlerce yol yürümüştür. Nazif Tunç "Bir karıncanın bile incinmesinden korkma inceliği öteden beri bizde var. Filmin karıncası bir genç kız." diyor.

Nazif Tunç, 2021 yılında gösterime giren Karınca filminin Anadolu insanının feraset, hikmet  ve duruşu olduğunu vurgulayarak, iyilik niyetiyle yaptığı yardımın kötü sonuçlara yol açacağını öğrenen bir kamyon şöförünün, hatasını telafi etmek için giriştiği ölümüne mücadelenin hikayesi olduğunu söylüyor. Filmin ilk kısmı, sükunet içinde, çünkü Anadolu'da geçiyor. Anadolu insanının, daha çok kameranın önünde olduğu anları yansıtıyor. Orada sakinlik, teslimiyet, sükunet ve güven var. Anadolu irfanına ait ne kadar güzel duygu varsa, filmin birinci kısmında görüyoruz. Ama filmin ikinci kısmı büyük şehirde geçiyor. Büyük şehir, zamanımız insanına sürekli birtakım tacizlerin yapıldığı bir yerdir. Metropol insanı, toprak insanı kadar sükunet içinde olmayabilir. İkinci kısım bir hengameye, kaosa ve girdaba düşmüş olan insanların oradan kurtulma çabaları.

Karınca filminin hikâyesinde Şemsi, bir zamanlar sol örgütlerden birinin lideriyken daha sonra işkenceleriyle mahut 12 Eylül cezaevlerinden birinde kendisini muhasebeye çekip maneviyata yönelmiş. Uzun yol şoförü Şemsi, dağ yolunda önüne çıkan Fidan adındaki genç kızı İstanbul'a getirir ancak kızın canlı bomba eylemlerinde kullanılmak üzere terör örgütü tarafından ayartıldığını öğrenir. Fidan'ı İstanbul'a getirmekte sorumluluğu olduğunu düşünen Şemsi, Fidan'ı bulmak, terör örgütünün elinden kurtarmak, yuvasına teslim etmek ve vicdanını rahatlatmak için her türlü kefareti ödemeye hazırdır.

Bu topraklarda terör kök salıp hedeflerine ulaşamıyorsa, bunda insanımızdaki sarsılmaz güvenin,  iyi niyetin, kardeşlik duygusunun, affediciliğin, fedakarlığın, sevgi ve saygının payı büyüktür. Karınca, bir yanıyla kemal arayışı, sorumluluk duygusunu ve yanlışı düzeltmeyi kapsayacak boyutta öz eleştiri filmi öbür yanıyla da teröre karşı hakkaniyet duygusuyla geliştirilen sosyal ve siyasal eleştiri filmi.

Filmde Müslüman kimlik, sinema diline yansımıştır. Şemsi’nin namaz tahtası, ezan sesleri, iyilik yapıp denize atma davranışı, hatadan dönme, sorumluluk duyma, heybet, dürüstlük, sevgi, güvenirlik, fedakarlık, doğru konuşma, helalleşme çabası gibi pek çok erdem Nazif Tunç sinemasının öğeleridir. 

Nazif Tunç, Haber 7 için yaptığım söyleşide, terör örgütleri tarafından evlatları dağa kaçırıldığı, eylemde kullanıldığı için acılı, feryat eden ya da edemeyen binlerce aile olduğunu hatırlatıp Karınca filmini çekme kararı aldığında, Halit Karaata ile  senaryosunu yazarken ve setleri kurup filmi çekerken henüz Diyarbakır Anneleri’nin Türkiye gündeminde olmadığını anlattı bana.  Nazif Tunç, Karınca filmi, "30 yıldır çocuklarını teröre kurban veren ailelerin, Diyarbakır Anneleri’nin acısını beyaz perdeye taşıdı." demişti.   

Nazif Tunç’un Müslüman kimliği ve Sinan Çetin’in liberal kimliği sinema dillerini belirlemektedir. Nazif Tunç’un sinema dilinde, birey, toplum ve devletle inancın sağladığı ilahi hukukla güvenli ilişki içindedir. Sinan Çetin’in sinema dilinde saldırgan birey, toplum, devlet ve bürokrasi karşısında küstahlık boyutunda olduğundan güvensiz ilişki içindedir. Nazif Tunç’un sinema diline yansıyan Müslüman kimlik erdemlilikken; Sinan Çetin’in sinema diline yansıyan liberal kimlik materyalizm ve pragmatizm parlayan bir rezillik, bir kemik kavgasıdır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat