Mevlüt Kandili: Peygamber sevgisi, ehl-i sünnet olmak ve ümmete hizmet
- GİRİŞ07.10.2022 09:38
- GÜNCELLEME10.10.2022 09:34
Sevgili peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa sallahu aleyhi ve sellemin dünyaya teşrifi dolayısıyla hicri rebiülevvel ayının 12'nci günü idrak edilen Mevlit Kandili, İslam toplumlarında peygamber sevgisinin kültürel hayata yansıması olarak asırlardır kutlanıyor.
Bu yazıda Hz.Peygamber sallahu aleyhi ve sellem efendimize sevginin üç boyutunu, zatına, sünnet-i seniyyesine ve ümmetine sevgi boyutlarını anlatacağım.
PEYGAMBER SEVGİSİ SALAVAT GETİRMEKTİR
Miladi 571 yılıydı. İnsanlık cahiliyenin karanlığında haksızlık, zulüm ve ümitsizliğin son sınırına dayanmıştı. Merhamet ve adalet duygusu körelmiş, erdem ve hikmet kaybolmuştu. İnsanlar gücü yeten yetene bir dünyada, büyük kitleler halinde, baskı altında yaşıyordu. İnsanlar, hak ve hakikate, adalet, emniyet ve merhamete hasretti. Yoldan çıkan insanlık, ilahî rahmete muhtaçtı. İşte böyle bir anda, Allah Teâlâ engin merhametinin bir tecellisi olarak, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlara sorumluluk ve kulluk görevlerini hatırlatan son peygamberini, Hz. Muhammed Mustafa sallahu aleyhi vesellemi lütfetti. Ve şöyle buyurdu: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Suresi; Ayet: 107.)
İnsanlığın kültür dünyasında en büyük diriliş Peygamberimiz sallahu aleyhi vesellemin gelişiyle gerçekleşti. O geldi, karanlıklar aydınlandı, cahiliye dönemi, asr-ı saadet oldu. O geldi, zulüm ve sömürü, emniyet ve adalete dönüştü. Güçsüzler, yeniden insan olma saygınlığını kazandı. Yetimlerin, öksüzlerin ve kimsesizlerin yüzü güldü. Diri diri toprağa gömülen kız çocukları hayat buldu. O geldi, evler, sokaklar, şehirler güvene kavuştu ve huzur doldu. İlim ve hikmet, emniyet, şefkat ve merhamet, adalet ve hakkaniyet dünyanın dört bir köşesine yayıldı.
Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hazretlerinin adı anıldığında, duyan her Müslüman’ın salavat getirmesi ihmal edilmez bir görevi, unutulmaz bir vefa borcu, en önemli sevgi tezahürüdür. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle teslim olup ona selâm verin." (Ahzab, 33/56)
Peygambere Allah’ın salât etmesi, rahmet etmek; meleklerin ve bizim salât etmemiz de onun için rahmet duası etmek anlamına gelir. Onun rahmete erişmesi ise, ümmeti olarak bizim rahmete erişmemiz demektir. Çünkü hayatı boyunca görüldüğü gibi, onun bütün kaygısı ümmetinden ibarettir. Bir gece sabaha kadar ümmeti için Rabbine yakardıktan sonra Allahu teala ona Cebrail ile “Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz.” (Müslim, İman: 346. şeklinde haber göndermiştir. İsra Suresi 79. âyette de ona “Makam-ı Mahmud, Övülmüş Makam” adıyla şefaat makamının verileceği müjdelenmiştir ki, bu durum, bizi Allah’ın Resulü ile çok yakın ve sıcak bir ilişki içinde bulunmaya davet etmektedir. İşte salâvat, onunla bizim aramızda bu sıcak ilişkiyi kuran, devam ettiren ve pekiştiren en önemli bir vasıtadır.
O’nun irşadıyla var oluş hikmetini anlayan ve kulluk görevini öğrenen her Müslüman’ın üzerine bu salavatın ömründe bir keresi farz, sonrakileri vacip, tekrarlarda ise sünnet olduğu bildirilmiş, salavatın terki ise şefaatten mahrumiyete sebeptir, denmiştir.
İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hatta bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedi hayatını kurtarmaya vesile olan Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem de elbette bir minnettarlık, bir gönül borcu duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle salavat getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nail olacaktır.
Anlaşılan odur ki, getirilen salat–ü selamdan hem Rabbimiz, hem de melekleri razı olmakta, ayrıca melekler salavat getirenlere de dua etmekteler. Bir hadis-i şerifte “Kabrimi bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm edin. Çünkü nerede olsanız salât ve selâmınız bana ulaşır.” (Ebû Davud, Menâsik: 97.) buyrulmaktadır.
Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin adını duyunca salavat getirenler meleklerin hayır duasını alır, getirmeyenler ise bedduasına maruz kalırlar. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem de, adını duyduğu halde salavat getirmeyen vefasız ümmetine kırılmakta, bunu da “Burnu sürtülsün!” sitemiyle dile getirmektedir.
Hz. Peygambere (s.a.s.) en kısa şekilde, “Allahümme salli alâ Muhammed” veya “Sallallahü aleyhi ve sellem” ya da “Allahümme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve bârik ve sellim” diye salât-u selam getirilir. Salât-ü selam getirmek için belirli bir vakit ve sayı yoktur.
PEYGAMBER SEVGİSİ EHL-İ SÜNNET OLMAKTIR
İnsanoğlunun tarih boyunca dini tahrifi, özellikle Tanrı, peygamber, ahiret günü ve kitaba ilişkin inanç, düşünce, duygu ve davranışlarının bozulmasıyla gerçekleşiyor.
Mevlit Kandili, kültürümüzde, milletimizin, dinin esaslarından biri olan peygamberlik müessesesini gündemine alması ve Peygamberlere İman inanç esasına yoğunlaşması, bilincini peygamber hakikatine açma çabasının bir göstergesidir; Mevlit Kandili, aynı zamanda Hz.Peygamber sallahu aleyhi ve sellem efendimize iman ve sevgi tezahürü olarak da önemli bir kültür unsuru.
Tarihin atomları, peygamberler, sahabeleri ve onların yolunda giden alimlerdir. Allahu teala her millata peygamber göndermiş; tebliğ ettikleri kitabıyla da İradesini beyan etmiştir. İlahi İrade olan kutsal kitaplar ve peygamberlerin yolu, insana tarihin yasalarını öğretmiştir. İslam dini ve peygamberleri, tarih boyunca Allahın emrine girerek ve tam anlamıyla teslim olarak İlahi İrade’yi kişisel ve ortak irade, milli irade haline getirme imkan ve seçeneğini ortaya koymuştur.
Yüce Rabbimiz bir ayet-i kerimede son peygamberine dair şu hakikati açıklıyor: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb Suresi, Ayet: 45, 46.)
Sevgili Peygamberimiz sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” Bu tanım, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’i açıklamaktadır.
PEYGAMBER SEVGİSİ ÜMMETE HİZMETTİR
Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ümmetine şefkat ve merhameti, bir annenin evlâdına düşkünlüğünden kat kat fazla idi. Nitekim âyet-i kerîmede bu hakîkat şöyle beyan edilmektedir: “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe Suresi; Ayet: 128)
Sevgili Peygamberimiz sallahu aleyhi ve sellem ümmetine sevgisini şöyle açıklıyor: “Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak hesaba çekileceksiniz!.. Haberiniz olsun ki ben, önceden gidip Havuz’un başında sizi bekleyeceğim! Diğer ümmetlere karşı, sizin çokluğunuzla sevineceğim. Sakın (günah işleyerek) yüzümü kara çıkartmayın!” (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn-i Mâce, Menâsik, 76, 84; Ahmed, V, 30)
İşte ümmetine bu kadar müşfik ve merhametli bir Peygamber’e ümmet olabilmek, büyük bir bahtiyarlıktır. Âhirette O’nun Havz-ı Kevser’inden içebilmek, Hamd Sancağı altında toplanabilmek, O’nun hüsn-i şehâdetine ve şefaatine mazhar olabilmek için, O’nu canımızdan çok sevmemiz îcâb eder.
Yine “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” hadîs-i şerîfi muktezâsınca, gerçek mânâda seven birine, sevdiği kimsenin husûsiyetleri sirâyet eder. Bizler de Efendimiz’i seviyorsak, O’nun hasletlerini ne kadar taşıyoruz? O’nunla ne kadar hâl beraberliği, amel beraberliği, ahlâk beraberliği, hissiyat ve fikriyat beraberliği, velhâsıl istikâmet beraberliği içindeyiz?
Efendimiz’in ümmetine duyduğu yüksek şefkat ve merhamete mukâbil, bizler O’nun ümmetinin dertleriyle ne kadar dertlenebiliyoruz? Bugün küfür milleti karşısında dağınık ve güçsüz düşen ümmetinin kurtuluşu için çalışıyor muyuz?
Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmaktadır: “Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir duâ yoktur: ‘Allâh’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!” (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Hakikat şu: Ümmet-i Muhammed’e karşı ne kadar müşfik ve merhametli isek, Efendimiz’i de o kadar seviyoruz demektir.
Yorumlar1