Sinema Görsel Bir Felsefe Olabilir mi?

.

  • GİRİŞ20.12.2022 10:14
  • GÜNCELLEME21.12.2022 14:57

Bir problem olarak sinema ile felsefe arasındaki ilişki alttan alta bütün sinema tarihini kuşatır. Başlangıcından itibaren sinemaya ilişkin son derece incelikli felsefi sorular irdelenmiştir.

Sinema felsefe ilişkisi bağlamında ele alınan ilk problem, gerçeklik ile gerçekliğin yeniden üretimi arasındaki ilişki desem başım ağrımaz. Sinemanın bilişsel potansiyeli, soyut fikirlerin temsil edilebilirliği; kolektif imgeler dağarcığının seyirlik niteliği; filmin duygu, davranış ve deneyimleri tanımaya getirdiği katkı.

Sinemanın başlangıcından itibaren sinema felsefe ilişkisi tartışmasında ele alınan konulardan biri de sinemanın temelde anlatısal mı yoksa belgesel mi sorusu çevresindeki tartışma. Kurgunu  sinemada tuttuğu yeri de dahil edince tartışma iyice alevlenmez mi?

BELGESEL SİNEMA

Sanırım felsefi bir sinema yapmaya yönelik yaklaşımın belgesel film üzerine çalışmalardan yola çıkmasına pek de itiraz edilemez.

Mimetik (yansımacı) sinemanın anlatısal sinemaya herhangi bir üstünlüğü olduğunu öne sürmeden de, şu tespit kaçınılmaz görünüyor: Felsefe deneyimini sinemayla birleştirmek isteyen kişinin karşılaştığı sorunların, belgesel (tarihsel, antropolojik, sosyolojik, arkeolojik, psikanalitik, vb.) sinemanın karşılaştığı sorunlarla belli bir bağı vardır.

Belgeseli tanımlamak güç olsa da, felsefi sinema hiç olmazsa şu yönüyle belgeselin amacını yerine getirir: Kendinden önceki ya da kendinden bağımsız bir şeyin, sinemanınkilerden farklı bilişsel araçlarla yaklaşılabilecek bir şeyin varlığına tanıklık etme.

FELSEFE VE SİNEMA

Buna karşılık, felsefeden yola çıkarak sinemaya yenilikçi bir bakışla yaklaşan geniş bakış açılı tartışmacı kişinin soruları farklıdır:

Gerçekten felsefi bir film yapmak mümkün müdür? Yani salt didaktik, nasihat verici ya da propagandacı olmayan, kendisi görece özerk bir felsefe eseri oluşturan bir film yapılabilir mi?

Felsefe deneyimi, yalnızca dil aracılığıyla eklemlendirilen bir şey midir yoksa dil ile imgeler, sesler, eylemler, yerler dünyası arasında karşılıklı bağlar oluşturmak mümkün müdür?

Dilsel düşüncenin yanı sıra bir görsel, sessel, törensel, uzamsal düşünce var mıdır?

Yoksa “kelimeleler [...] imgelerin sahip olmadığı bir anlama mı sahiptirler”?

Sinema, yazıyı, görmeyi, işitmeyi, olay ve uzamsalhğı içerip koordine edecek bütünsel bir felsefi eser yapabilir mi?

Bu sorular, biri felsefi öteki sinemaya ait iki problamatiğin örtüşmesinden kaynaklanmasalar, gereksiz olurlardı. Bir yandan felsefe giderek daha çok sinemanın yöntemlerini andıran betimleyici yöntemler kullanmaktadır. Diğer yandan da sinema giderek daha çok felsefenin yöntemlerini andıran kavramsal yöntemler kullanmaktadır.

Hiç şüphe yok ki sinemanın kendisi en düşünsel ve bilinçli tezahürlerinde imgenin özerkliği üzerine kuşkular ortaya koyar ve gündelik dilden farklı bir konumu olan bir dilin müdahalesini teşvik eder. Örneğin Wim Wenders’in Lizbon Hikâyesi (1994) filminin konusu, imgenin yetersizliği deneyimidir.

Sinema problemlerini felsefenin aydınlığında çözme yoluna girmiş bile.. Neden felsefe de sinemayı kapıda karşılamasın. Sinema da özde bir özne nesne ilişkisi değil mi?

Hakikat medeniyetinde varoluş ve sanat bir mesajsa sinema da o mesajı neden yüklenmesin? Yöntem sorunu aşılamaz mı? Sinemanın hangi boyutuna yüklenilirse felsefe haline gelir? İnsanın anlam arayışında sinema neden felsefenin yoldaşı olmasın?

Sinema tarihini bir imge kütüphanesi olarak okumak neden mümkün olmasın?

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat