Mekke’nin fethinin sosyal ve siyasal boyutu

  • GİRİŞ07.01.2023 09:49
  • GÜNCELLEME09.01.2023 09:37

Eyüpsultan Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü’nün Sertarikzade’deki İrfan Sohbetleri etkinliğinde, T.C. Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcısı ve Eski İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz Hoca’nın "Mekke'nin Fethi" konulu (5 Ocak 2023) söyleşisini dinleme fırsatı buldum.

Sözlerine ‘Fetih, bir Kur’ân kavramıdır.’ diye başlayan Hasan Kamil Hoca, ilmi bir titizlikle Mekke'nin fethi sürecini anlatırken pek çok ayrıntıyı tablo haline getirdi; düşündüm, duygulandım.  

MEKKENİN FETHİ

Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında başlayan mücadele Medine’ye hicretten sonra iki şehrin çekişmesine dönüştü. Mekke-Medine mücadelesi, Mekke kervanlarının ekonomik baskı altına alınmasıyla başladı.

İki şehrin ilk büyük çatışması olan Bedir Gazvesi’nde uğradıkları mağlûbiyet Mekke müşriklerinin yarımada içerisindeki otoritelerinin sarsılmasına yol açtı. Ardından Uhud’da sağladıkları üstünlük Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellemin Medine’deki nüfuzunu kırmalarına yetmeyince bir sonuç vermedi. Sürekli güç kaybeden Mekkeliler, Medine’ye karşı son hamlelerini Hendek Gazvesi’nde ortaya koydular. Ancak bundan da bir netice elde edemediklerinden daha sonra kendilerinde Medine’ye yönelik herhangi bir harekete geçecek gücü bulamadılar.

Umre için Mekke’ye gelen Hz. Peygamber sallahu aleyhi vesellem ve ashabının şehre girişlerini engelleseler de Hudeybiye Antlaşması (6/628) ile Medine’de kurulan İslam Devleti’ni tanımak zorunda kaldılar.

Medîneli Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında yapılan Hudeybiye Anlaşması’na göre barışın süresi on yıl idi. Ancak müşrikler, her geçen gün İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bunun içindir ki, yavaş yavaş barış anlaşması maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Zaman geçtikçe de anlaşmaya karşı saygısızlık ve cür’etlerini iyice artırdılar.

Hudeybiye Antlaşması ile, Benî Bekir b. Abdümenât ve Huzâa arasında Câhiliye döneminden beri süregelen kan davasının ortadan kaldırılmasına rağmen Kureyş’in desteğini alan Benî Bekir, Huzâa’ya gece baskını düzenleyerek kabilenin reisi Kâ‘b b. Amr ile bazı Huzâalılar’ı öldürdü. Bunun üzerine Huzâa kabilesi Medine’ye bir heyet gönderdi.

Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem, Kureyşliler’e bir mektup yollayarak Benî Bekir’le ittifaktan vazgeçmelerini veya öldürülen Huzâalılar’ın diyetini ödemelerini istedi. Aksi takdirde Hudeybiye Antlaşması ihlâl edilmiş olacağından kendileriyle savaşacağını bildirdi. Kureyşliler, diyet ödemeyi ve Benî Bekir ile dostluktan vazgeçmeyi reddetmekle birlikte Hudeybiye Antlaşması’nı yenilemek üzere reisleri Ebû Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler. Ancak Ebû Süfyân Medine’deki girişimlerinden olumlu bir sonuç alamadı.

Mekke’ye yürümeye karar veren Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem, kan dökmemek ve düşmanı hazırlıksız yakalamak için gideceği yeri gizli tutarak sefer hazırlıklarına başladı; Müslüman kabilelere haber gönderip Medine’de toplanmalarını istedi. Ordusunun gerçek gücünü saklamak amacıyla bazı kabilelerin yol boyunca orduya katılmasını emretti (Ya‘kūbî, II, 58). Medine’den çıkış yasaklandı ve Medine-Mekke arasındaki önemli geçitlere nöbetçiler yerleştirilerek Mekke’ye gidişe izin verilmedi.

Hz.Peygamber sallahu aleyhi ve sellem  1 Ocak 630’da 10 bin kişilik bir ordu ile Medine’den yola çıktı. Bu sefer büyük gizlilik içinde yapıldı. 11 Ocak 630’da (Hicri 8, Ramazan 20) ordusunu 4 kola ayırdı ve ordusuna şu emri verdi: “Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz.”

Hz.Peygamber sallahu aleyhi ve sellem hareket emri verdi ve Fetih Suresi’ni okuyarak Mekke’ye girdi. 3 kol herhangi bir direnişle karşılaşmazken Halid bin Velid’in komutasındaki 4. kol, İkrime bin Ebu Cehil önderliğindeki küçük bir saldırıyı geri püskürttü. Hz. Muhammed (a.s.), Mekke’ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan’a bildirdiği şekilde, kimseye dokunulmayacağını ilan etti.  

Sekiz yıl önce iki deve ve üç kişi ile Mekke’den mahzun bir şekilde ayrılan Hz.Peygamber sallahu aleyhi ve sellem, o gün Allâh’ın lutfu ile 10 bin kişilik muazzam ve muhteşem bir kuvvetle mübârek beldeye giriyordu. O gün yurdundan çıka­rılmış mazlum bir birey, bugün yurdunu fetheden muzaffer bir fâtihti. Fakat O, bununla aslâ gurûra kapılmayarak devesinin boynu üzerinde secde eder bir vaziyette, yâni bu nîmeti lutfeden Allâh’a şü­kür hâlinde Mekke’ye giriyordu. Başını Allâh Teâlâ’ya karşı tevâzû ile o derece eğmişti ki, sakalının uçları neredeyse devenin semerine değmekteydi. O esnâda devamlı olarak: «Ey Allâh’ım! Hayat, ancak âhiret hayâtıdır!» diyordu.

Ardından içerisinde 360 put bulunan Kâbe’ye yöneldi. “De ki ‘Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (İsra Suresi, Ayet: 81.) âyetini okuyarak putları birer birer devirdi. Daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kâbe’yi tavaf etti. Fetihten hemen sonra Peygamber sallahu aleyhi ve sellem Kâbe’de ilk hutbesini verdi.

Mekke, Hudeybiye’nin bir müjdesi olarak, af, sulh, emniyet ve hidâyetin içiçe olduğu rûhânî bir fetihle asıl sâhiplerine, yeni kuşak Müslüman çocuklarına kucağını açıyordu.. Bin bir ıztırap, zulüm ve meşakkatlerle dolu Mekke hasreti de artık sona ermekteydi. Yılların hüznü mutluluğa dönüşüyordu. Fetih gibi büyük nimetin şükrü olarak, târihin en büyük affı sergi­lenecekti. Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem Mekke halkına “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu. Kureyşliler:“Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, ke­rem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem “Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi: «…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” bu­yurdu. Bir diğer hitâbında da “Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın, Kureyşlileri İslâmiyet’le güçlendire­ceği, üstünlük bahşedeceği bir gündür.” buyurdu.

Allâh Resûlü sallahu aleyhi ve sellem Fetih Hutbelerini îrâd buyurduktan sonra Kâbe’den çıktı. “Osman nerede?” diye sordu. Osman bin Talha ayağa kalktı. Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem “Allâh, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allâh, size böylece ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allâh, işiten (ve) görendir.” (Nisâ Suresi, Ayet: 58) âyetini okuduktan sonra“Ey Ebû Talha oğulları! Allâh Teâlâ’nın emânetini, sürekli sizde kalmak ve dürüst hareket etmek üzere alınız! Onu, zâlim olmadıkça hiç kimse elinizden alamaz! Bugün, iyilik ve ahde vefâ günüdür.” buyurdu.

Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem tarafından Mekkeliler’e verilen eman ve ilân edilen genel af aynı zamanda barış antlaşmasıydı. Kâbe’nin tâzim göreceği ve yüceltileceği gün olarak açıklanan fetih gününde bu antlaşmaya dayanılarak Mekke evleri ve arazisi savaşan gaziler arasında dağıtılmayıp sahiplerinde bırakılmış, hatta muhacirlerin evleri bile onları yurtlarından çıkaranların elinde kaldı.

Hz. Peygamber sallahu aleyhi ve sellem Mekke’de kaldığı sürede Hacûn’da kurulan çadırda ikamet etti. Kendisine evinde kalması teklif edilince Medine’ye hicretinden sonra, henüz Müslüman olmayan amcasının oğlu Akīl b. Ebû Tâlib’in evini satmış olduğuna işaret ederek, “Akīl bize ev mi bıraktı?” diye serzenişte bulundu ve şehrin fâtihi olmasına rağmen evini geri almayı düşünmedi.

Hicretten sonra Mekke ile Medine arasında başlayan düşmanlık sona ermiş, Hicaz’da İslâm’ın üstünlüğü tesis edilmişti. Nasr sûresine ad olan “nasr” (yardım) kelimesinin bütün Araplar’a üstün gelmeye, aynı sûredeki “feth” kelimesinin de Mekke’nin fethine işaret ettiği ileri sürülmüştür. Feth kelimesinin “açmak” şeklindeki anlamından hareketle İbn Abbas Mekke’nin fethine “fethu’l-fütûh” adını vermiştir. Çünkü buradaki fetih sadece düşman elindeki bir şehrin alınmasından ibaret olmayıp Mescid-i Harâm’ın kontrolü ve Kâbe’nin fethi anlamına da gelmekte, aynı zamanda kalplerin Allah’ın dinine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışını ifade etmektedir. Bu sebeple Mekke’nin fethedilmesi İslâm fetihlerinin başlangıcı kabul edilmiştir (Elmalılı, c.IX, s.6236-6237).

Mekke’nin fethiyle İslam Devleti’nin karşısındaki en büyük güç ortadan kalktı ve büyük itibar kazandırdı. Arap Yarımadası’nda İslam hızla yayılma imkânı buldu.

FETHİN SOSYAL VE SİYASİ BOYUTU

14 asır sonra, bugünden Mekke’nin Fethi’ne bakınca, ders alınacak pek çok husus bulunmaktadır. Kısaca Mekke’nin fethinin sosyal ve siyasi boyutuna da değinmek gerekir.

Mekke, 22 yılda Kur’an mucizesi bir değişim geçirdi. Mekke’nin İslam şehri haline gelmesi, öncelikle  kültür ve medeniyet değişimi geçirmesiyle, bir toplumu yeni istikamete girmesiyle gerçekleşti. Hz.Peygamber sallahu aleyhi ve sellem, Mekkelilerin değişimine liderlik etti; Mekke’nin bir kuşakta dünya görüşü, varlık tasavvuru, düzen fikri ve değerleri sancılı bir şekilde de olsa değişirken, büyük çalkantılar geçirdi, iç çatışmalar yaşadı. İslam dinindeki vatanı sahiplenme, ümmet / millet sevgisi tamamen Allah için olunca iş rahmet alanında çözüldüğünden hızlanıyor, kolaylaşıyor; bu apaçık görülüyor.

Şehrin din değişimi, kültürel değişimi, peygamber varisi lider yetiştirme ve onun çevresinde oluşacak kadronun hizmetiyle mümkün hale gelir. Mekke’nin fethi, bir sosyal değişim modeli olarak bugüne şu mesajı veriyor: Sadece Müslüman kadrolar, ibadet zihniyeti ve ciddiyeti ile büyük fedakarlıklarla, canhıraş bir şekilde verecekleri hizmetle, cahiliyeye, gücü yeten yetene yaşamaya, zulme son verebilirler. Şehri yeniden yapılandırmak kolay, hızlı, ucuz bir iş değil.

Her fetih, fethe layık bir lideri, bir kadroyu ve toplunu gerektirir. Fetih ve kurtuluş, İlahi yardımla mümkün olur.  Mekke’nin fethi, siyasi olarak bakıldığında evimiz ve iş yerimizin yönetimiyle imtihan olduğumuz gibi şehrimiz ve ülkemizin yönetiminden de sorumluyuz. İslam yönetim felsefesi şu beş ilkeye dayanır: 1.Emanet; 2.Ehliyet; 3.Adalet; 4.İstişare (seçim, meclis) ve 5.Biat. İslam milleti, 14 asır bu ilkeleri uygulayarak tarihin şeref tablolarına mazhar olmuştur.

Yazımı bitirirken "Mekke'nin Fethi" konulu sohbeti düzenleyen Eyüpsultan Belediyesi Kültür İşleri Müdürü İrfan Çalışan Bey’e ve Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz Hoca’ya İstanbullular adına teşekkür ederim. Allah celle celaluhu milletimize rahmetiyle muamele eylesin, nusret ve fethi esirgemesin.

Yorumlar3

  • Kaan 1 yıl önce Şikayet Et
    Ellerinize sağlık
    Cevapla
  • Namuk Gülenç 1 yıl önce Şikayet Et
    Müstefid oldum. Rabbim sizlerden razı olsun inşallah
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Bülent DUMAN 1 yıl önce Şikayet Et
    allah razı olsun
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat