Milli paradigma ihtiyacı

  • GİRİŞ01.04.2023 12:50
  • GÜNCELLEME03.04.2023 08:47

Her toplum, aydınlar yetiştirerek, kendi içinde veya dışında oluşan farklı kültür ve anlayışlardan yararlanmanın kapılarını açık tutmaktadır. Belli bir dünya görüşüne meşruiyet kazandırmak veya körü körüne saplantılardan uzak durmak ve belli noktalara hassasiyet göstermek, bu duyarlıkları geliştirmek ve yaygınlaştırmak da yine o toplumun aydınlarının başarısıdır.

Her toplum, sürekli yeni problemlerle karşılaşır; varlığını sürdürmek için bu problemleri çözmek zorundadır. Problemi çözmek, yeni çözüm yolları aralamak demektir. Yeni çözüm yolları ise, sonuçta toplumda değişim, sosyal değişme demektir ki bu da bütünleşme ve gelişme ya da çözülme ve bozulma  demektir. Dolayısıyla toplumun uyanışı, dirilişi ve kurtuluşu için düşünmede özgürlük ve eylemde yasallık sağlanmalıdır.

Gelişmek için her toplum kendini yenilemek ve yeniden kurmak zorundadır. Bir toplum kendisini yeniden kurmak için ise, hem kendi içindeki saplantılarından kurtulmak hem de iç ve dış engellerden sıyrılmak zorundadır. Çünkü toplumlar, kendi içindeki ve dışındaki fikirleri ve kültürel unsurları ekonomik, sosyal ve politik gücünü artırmada kullanmayı başardığı oranda yolculuklarına devam ederler. 

Bir toplum kalkınmak ve gelişmek için farklı fikirlere ve kültürel unsurlara elbette açık olmak zorundadır. Çünkü hiçbir toplum mevcut, kazanılmış bilgiler ile ayakta kalamaz. Gelişmek için sürekli yeni bilgiler peşinde koşmak ve üretilen bilginin siyasal, sosyal ve ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesi yönünde kullanılması bir zarurettir. Bir toplumun, üretime, verimliliğe ve daha insani bir hayatın kurulmasına yönelik çabaları, sosyo-kültürel değişime ve gelişime yol açar. İnsanlar tek tek veya gruplar halinde, kendi durumlarını daha iyi bir şekle koyabilmek için, mevcut kültürün tamamında veya bir kısmında değişiklik yapmaya gidebilirler.

KÜLTÜREL FARKLILAŞMA

Bir toplumun kendi içindeki farklı kültürel unsurlar ve farklı düşünceler öncelikle o toplumun ortak bir tarihi kaderi yaşamasından ve ortak bir kültürü paylaşmasından doğan kendi doğal ürünleri olarak görülmelidir. 

Bir toplum içerisindeki farklı fikir ve anlayışlar, öncelikle o toplumun kendi içerisinde barındırdığı, kendi iç etkileşimi, kendi kültürel ve tarihi tecrübesinden doğan düşünce ve anlayışlar olarak görülebilir. Bu bağlamda, bir toplum içerisindeki farklı fikir ve anlayışlar, o toplumun doğal bir uzantısı ve parçası, kaynakları itibarıyla içsel olabilir, doğal renkleri olarak görülebilir. Diğer taraftan bir toplum içerisindeki farklı toplumların fikir ve anlayışları ise, kaynakları itibarıyla dışsal olabilir. Fikir ve anlayışları yerli ve yabancı ayırımına tabi tutmak gerekir.

İçimizdeki söz konusu farklı anlayış ve kültürel unsurlar kendi doğal ortamımızda yetiştiği için kültürümüzün hormonsuz ürünleri olarak da düşünülebilir ve dışarıdan ithal edilen fikir, anlayış ve kültürel unsurlara nazaran bünyemize daha yararlı ve daha az zararlı olabilir. Bunun içinse, yani kendi içimizdeki farklı fikir ve anlayışların, toplumun önünü açmada ve yolunu aydınlatma nasıl kullanılacağının sosyolojik ve politik bilgisini, politikasını öncelikle iyi oluşturmak gerekir. 

Toplum, farklı fikirlerin ortaya çıkmasına imkân vermiyorsa, varlığını sürdüremez; toplum, fikir üretemez olunca, kendi hayatına kendisi son vermiş olur, bir başka ifadeyle o toplumda aydın yok ya da yetersiz demektir. 

AYDINLARIN SINAVI

Hiç bir toplumda aydınlar, üyelerinin ümidini kıran, onu aşağılayan ve onun değerlerine alenen savaş açan fikirlere seyirci kalınamaz; farklı fikirler ve anlayışlar adına meydan okuyan ve saldırganlaşan yabancı fikirlere hoş görü gösterilemez. 

Örneğin, farklı olmayı veya farklı düşünebilmeyi çağdaşlıkla eşleştirerek, sosyal bilimlerde sapma ve sapkın davranış olarak adlandırılan kocasız annelik, serbest birleşme ve toplumun öz değerlerini dogma ve tabu olarak görüp onlara savaş açanlara nemelazım demek ve yapılan tahrifata seyirci kalmak da doğru bir aydın tutumu olmaz. 
Bir toplumun değerlerini hiçe sayan, aşağılayan, üyelerini birbirine düşüren, ötekileştiren ve kamplaştıran fikirler, o toplumu ileri taşıyamayacağı gibi, zayıflatarak siyasal ve sosyal çözülmeye yol açar. 

Toplumumuzda iki asırdır Batı etkisindeki aydınımız sınavı verememektedir. Batıcı aydınlar, devleti de ele geçirerek kültürel tahribatta bulunmuşlardır. Batılılaşma, modernleşme ve çağdaşlaşma söylemiyle küçük devlete, ulus devlete dönüştürülen devletimiz ikinci kez yıkılma noktasına getirilmek istenmektedir.

KÜLTÜREL ZENGİNLİK

Farklılıkların zenginlik olabilmesi ve zenginlik olarak kalabilmesi için, öncelikle farklı fikirler ve kültürel unsurlar, hâkim kültürünün öz değerlerine saygılı olmaları bir zorunluluktur. 

Bir başka ifadeyle, farklılıklar kendini ifade ederek var olurken ve yaşarken, hem de bütün bu farklılıklar ana kültürün öz ve özel değerleriyle bir ahenk ve uyum içerisinde olmak zorundadır. 

Çünkü bir toplumun üyelerinin güven içinde yaşayabilmeleri için ortak paydalara her zaman ihtiyaç vardır. 

Ana kültür ya da hâkim kültür, sözkonusu ortak paydaları sağlayacak ana kaynaktır.

TAŞIMACILIK VE TAKLİTÇİLİK

Farklı fikirlerin sadece naklini veya taklidini yaparak da bir toplumun gelişmesi ve zenginleşmesi mümkün değildir. 

Her kültür iktibası, yeniliğin bir toplumdan diğerlerine aktarılması süreci, aynı zamanda o yeniliğin arka plandaki zihniyet, değerler ve ahlaki davranışların da alınmasına yol açar.
Batılılaşma hareketi, sürekli “kültür boşluğu” veya “kargo kültürü” diyebileceğimiz problemlere neden olan kendi içinde kilitlenmiş bir manzara ortaya koymaktadır. 
Bu nedenle her düşünceden ve kültürden faydalanılabilir ancak o malzemeleri kendi potamızda, kendi hamülemiz içinde yoğurabilmeliyiz. 

MİLLİ PARADİGMA İHTİYACI  

Bir toplumda analizler ve politikalar, o toplumun sosyal yapısı, kurumları, sosyal ve siyasal tarihi yapısı içerisinde, bütüncül ve milli bir paradigmayla oluşturulmak zorundadır. Çünkü toplumların genel çıkarları kendiliğinden oluşmuş ve oluşan olgular değildir. 
Toplumlar varlıklarını ve özelliklerini tarihsel bir süreç içerisinde kazandığı ve buna bağlı olarak da kurumsal yapılarının şekillendiği tarihi bir gerçektir. Sosyal politikalar oluşturulurken bu tarihsel süreç ve bu süreçte şekillenen toplumsal yapılar gözden uzak tutulmalıdır. 

Sosyal bütünleşme ve gelişme açısından bakıldığında aslında bir toplumun kendi iç dinamikleriyle kendisini yenilemesi hayati öneme sahiptir. Bunun içinse bir toplumun kendi içerisindeki farklı kültür ve anlayışlara uzak kalmaması, soğuk durmaması ve onları ehemmiyetsiz görmemesi gerekir. Bu da aydınlar arası iletişim ve etkileşim demektir.
Bizim gibi Batı etkisindeki toplumların temel sıkıntılarından birisi, başka toplumlardaki farklı fikir ve anlayışlara yakın durmak, sıcak bakmak ama kendi içimizdekilere uzak durmak ve ehemmiyet vermemek olsa gerek. Bir başka ifadeyle toplum olarak, benlik algımız (kendimize bakış açısı) ile dışa bakış açısının doğurduğu bir çelişmeyi yaşamaktayız. Burada, benlik algımız ile dışa bakışın çeliştiği noktada, gelişmenin ve yenilenmenin temel dinamiklerinin hangi esaslara dayanarak gerçekleşeceği meselesi önem arz etmektedir. Gelişmedeki ve yenilenmedeki bu esaslar, toplumun kendi iç dinamikleri üzerine mi yoksa dış, ithal fikir ve tecrübeler üzerine mi ikame edilecektir? 
Toplumdaki farklı kültürel öğelerin ve farklı fikir ve düşüncelerin neyi, neden ve nasıl savundukları iyi bilmek ve doğru analiz etmek gerekir. Bir toplum dış dünyaya, dış dünyadaki gelişmeler ve fikirlere açık olduğu kadar, kendi iç dünyasındaki farklı anlayışlara ve fikirlere de açık olmak zorundadır. Toplumlar aydınları sayesinde kendi iç ve dış dünyaları arasında olup biteni anladığı ve iyi bir denge kurduğu oranda yollarına güçlü bir şekilde devam ederler. 

Toplum denen varlığın da insan gibi iki gözü vardır; gözün biri kendi iç dünyasında, kendi önünde olup biteni, diğeri kendi dışındaki dünyayı olup biteni görme imkânı verir. Her iki göz veya bakış, toplum için önemlidir ve biri diğerine tercih edilemez.

Yorumlar2

  • TAŞKIN Hoşver 1 yıl önce Şikayet Et
    Ağzına yüreğine sağlık kardeşim. Toplumların hayatında kültürel etkileşim yadsınamaz bir gerçekliktir, lakin kendi kültür köklerinden koparak/koparılarak başka kültürlere angaje olmak kendi kendini yok etmek, zihinsel kölelik demek olur.
    Cevapla
  • okur 1 yıl önce Şikayet Et
    Kendini yönetemeyen başkasını hiç yönetemez..
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat