Ev ve tarla zencisi psikolojileri

  • GİRİŞ04.07.2023 09:19
  • GÜNCELLEME05.07.2023 08:35

Edward Said’in Oryantalizm’den sonraki başyapıt niteliğindeki ikinci kitabı ‘Kültür ve Emperyalizm’ adlı kitabıdır. Bu iki kitaba dönüp bakma ihtiyacı duydum, dünyadaki gidişata ve onun algılanmasına dayanamaz olunca.

Said, kendini iki dünya, yani İslam dünyasıyla Batı arasında bir yerlerde gören bir aydındır. Bu ‘yerinden edilmişlik hali’, kısmen yersiz-yurtsuz olmayı, kısmen sabitesi olmayan bir eksende yaşamayı ifade ediyor. Said, kendini İslam dünyasına ait hissetmeyecek kadar seküler, Batı’ya ait hissetmeyecek kadar Doğulu bir aydındı. Bu iki varlık alanının yarattığı gerilim, yani Doğu Batı gerilimi, onu zihnen ve kalben besleyen bir kaynaktı. Said’in hikâyesi, bütün sömürge edilmiş toplumların aydınlarının, sömürge aydınlarının hikâyesini anlatıyor.

Edward Said’e göre emperyalizm, ‘coğrafî ve kültürel öteki’nin yaşadığı toprakların himaye altına alınmasını ifade eder. Amerika 21. yüzyılın başında demokratik düzen kurmak için askeri olarak Afganistan, Irak ve Suriye’ye işgal etti. Dolayısıyla sözkonusu emperyalist himaye, askerî ve ekonomik işgal de dâhil olmak üzere bir dizi karmaşık ilişki ağlarının, felsefî kurguların ve estetik algıların bütününü ifade eder; kültürel işgaldir. Modern imparatorluktan, yani dünya sisteminden ve emperyalizmden bahsetmek, bu ağların ürettiği algılama biçimlerinden bahsetmek demektir. Küreselleşme adı verilen bu sürece, Psikolojik Haçlı Seferi diyorum.

Said’in benimsediği seküler tarih anlayışı, hem Oryantalizm hem de Kültür ve Emperyalizm kitabına yansımıştır; bu seküler tarih anlayışı, her şeyin insanların elleriyle yapıp-ettikleri şeyler olduğu fikrine dayanır. Said’e göre tarih, insanların içinde yaşadıkları şartlara dürüstçe ya da ahlaksızca cevap vermeleriyle teşekkül eder. Bu tarih, “iyinin ve kötünün ötesinde” cereyan eden iktidar mücadelesinin sahnesidir. Seküler tarihin üstünde ve ötesinde değişmeyen mutlaklar yoktur.

Said, Oryantalizmin tarihini belirlerken ve eleştirirken, modern Batı’nın kendi başına bir mutlak olamayacağı inancından hareket ediyordu. Batı’nın ürettiği Doğulu, Müslüman, Hintli, Güney Amerikalı, Afrikalı tasavvurunu eleştirirken de aynı düşünme tarzının imkânlarından faydalanıyordu. Bu yüzden Said’i okurken, yazarın kitaplarında dünyaya seküler tarih perspektifinden baktığını unutmamak gerekir. Çünkü hem Said hem de oryantalistler, Hint metafiziğini ya da İslam kelamını birtakım tarihî şartların ürünü olarak sunarken, Descartes’in cogito’su yahut Kant’ın transandantal analitiği, insan zihninin aslî ve evrensel, tarih-üstü işleyişinin bir ifadesi olarak görmektedir.

AFRİKALI AYDIN KONUŞUNCA

Said’in sözkonusu iki denizin birleştiği yerde aldığı pozisyonda, araftakiler arasında durması bile  Batılı ve Batıcı aydınları çok rahatsız etmiştir. Said’in emperyalizm karşıtlığı yahut açıkça İslam dünyasına taraf olması aslında hiç rahatsız etmezdi, sıradan bir davranış olarak kalırdı; Batı’ya kendi silahıyla ateş etmesi, Batı tarihini radikal bir tarihselci ve seküler okumaya tâbi tutması rahatsız etti. Said’in Batı eleştirisi, tarihselci ve seküler okuma olduğundan İslam aleminin avukatlığı değildi.. İslam alemi, İstiklal Marşı’nda “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyen Mehmet Akif Ersoy’la, Necip Fazıl Kısakürek’le, Sezai Karakoç’la yapacaktı  kendi savunmasını..

Said’e göre emperyalizm döneminde, sömürge toplumunun aydınlarının inatla hep sahneye çıkması, hesap sormaya çalışması dünya güçlerini çok sarsmaktadır. Sömürgeleştirilmiş toplumların aydınları, oyunun bitmediğini ve adaletin tahakkuk etmediğini söylüyorlar. Bu sorgulayan ve hak talep eden sömürge aydın söylemi gittikçe de yaygınlaşıyor üstelik.

Batılı dünya güçleri ve işbirlikçi Batıcılar, sömürge toplumlarının “Olan oldu; şimdi geleceğe bakalım” denilmesini istiyorlar, yani ‘barış, huzur, bir arada yaşama’ çağrısında bulunulmasını bekliyorlar. Küreselleşme söylemi de dinler arası diyalog da toplumları dünya sistemine uyumlulaştırma projesidir. Böyle gelmiş böyle gider yaklaşımı, sömürge toplumlarının değil, dünya güçlerin elini güçlendiren bir argüman.

Sömürge aydınlarının söylemleri, sömürge toplumlarının psikolojik travması dışında kaybedecek hiçbir şeylerinin olmamasından kaynaklanıyor; dünya düzeninin efendilerinin kaygısı ise, kaybedecek çok şeylerinin olmasından.

Müslümanların söylemiyse ilay-ı kelimetullah, Allah’ın adının yüceltilmesi..

Her halükârda başta Müslüman aydınlar olmak üzere Batılı olmayan aydınlar, tüm sömürge aydınları, kendilerini temsil etme hakkının kendilerine ait olduğu inancını artık açıkça dile getiriyorlar. Dahası, bunu kayda değer bir başarı ve istikrar ile yapacak çeşitli araçlara sahipler.

Kısaca  “Afrikalılar”ın küresel bir sorun haline gelmesinin basit bir sebebi var: Afrika’nın kendi aklıyla, kendi kalbiyle, kendi sesiyle konuşmak istemesi.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER: BİR DÜNYA DEVLETİ İDEALİ

Said, Kültür ve Emperyalizm kitabında baştan sona, bu sömürge aydınlarının seslerinin küresel kültürü içerisinde nasıl bastırıldığını anlatır; Batı karşıtı aydın, yazar, akademisyen ve sanatçıların nasıl ezildiğini.

Said’e göre imparatorluk ya da dünya devleti denilen şey, maddî, fizikî, coğrafî ve siyasî yapıdan önce, büyük devlet fikri, “imparatorluk fikri”, yani dünya devleti fikri vardır. Birilerinin önce bu fikre inanması gerekir. Bu inancı tesis etmek, sanıldığının aksine güç kullanmak, real-politik yapmak, zengin olmak yahut ordular yığmak yoluyla değil, bir ‘imparatorluk kültürü’, bugünkü adlandırmayla dünya devleti kültürü anlamında küresel kültür tahayyül ve ihdas etmekle mümkün. Tek tip insan, tek toplum, tek pazar ve tek devlet dayatan küresel kültür tahayyülü..

Said’e göre dünya devleti, harita üzerinde sınırlar çizmeden önce insanlar arasında sınırlar çizer, yüksek kültür üretir, farklı kişilikler inşa eder, farklı ahlakî ve zihnî modeller kurgular. İngiliz imparatorluğu, Hint alt kıtasından çekildiği gün değil, bir İngilizin bir Hindistanlıdan daha üstün olduğuna dair inancını yitirdiği gün yıkılmıştır.

Bu bağlamda İslam önerdiği dünya İslam devletiyle insanlar arasında çizilmiş bulunan ilahi sınırları, ilahi iradeyi hatırlatmaktadır,  daha önce de olduğu gibi kendi yüksek kültürünü üretmektedir, farklı kişilikler inşa etmektedir, farklı ahlakî ve zihnî modellerini kurgulamaktadır.

Said’e göre dünya devleti anlamında imparatorluk bir inanç ve kültür işidir. Beyaz efendilerine teslim olmuş sömürge aydını, kendini bu küresel kültürün bir parçası görür. Bu kültür alanının dışına çıktığında kimliksiz, kişiliksiz önemsiz bir varlık olduğunu düşünür. Modern imparatorluk kültürü anlamında küresel kültür, sömürge aydınına bu inancı öylesine aşılar ki onun artık tarihin gerçek yapıcıları olarak Voltaire, Gibbon, Rhodes, Napoleon’dan başkasını görmesi mümkün değildir.

Burada Malcolm X’i anmak gerekir. Malcom X sistem yanlısı olan siyahîlere de karşıydı. Siyahîlerin bazılarına bir kısım haklar verilmesi ona göre bir göz boyamadan başka bir şey değildi ve bunları samimiyetsizlik olarak görüyordu. Bu yüzden siyahîleri de ev zencisi ve tarla zencisi olarak ikiye ayırmaktaydı. Ev zencisi, efendisine yakın yaşayan zencidir, efendisi gibi giyinir, efendisinin kullanılmış giysilerini giyer. Efendisinin evinde, ya çatıda ya bodrumda yaşar, efendisi kendini nasıl tanımlıyorsa o da kendisini öyle tanımlar. Efendisi “güzel yiyeceklerimiz var” dediğinde o da “evet güzel yiyeceklerimiz var” der. Kendisini efendisi ile o kadar özdeşleştirmişti ki efendisi hastalandığında “sorun ne patron, hasta mıyız” diye soracaktır. Efendisinin hasta olması kendisinin hasta olmasından daha fazla canını yakmaktadır. Efendisinin ağrısı onun ağrısıdır. Efendisi “güzel bir evimiz var” dediğinde “evet güzel bir evimiz var” diyecektir ev zencisi. Bir de tarla zencisi var; tarla zencileri büyük kitleleri oluşturur. Efendi hastalandığında ölmesi için dua etmektedir. Evi yansa rüzgârın esip alevleri savurması için dua eder. Bir ev zencisine “hadi gidelim kaçalım buradan” dediğinde ev zencisi doğal olarak “nereye giderim, patronsuz ne yaparım, nerede yaşarım nasıl giyinirim, bana kim bakar” şeklinde sorular sorar. Oysa tarla zencisi nasıl gideceğinizi bile sormaz “tamam hadi gidelim” der.

Malcolm X’in “ev zencisi” dediği psikolojideki sömürge aydını, efendisinin evinde köledir ama imtiyazlı bir köledir. Evden dışarı çıktığında “tarla zencisi”nden üstün olduğunu bilir. Tarlada çalışan zencilere emir vermek, onlardan farklı olduğunu göstermek, ona “imparatorluk kültürü”nün sağladığı bir imkândır. Onu kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazırdır.

Çağımızda “ev”e, “tarla zencisi” ve “ev zencisi” olmaya sadece İslam itiraz ediyor. “Ev”e, dünya devleti ideali olan Birleşmiş Milletler’e İslam itiraz ediyor. “Ev zencisi” ya da “tarla zencisi” politikacı, aydın, iş insanı ve tüketici olmayı Müslümanlar kabul etmiyor ve bu kültüre boyun eğmiyor.

İslam'ın verdiği efendilik ruhu, Müslümanı “ev zencisi” ve “tarla zencisi” psikolojilerinden koruyor. 

Yorumlar4

  • Osman 2 yıl önce Şikayet Et
    Hiç bir müslüman ne ev zencisi olur, ne de tarla zencisi. Hiç bir müslüman zengin de bunu istemez. Batı her şey olur, bu ikincisi olamaz. Batıya göre efendi hükmetmeli. İslam ise eşitliği ve kardeşliği emrediyor. Çok güzel bir yazı, teşekkürler...
    Cevapla
  • Ezel 2 yıl önce Şikayet Et
    Emeğinize sağlık.. çok beğendim.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Vatandaş 2 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir yazı emeğinize sağlık ALLAH CC razı olsun
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Vatandaş 2 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir yazı emeğinize sağlık ALLAH CC razı olsun
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat