Yazarlığın sosyal maliyeti

  • GİRİŞ13.07.2023 09:31
  • GÜNCELLEME14.07.2023 08:32

Çocukluğumda ilgimi çeken iki meslekten biri şairlik ve yazarlıktı, diğeri de hukuk idi. Aslında gelecekte avukat ve yazar olmak isteyen çocuk yok denecek kadar azdı..

Çukurova’da, Adana’da, 1970’li yıllarda, dünyaya gelen çocukların ortak hedefi okuyup ‘adam’ olmaktı. Adam olmak, devlet memuru olmak anlamına geliyordu. Bir ‘baltaya sap’ olmak diye tabir edilen bir meslek edinmek, ikinci seçenekti. Çünkü büyük toprağı olan aile yoktu çevremizde; bu yüzden tarım ve hayvancılık gündemimizde değildi.

Milletimizin maruz kaldığı haksızlıklara karşı bir şeyler yapma isteği duyuyorduk, buna dava diyorduk. Avukat olup hakkımızı savunacaktık. Şair ve yazar olup ört bas edilen, gündeme getirilmeyen gerçekleri yazacaktık. İnsanın geleceğini, büyük ölçüde geçmiş sosyal tecrübeler belirliyordu. Bu ülkede devlet memuru olma hevesi bile aslında olası baskılardan korunabilme arayışının bir ürünüydü.   

Sonra yıllar geçti.. Ben ilahiyat okudum. Fakat hafızamdaki şair ve yazar imgesi fazla değişmedi. Gerçekleri yazan kişi! Kalem erbabına dair bu imge aslında şair ve yazarlığa dair bir tanımıdır: Hakikatin sözcülüğünü yapmak; memnun veya tedirgin etme kaygısından azade olup biteni hakikate götürmek ve ona uygun şekilde yazmak.

Laiklik, uygulamada İslamofobidir bu ülkede. Okullarda pozitivist ve materyalist bilgi okutulmaktadır; ‘tarih’ diye okutulan da yalandır. İlahiyat okumuştum ama şair ve yazar olmak istiyordum; daha doğrusu iyi bir Müslüman şair olmak için ilahiyat okumuştum. Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un yolunda gidecektim.

Allahu Teaala, “Bildikleri, sadece dünya hayatının dış görünüşüdür; ama âhiretten habersiz, gafildirler.” (Rum Suresi; Ayet: 7) buyurarak akl-ı maaşla yaşamayı kınamaktaydı. Maaş kelimesi, dünya hayatının maişetiyle ilgilidir. Bütün amacı dünya nimetlerinden faydalanmak, dünya lezzetlerini elde etmek, dünyada mal-mülk, makam-mevki, şöhret sahibi olmak için aklını kullanan bir kimsenin bu aklına “akl-ı maaş” denilir: “O halde bizi anmaktan, bu Yüce Kitabımızı dinlemekten uzak duran ve dünya zevkinden başka bir şey istemeyen kimseleri sen de bir tarafa bırak! Onların bilgi seviyesi ancak bu kadardırbildikleri bilecekleri budur. Senin Rabbin, kimin Allah’ın yolundan saptığını, kimin doğru yolda yürüdüğünü pek iyi bilir.” (Necm Suresi; Ayet: 29-30) Ben akl-ı maaştan dakınacaktım.

Aklı, insaflı ve âdilce kullanmanın yolu, onu dünya-ahiret dengesini bozmayacak şekilde yönlendirmekten geçer. Bu da her iki dünya hakkında gereken bilgiye sahip olmakla mümkündür: “Bazı kimseler: 'Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!' derler. Bunların âhirette nasipleri yoktur. Bazıları da 'Ey bizim (Yüce) Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver. Ve bizi cehennem ateşinden koru!' derler. İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Bakara Suresi; Ayet: 200-202) Ahiret mutluluğunu kazanmak için gayret sarfeden ve aklını bu yolda kullanan kimsenin aklına “akl-ı maad” denilir. Ben akl-ı maad ile düşünüp yaşayacaktın ve yazacaktım.

İlahiyat eğitimine başlayınca hemen fark ettim ki modern dünyada alim olmak ile akademsiyen olmak farklı şeylerdi. Ben alim olacaktım; Arapça’mı geliştirmek için fakülte dışında Kafiye’nin Molla Cami şerhini okudum, belagat okudum. Çok şanslıydım, A.Ü. İslami İlimler Fakültesi’nde  1982 - 87 arasında İhsan Süreyya Sırma’dan İslam tarihi, Şerafettin Gölcük’ten kelam, Osman Türer’den tasavvuf, İbrahim Canan’dan hadis, Ruhi Özcan’dan iki yıl fıkıh usulü okudum. Erzurum’da medrese kökenli Osman Bektaş, Halis Emek gibi alimlerden ders aldım. Mehmet Talo’nun medresesinde eğitim aldım iki yıl. İlahiyatla yetinmedim, Osmanlı medreselerindeki formasyonu da kazanmaya çalıştım.

İslam’ın sosyal düşüncesi fıkıh ilmindeydi: nikah, alış veriş, siyaset vs. Fakültede Hanefî fakihi Mevsılî’nin (ö. 683/1284) el İhtyar kitabından ders görüyorduk. Ben fakülte dışında İslam alimlerinden el-Halebî’nin (ö. 956/1549) Mülteḳa’l-ebḥur ve el-Kudûrî’nin (ö. 428/1037) yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulan eseri el-Muḫtaṣar’ı okudum. Etik ile ahlakın farkına önem veriyordum; ilahiyat ile şer’i ilimlerin farkını; rasyonalite  ile akıl farkını; bilim ile ilim farkını; felsefe ile tefekkür farkını; Anayasa ile Kur’an-ı Kerim farkını; parlamento ile şûra farkını ayırt etmeyi hayatıma dayanak yapacak kadar ciddiye aldım.

Şiirlerimi dergilerde yayınlamaya başladım; mezun olunca Akabe Yayınlarının ve Mavera dergisinin genel yayın yönetmeni oldum.. Şair ve yazar olarak Cağaloğlu’nda yayın evlerinde 1988 – 2000 arası yöneticilik yaptım. 1997’den itibaren Kanal 7’de belgeselci ve yazar olarak çalışmaktayım; Haber 7’de bu köşede yazılarımı yayınlamaktayım..

Gazetecilik, her şeyin ulusa göre tanımlandığı bir modern zaman mesleğiydi. Memnun veya tedirgin etme kaygısını merkeze alarak, sektör koşullarına duyarlı olarak gelişmişti gazetecilik; iktidarın ya da muhalefetin davulunu taşımak olmuştu sonuçta. Dolayısıyla gözümde olumsuz bir imgeydi, gazetecilik! Gerçi basında ‘tarafsızlık’ mefhumu her dönemin söylemidir. Ne var ki ulus devlette modern hayat çoğunlukla bu mefhuma aykırı pratiklerle yüklüdür. Çünkü ulus devlet ve modern toplum sert çelişkileri-gerilimleri içerir. Bu da ‘tarafsız’ yani gerçeği anlatan gazeteciliğin sosyal maliyetini arttırmıştır, şair ve yazarlığın sosyal maliyeti kadar olmasa da! Bu yüzden Medya Platformu’nu kurup Müslüman gazeteciler olarak mesleğimizin problemlerini konuşmaktayız; ben bu oluşumun kurucu başkanlığını yaptım.

Müslüman şair ve yazar olmanın bir sosyal maliyeti var. Akl-ı maad ile yazan Mehmet Akif Ersoy, Mısır’a hicret ederek ödedi bunu. Necip Fazıl Kısakürek mahkeme salonları arasında mekik dokuyarak ve zindanlara kapatılarak ödedi. Sezai Karakoç, şair ve yazar olmanın sosyal maliyetini tecritle ve yalnızlıkla ödedi.

Sıradan insanların akl-ı maaş ile sosyal medyada serveti ve şöhreti yakalama fırsatı buldukları bir dönemden geçiyoruz. Bu yüzden akl-ı maad ile yazmanın sosyal maliyeti çok yükseldi maalesef. Günümüzde Müslüman şair ve yazar olmak, Yusuf aleyhisselam olmayı, mütevazi yaşamaya razı olarak tüketim çılgınlığına düçar olmuş dünyaya sırtını dönmeyi gerektiriyor. Hakikatin sesini duyan salih bir insan olmanın, sorumlu yazarlığın sosyal maliyeti kuyuya atılmak haline geldi çünkü. Dengeli ve düzgün yazarın dışlanıp yalnızlaştırılarak sesinin kesildiği görülüyor, üniversitede, medyada, kültür sanat ve edebiyat çevrelerinde.

İletişim fakültelerinde, edebiyat fakültelerinde, güzel sanatlar fakültesinde, konservatuarlarda akl-ı maaş ile, çağdaş ifadeyle seküler düşünceyle yazıp çizmek, sanat yapmak öğretilmiyor mu? Yazarlığın böyle büyük sosyal maliyetini görüp da kim Müslümanca, akl-ı maad ile yazmayı göze alabilir artık?

Günümüzde gençler şairlik ve yazarlığa ciddi bir şekilde yönlendiriliyor mu? Annesi babası ister mi? Şairlik ve yazlık hobi görülüyor. Herkes bol kazançlı, toplumda popüler olan mesleklere yönlendirmiyor mu çocuklarını?

Yorumlar1

  • Bestami Yazgan 2 yıl önce Şikayet Et
    Kaleminize sağlık azizim.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat