Batıcı gazetecilik bir operasyondur
- GİRİŞ15.07.2023 09:10
- GÜNCELLEME17.07.2023 09:03
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız darbe girişimi, Türkiye’nin talihinin döndüğü an, kader anı oldu. Bu yüzden 15 Temmuz, Demokrasi ve Milli Birlik Günü olarak kutlanıyor.
Türkiye’de ulus devlet ve modern toplumu savunan Batıcılar, 1909’dan beri devleti ele geçirdiler, ülkeyi darbelerle yönettiler. Her darbe, devletin kasasını boşaltmak, Beyaz Türklerini servetini katlamak ve devlet dairelerinde temizlik yapmak için yapıldı.
Bu baskı ve sömürü yönetimi, siyasette CHP, sivil asker bürokrasisi, üniversite ve basından destek aldığı için bugünlere kadar sürdü.
27 Mayıs 1960 darbesinde basında dile getirilen formül şuydu: Darbe = CHP + üniversite + ordu + basın, demekti.
Bu formül, 12 Mart 1971’de, 12 Eylül 1980’de ve 28 Şubat 1997’de tıkır tıkır işledi..
15 Temmuz 2016’da darbe girişiminin başarısız olmasında, basının önemli rolü vardı.
Dolayısıyla bu ülkede muhalif aydın olmanın, Batı karşıtı yazar olmanın ve gazeteciliğin sosyal maliyeti ağır oldu bugüne kadar.
TÜRK BASIN BİRLİĞİ’NİN BATICI RUHU
Dünya iletişim ağına eklemlenen Türk basını, Batıcı, laik ve İslamofobist oldu.
Yazarlığın ve gazeteciliğin sosyal maliyetinin en katı biçimi, dünya güçlerine ve işbirlikçi cuntaların dümen suyuna kendini bırakmış olmasıydı.
Batıcı değilse, Müslümansa yazar, etkisiz hale getirilirdi hemen; yok sayılırdı, görmezden gelinirdi ve itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Bu Batıcı baskı altında İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’un başyazarı olduğu ve Eşref Edip Fergan’ın çıkardığı Sebilürreşda gazetesi yayımlanamadı..
Şeyh Said isyanı üzerine Takrîr-i Sükûn Kanunu vesile edilerek birçok gazete ve dergiyle birlikte Sebîlürreşâd da kapatıldı (6 Mart 1341/1925, sy. 641). Eşref Edip tevkif edilerek Şark İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildi ve yargılandı.
Basın tarihine bakılınca, basın üzerindeki Batıcı baskı açık bir şekilde görülür. 27 Haziran 1938’de çıkarılan 3511 sayılı kanunla, tüm gazete ve mecmuaların sahipleri ile bunların yazı, haber, resim, fotoğraf ve tashih işlerinde düzenli çalışan gazetecilerden oluşan Türk Basın Birliği kuruldu; bu yasayla birlik dışında gazetecilik yapmak men edilmişti.
Gazetecilere ‘Basın Kartı’ verilmesi yetkisi de o dönemde İçişleri Bakanlığı’ndaydı.
20. yüz yılın başındaki tek parti döneminde gazetecilik, kendini tamamen Batıcı iktidarın dümen suyuna bırakmaktı.
Hükümetçe istenilecek her hangi bir konunun gündeme alınması ve görüşülmesi mecburi idi. Kütahya milletvekili Naşid Uluğ’un ifadesiyle kanun, gazetecileri ‘millî maksatlar uğrunda ve rejimin emrinde daha toplu ve kuvvetli bir cephe olarak çalışmak imkânı’ verdi.
Birlik yönetiminin yapacağı işlerin en başında hükümetle matbuat arasında iş birliğini tanzim etmek ve bu maksatla birlik azalarına direktifler vermek vardı.
Bu birliğin nasıl işlev gördüğünü anlatacak en çarpıcı örnek, kanunu takip eden aylarda Dersim’de binlerce insan katledildiği halde hiçbir gazetenin, bu konuda tek satır haber yapmamasıydı.
GAZETECİLİĞİN HAPİSTEN ÖLÜME KADAR SOSYAL MALİYETİ
Bizdeki gazeteciliğin tipik dönemlerden birisi de 1980’li yıllardır. 1980’den sonraki dönemdir ki ülkenin bilhassa Müslüman yazara hapis cezaları verilmişti.
Babam, Hadimül Kuran Ziya Yürekli Hoca, şair Cahit Zarifoğlu asker arkadaşıydılar ve Kıbrıs Gazisiydiler. 1974’te Kıbrıs Harekatı yapan orduda asteğmen olarak görev yaptılar. Bir yıl sonra Adana’da Kıbrıslı Türkler ile karşılaştım, hayal kırıklığına uğradım. Uğruna savaştığımız, şehit verdiğimiz Kıbrıslı Türkler, Türkçe bilmiyordu, İngilizce ve Rumca konuşuyordu; tarihlerini, dinlerini bilmiyordu. Ürperdim.
Darbe yönetimleri ve Batıcı iktidarlar Türkiye’de bu milleti böyle dilsiz, tarihsiz, dinsiz ve kültürsüz hale getirmeye çalışıyorlar diye düşündüm. Türkiye’de milli kültürü tahrip eden medya, aileyi kuşatmış, haberler, kadın programları ve dizilerle çökertmeye çalışmaktadır. Bu ülkede ameliyatla cinsiyet değişikliğinin yasaklanmasını savunulamıyor; bu düşünceyi dile gettiren gerici ilan ediliyor. Ameliyatla cinsiyet değişikliği yapmış kişilere çeşitli kısıtlamalar getiren yasaları, aralarındaki evliliklerin geçersiz sayılmasını ve evlatlık edinmelerini önleyecek kanunları çıkarmak gündeme bile getirilemiyor.
Medyada tarihi ve ilmi gerçekler yeterince yer alamıyor. Kongreler döneminin ve TBMM’nin açılışının yüzüncü yılını geride bıraktık; Milli Mücadele, İstanbul’un kurtuluşu, Lozan ve Cumhuriyet’in ilanı tartışıldı mı?
Necip Fazıl Kısakürek, ahir ömründe Vahîdüddin kitabı yüzünden yargılanmış, hapse mahkum edilmişti. Turgut Özal sahip çıktı da Kenan Evren’in gazabından, hapse düşmekten kurtuldu.
Salih Mirzabeyoğlu, yıllarca kapatıldığı zindanda sağlığını kaybetti, can verdi.
Batıcı basın tarihine bakınca, gazetecilerin öldürüldüğü de görülür; Uğur Mumcu; aracı bombalanarak, Hırant Dink ise kurşunlanarak etkisiz hale getirildi.
Türk basın tarihinde Batıcı basının içine düştüğü en dramatik durum budur: Batıcılığa bir başka Batıcılıkla karşı çıkan yazar ve gazetecilere dünyayı cehennem ettiler. Dünya güçlerinin davulunu taşımak ve çalmak; PKK’yı savunmak gibi pek pek çok basın suçundan cezaevine kapatılmış gazeteci var.
Hapisten ölüme kadar gazeteciliğin sosyal maliyetine dair bu tecrübede, Batı karşıtı yazar ve gazeteciler şimdiye dek sistemle sık sık muhatap oldu..
BASININ BEYİN YIKAMA VE YÖNLENDİRME İŞLEVİ
Dünya sistemi, gazete, radyo, televizyon, internet ve sosyal medya şeklinde iletişim ağını geliştirdi. Ülkeler bu iletişim ağıyla kontrol edildi; beyin yıkaması ve yönlendirmeye tabi tutuldu.
Avrupa merkezli bilim anlayışının hakim olduğu üniversitelerde, iletişim fakültelerinde, gençlerimiz seküler iletişim felsefesiyle yetiştiriliyor.. Medyaya hakim olan Batıcı iletişim anlayışı toplumdan kopuk ve yabancıdır.
Türkiye’de milyarlarca dolar reklam bütçesi var, medyayı ayakta tutan. Türkiye, üreten bir ülke değil. Dolayısıyla bu devasa reklam bütçesinde yabancıların payı çok büyük.. Reklam verenin yabancı olduğu bir ülkede medyanın milli politikaları desteklemesi mümkün mü? Türkiye’de dini yayımcılık amatörce ve küçük çapta kalmıştır bu yüzden.
Sosyal medyayla manipülasyon ve yönlendirme, darbeye hazırlık dönemlerinde, seçim dönemlerinde açıkça görülmektedir. 15 Temmuz’a giden süreçte görsel ve işitsel basın, özellikle Zaman Gurubu medya kuruluşları en az 5 yıl öncesinden başlayarak mutlaka incelenmelidir.
Arap Baharı denen olayda sosyal medyanın gücünü tanık olduk. Sosyal medyayla Mısır’da kitleler sokağa döküldü, darbe yapıldı ve Mursi şehit edildi. Suriye, sosyal medyayla karıştırılıp bugünkü duruma düşürüldü. Gezi olayları kontrol altına alınmasaydı, Türkiye de karıştırılıp üç parçaya bölünecekti. Kısaca Batıcı gazetecilik dünya güçlerinin beşinci kol operasyonudur.
ABD, İngiltere ve Fransa tarafından uluslararası ajanslarla ve yayın kuruluşlarıyla dünya iletişim ağı denetlenmektedir. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü gibi uluslararası ilişkilerde aktör olmuş kuruluşlar, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi hazırlayıp yayınlamakta ve ülkeleri listelemektedir. Türkiye ve İslam ülkeleri bu listelerde alt sıralardadır.
Son söz olarak şunu söylemek isterim. Medyanın gücü yok, gücün medyası var. Dünya güçlerinin ülkemizdeki eski adıyla basını, yeni adıyla medyası, Türkiye’yi belirledikleri vaziyet ve istikamette tutma rolü var; beşinci kol gibi çalışmaktadır.
Yorumlar3