Soyadı Kanunu ve Beyaz Türkler
- GİRİŞ18.07.2023 09:35
- GÜNCELLEME19.07.2023 09:08
1930’lu yıllar, Türkiye’de kültürel, sosyal, ekonomik, idari, ve siyasal hayatın modern/batılı tarzda yeniden kurulduğu bir dönemdiler; 1930’lu yıllar, Batıcı devrimler dönemiydi. Kemalist yenilikler dönemiydi. Bir tür müdahaleci modernlik diyebileceğimiz siyasal yaklaşım içinde, bazı Avrupa ülkelerinde olduğu şekilde, hızla yasalar yapıldı, kurumlar oluşturuldu.
Bu medeniyet değiştirme faaliyetlerinin kendine özgü konularından birisi de, daha sonra ‘Soyadı Kanunu’ yeniliği olarak kavramlaştırılacak çalışma idi.
O zamana kadar kişiler, baba adları ile anılırdı; bu yüzden kişinin ismini, babasının ismi takip ederdi: Mustafa bin Ziya gibi, Ziya oğlu Mustafa da denirdi. Bu uygulama, aslında İslam kültürünün dünya çapında yaygın, evrensel, tarihi, İslam milletinin ortak özelliği idi.
Fakat yeni Batıcı rejim, bu alanı, hem ulus devletin denetimini daha kolaylaştıracak hem de Türk ulusçuluğunun inşasını pekiştirecek şekilde düzenlemeyi tercih etti. Dolayısıyla bireylerarası sınırlar, soyadı üzerinden yeniden tanımlanacaktı.
SOYADI KANUNU YENİLİĞİ
Soyadı kelimesi, temelde kişinin geldiği ‘soy’a gönderme yaptığı için, normal şartlarda ülkedeki farklı kök-kültürler, etnik, dini, mezhepsel farklılıklar, soyadı üzerinden görünür kılınıp kayda geçirebilirdi.
Fakat dönemin politik tercihi, soyadı belirleme uygulamasında, çoğulculuğun yerine, tek kimliği esas aldı.
Dolayısıyla bu uygulama da, bu İslam coğrafyasında, millet sistemiyle kurumlaşmış çoğul kültür, ‘soyadı’ verme veya alma süreci boyunca, bir dizi örtük ya da açık gerilime yol açtı.
21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan 2525 sayılı Soyadı Kanunu, ulus devletin, Türk etno seküler milliyetçiliğini esas alan politik tercihin açık bir aracıydı.
İçişleri Bakanlığı tarafından uygulanması öngörülen ve 15 maddeden oluşan kanunun ilk maddesi ‘Her Türk, öz adından başka soyadını da taşımağa mecburdur’ diyerek başlıyordu; hem vatandaşın yerine Türk ifadesini kullanıyor hem de soyadı almayı zorunlu hale getiriyordu.
Yasanın 3. maddesinde “rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz” denilerek, soyadı sınırlarını da hakim kimlik lehine iyice daraltıyordu.
‘TÜRK ADLARI’ KİTABI
Aile reisleri, daha önce kullandıkları soyadlarını da değiştirmek ve öz Türkçe karşılığını almak zorunda idiler.
Türk Dil Kurumu, öz Türkçe soyadı seçme ile ilgili vatandaşların ‘müşkül hallerini’ dikkate alarak “Türk Büyükleri veya Türk Adları” adlı bir kitapta alfabetik sırayla Türkçe isimler yayımlamıştı.
Ayrıca İçişleri Bakanlığı aracılığıyla ulusal-yerel gazetelerde soyadı olabilecek “Öz Türkçe Adlar” listeleri yayımlanmıştı.
Sistem o kadar yoğun işliyordu ki tavsiye edilen isim listeleri gibi, kullanılması istenmeyen isim listeleri de hazırlanmıştı. Yasak isim listeleri de bir hayli büyüktü.
Örneğin İçişleri Bakanlığı, bir de Aşiretler Listesi çıkarmıştı. Listede yer alan aşiret isimlerinin soyadı olarak kullanılmaması yönündeki talimatla birlikte valiliklere göndermişti.
Örneğin 1934’te ülkede yaklaşık 1.600.000 muhacir vardı. Muhacirler, genellikle kendi kimlikleriyle anılıyorlardı. Soyadı Kanunu, bunların kimlik isimlerini ve muhacir ifadesini de kaldırmayı öngörmüştü.
Böylece Arap, Kürt, Ermeni, Arnavut, Boşnak, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan kimlikler, hokus pokus yok ediliyor, herkes sözde ‘Türk Kimliği’ taşımaya başlıyordu.
GAYRİMÜSLİMLER BEYAZ TÜRK OLUYOR
Farklı din, tarih ve kültürlerden gelen isimlerin Türkçeleştirilmesiyle, ‘memlekette ayrılığın kaldırılacağı’ yönünde TBMM’de çok ateşli tartışmalar, uzun konuşmalar yapılmıştı. Çok kimlikli Türkiye toplumu için yeni olan bu durumun çeşitli ihtilaflara yol açacağı açıktı.
Uygulamanın siyasi hızını kesmeyecek biçimde bunun da yolu bulunmuş; 8. maddede tanımlandığı gibi soyadı seçme işlerinde çıkacak ihtilafları halletme ve karar verme yetkisi kütüğün bulunduğu yerin en büyük Mülkiye Amiri’ne verilmişti. Aynı yıl çıkan Soyadı Nizamnamesi de kanunun öngördüğü iki yılda herhangi bir sebeple soyadı almamış olanlara, vali veya kaymakam tarafından soyadı verileceğini belirliyordu.
Aynı nizamnamede belirtildiği gibi ‘tarihte ün almış büyüklere ilişik anlatan soyadları, bu kişilere ilişiklik resmi kayıtlarla, belgelerle sabit olmadıkça kullanılamazdı.’ Fakat bunu belgelerle ispat etmek herhalde o koşullarda büsbütün zor olduğu için ancak devlet yetkililerinin inisiyatifi içinde kalıyordu.
24 Kasım 1934’te Mustafa Kemal’e Atatürk soyadının verilmesini içeren üç maddelik kanun teklifi TBMM’de oybirliğiyle kabul edilmişti. 17 Aralık 1934’te Atatürk soyadının yalnız M. Kemal’e ait olduğu, bundan böyle hiç kimse tarafından öz ad ve soyadı olarak alınamayacağı hükme bağlanmıştı.
Bütün bu politikalarla esas olarak amaçlanan resmi ‘Türklük’ün, ‘Türk Milliyetçiliği’nin inşasıydı. Yeni modern toplum, yeni ulus devlet ve yeni nisan üretiliyordu. Yeni insan, Müslüman olmayan demekti.
Beyaz Türk, Türk değildi; Türklük, gayrimüslim olmayı, İslamofobiyi ifade edecekti artık. Moiz Kohen, Tekin Alp olmuştu. Türkçe, Agop Dilaçar adını alan Hagop Martayan’a emanetti.
Soyadı Kanunu, Türkiye’nin sosyolojik merkezi ile siyasal merkez arasındaki gerilim alanlarından biri olarak kayıtlarda yer aldı ve her haliyle onun izlerini taşıyor. Çünkü marjinal siyasal merkez, sosyolojik merkezi temsil etmeyecekti. Sosyolojik olarak marjinal olan, daha sonra Beyaz Türk adı verilecek olan Yahudi, Sabataist (dönme), Rum, Ermeni, siyasal merkeze el koymaktaydı; dünya güçleri adına baskı ve sömürüyü dayatacaktı.
Sosyolojik merkez olan Müslümanlar, azınlık muamelesi görecek, tezi olan İslam yasaklanacak ve örneğin Anayasa yapamayacaktı; Batıcıların kurup işlettiği hile rejiminde, Batıcı düzende, Beyaz Türklere boyun eğecek ve vesayet ile esaret hayatı yaşayacaktı..
Yorumlar8