Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’deki pozisyonu

  • GİRİŞ26.10.2023 08:55
  • GÜNCELLEME27.10.2023 08:49

Filistin İsrail savaşında yaşanan olaylar tek tek ele alındığında yorum farklılıklarının nedenleri anlaşılabilir. Ancak bu aşamada problemi tanımlama çabasının ötesine geçilmesi ve çözüme yönelik adımların süratle atılması gerekiyor. Buradaki paradoks, problem tanımlanmadan çözümün mümkün olmamasında saklı.

Devletler açısından problemi doğru tanımlanmadan çözüm için harekete geçmek, ilk adımı atmak bile imkansız; bugün dünya devletlerinin Filistin İsrail savaşını sadece izlemesinin nedeni, bir parçası olsalar da problemi doğru tanımlamak istememeleri. Bu zor problemi doğru tanımlamak, onu dünya kamuoyunun gündemine taşımak, uzun sayılabilecek bir süre ‘Dünya 5’ten büyüktür’ söylemiyle gündemde tutma şanı, şüphesiz Türkiye’nindir, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ındır. Problemin zorluğu ve devletleri Filistin İsrail savaşı izleyicisi pozisyonuna düşürmesi yapısal oluşundandır.

Dünya sisteminin ayakta kalama stratejisi, bir başka ifadeyle kendini dünya devleti ilan etme aşamasına varmayı Akdeniz, Karadeniz ve Hint-Pasifik denizlerinde çıkardığı gerilim ve şimdilik Karadeniz ve Akdeniz’deki karışıklığa bağladı..

DEVLETLERİN KARADENİZ’DEKİ POZİSYONLARI

Karadeniz’deki  Rusya Ukrayna Savaşı, bir yandan Rusya’yı evcilleştiriyor bir yandan da NATO çatısı altında topladığı Avrupa devletlerini ABD’nin dümen suyuna bırakıyor. Bu yüzdendir ki günümüzde İsrail soykırımını bütün Avrupa devletleri, ABD yandaşı olarak izlemektedir. Çünkü yakın gelecekte Avrupa ülkeleri uluslararası ilişkilerde Atlantik İttifakı üyesi aktörler olarak boy gösterecekler.

Akdeniz’deki Filistin İsrail savaşı, Rusya’yı Karadeniz’deki Ukrayna Savaşı’nda rahatlatsa da; her iki denizde, Karadeniz ve Akdeniz’de geriletiyor, sınırlıyor. Rusya, Suriye’deki ABD’ye desteklerinin karşılığında Kırım’ı topraklarına kattı ama artık kabul etmese de Karadeniz NATO gölüdür. Rusya’yı Türkiye’ye yakınlaştıran ana neden, Karadeniz’deki yeni gelişmedir, yani NATO gölü haline gelmesidir.

Karadeniz; kuzeyi Ukrayna, kuzey-doğusu Rusya Federasyonu, doğusu Gürcistan, güneyi Türkiye, batısı Bulgaristan ve Romanya ile çevrili bir iç denizdir. Karadeniz’in güneyindeki Türkiye (1952), batısındaki Bulgaristan (2004) ve Romanya (2004) NATO üyesidir. Kuzeydeki Ukrayna ile doğusundaki Gürcistan da yakında NATO şemsiyesi altına alınacaklar. Hatta Ermenistan ve Azerbaycan bile NATO üyesi yapılacaktır ki Hazar denizine uzanmak mümkün olsun. Rusya, NATO’ya yönelmiş olan Ermenistan’dan Azarbaycan’ın Karabağ’ı koparmasına göz yumarak Türkiye’yle Kırım işgali meselesini beklemeye almış görünmektedir. Dolayısıyla Rusya kabul etmek zorundadır ki Karadeniz artık tartışmasız bir şekilde NATO gölüdür. Devletler, Karadeniz’deki pozisyonları bakımından Rusya ve NATO olarak karşı karşıyadır.

Türkiye, savaş durumunda Çanakkale ve İstanbul boğazlarını açmayınca, NATO üyeliği tartışılır hale gelecektir, belki de üyelikten çıkarılacaktır. Türkiye ile NATO üyeliği İsveç krizinde sınanırken geri plandaki bu pozisyon, mevcut gerilimi ciddileştirmektedir.

DEVLETLERİN AKDENİZ’DEKİ POZİSYONLARI

Akdeniz’in kuzeyinde yer alan NATO üyesi Avrupa devletleri İspanya (1982), Fransa(1949), İtalya (1949),  Slovenya (2004), Hırvatistan (2009), Arnavutluk (2009), Karadağ (2017), Yunanistan (1952)’dır. Yine kuzeydeki Monako, Malta ve Bosna-Hersek ise henüz üye olmayan, üyeliklerinde problem çıkmayacak ülkeler. Akdeniz’in doğusunda, Avrasya’daki NATO üyesi tek devlet vardır, o da Türkiye’dir. Fakat yakında Güney Kıbrıs da NATO’ya üye yapılacaktır. Türkiye’nin çıkarılıp Güney Kıbrıs’ın üye yapılması, Akdeniz’de Filistin ve Kuzey Kıbrıs meselelerinde Türkiye ile NATO’yu karşı karşıya getirecektir. Bugün bu iki devletin Filistin ve Kuzey Kıbrıs’ın devlet olarak tanınmasını istemek, Atlantik ittifakının İsrail ve Kıbrıs oyununu bozmak demektir. Çünkü İsrail ve Güney Kıbrıs yakında NATO üyesi yapılacaktır; Yunanistan zaten NATO üyesi olduğundan Doğu Akdeniz’de bu devletlerle, Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs ile bir üçgen kurulup NATO’nun stratejik üssünü oluşturmak istenmektir. Akdeniz’in güneyinde, Asya’da Suriye, Lübnan ve İsrail NATO üyesi değildir. Ne var ki İsrail, NATO üyesi haline gelip yakında Filistin ile Lübnan’ı tamamen ve Suriye’nin de bir kısmını sınırlarının içine katmayı planlamaktadır. Akdeniz’in güneyindeki Afrika ülkelerinden Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve  Fas da NATO üyesi değildir.

Genel olarak Akdeniz ülkelerinde ekonomik büyüme, batı ve kuzeye göre yavaş ve milli gelir düşüktür. Güneydeki NATO dışı kalmış Akdeniz ülkeleri, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve  Fas, daha önce sömürge durumuna düşmüş Afrika ülkeleridir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey’ini oluşturan ABD, Avrupa ülkeleri İngiltere ve Fransa, Asya ülkeleri Çin ve Rusya Afrika’da ekonomik olarak paylaşım savaşı vermektedir.

TÜRKİYE’NİN AKDENİZ VE KARADENİZ’DEKİ POZİSYONU

Tarih boyunca dünyanın kalbi Akdeniz’de atmıştır. Kıyısında Asya, Avrupa ve Afrika’nın bulunduğu Akdeniz, dünyanın ulaşım, taşımacılık, ticaret ve askerlikte önemli bir yere sahip olmuştur. Doğu Akdeniz, her dönemde dünya hakimiyetini belirlemiştir. Doğu Akdeniz’de ileri bir karakol rolü oynayan Kıbrıs, aynı zamanda bölgesel güç dengesinin de belirleyicisi olmuş; bir başka ifadeyle, Kıbrıs’ı egemenliği altında tutan gücün, dünyanın en büyük gücü olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. İngilizler, iki asırda Akdeniz’de bir denge oluşturdular; BM kurulurken, Kavimler Cemiyeti’nin ulus devlet yapısı üzerine oturan bölgesel dengeler esas alınmıştı. Akdeniz’de Batılı dünya gücü olarak klasik İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya rekabetine Amerika da katılmıştır; günümüzde de ABD Akdeniz’i NATO gölü haline getirmeye çalışmaktadır. İsrail Filistin savaşı, gerçekte ABD’nin Akdeniz çevresini dizayn edecek seviyede üstünlük sağlama savaşıdır.

ABD'li emekli asker ve askeri analist Douglas Macgregor, bir televizyon kanalında canlı yayında İsrail-Filistin savaşına ilişkin dünya gündeminde bomba etkisi yapacak kadar çarpıcı açıklamalar yaptı. İsrail'in Gazze'yi işgal etmesine Rusya'nın sessiz kalmayacağını belirten Macgregor, "Amerikalıların anlaması gereken en önemli şey; İran'a Hizbullah temelinde saldırırsak, İsrail Gazze'yi işgal ederse Rusya'yla çatışmaya gireriz. Rusya sessizce oturup İran'ın ABD'nin bölgedeki hava ve deniz gücü tarafından yok edilmesini izlemeyecek. Ve Rusya bu işe giriştiğinde, bu sadece yerel bir çatışmadan, belki de bölgesel bir savaştan çok daha fazlası haline gelecektir. Bunu iyice düşünmedik. Bunu yapmamız gerekiyor. Ve o noktada Türklerin dışarıda kalabileceğinden oldukça şüpheliyim. Türkler Sünni Müslümanlardır. Onlar Sünni Müslümanların fiili liderleridir. Bölgenin en büyük silahlı kuvvetlerine sahipler. İsrail'e çok yakınlar. Güçlerini çok hızlı bir şekilde Suriye üzerinden güneye taşıyabilirler. Ve eminim ki Beşar Esad, bu harekatın başlangıcından sağ kurtulacağını varsayarsak, onlara engel olmayacaktır. Çok tehlikeli yoldayız." ifadelerini kullandı.

Douglas Macgregor’un dile getirdiği bu Amerika ve NATO’nun perspektifinden Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’deki pozisyonuna, dolayısıyla Filistin İsrail savaşındaki duruşuna bakılabilir. Douglas Macgregor’un Rusya İran ittifakına dikkat çekmesi önemli. Rusya, BMGK üyesi; ABD’ye karşı İngiltere ve Çin’le açıklanmamış stratejik ortaklığı var, birlikte hareket ediyor. Rusya güney denizlerine, hem Akdeniz’e hem de Hint – Pasifik denizine inmeye çalışıyor. Basra Körfezi’nde ve Hint – Pasifik denizinde Çin ile birlikte İngiltere nüfuzundaki Hindistan, İran, Pakistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerine yaklaşıyor. Dolayısıyla Rusya uluslararası ilişkilerde Akdeniz’de Türkiye ile Hint – Pasifik denizinde de İran ile oyun kurmak istiyor ya da oyuna katılıyor. Rusya da İran da Akdeniz’de varlık gösterme derdindeler.  Amerika’nın Hint – Pasifik stratejik üssünü müstakil bir yazıda anlatacağım.

Douglas Macgregor, ABD yönetimi ve halkına Akdeniz’e odaklanırken Türkiye’yi ve Hint – Pasifik’i göz ardı etmemesi uyarısında bulunuyor. İslam milletini ana gövdesi Asya’da bulunuyor; bu yüzden Akdeniz ve Hint – Pasifik derken Darül İslam’den bahsediliyor, bu iki bölge aynı kaderi paylaşıyor. ABD ve İngiltere, İslam aleminden kopmuş Türkiye’yi NATO bünyesinde tutup kontrol etmektedir. İslam devini uyandıracağı için Türkiye’nin bağımsız hareket etmesini istememektedir. Türkiye NATO üyesi Avrupa devletleriyle; İspanya, Fransa, İtalya,  Slovenya, Hırvatistan, Arnavutluk, Karadağ ve Yunanistan devletlerinden iki devletle, Yunanistan ve Fransa’yla gerilimli bir ilişki yürütmektedir. Fakat NATO içindeki diğer ülkeler ABD ve İngiltere’ye karşı nereye kadar Türkiye’nin yanında olurlar..

ABD Akdeniz’i NATO gölü haline getirebilmek için İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs üçgeni kurmaktadır. Türkiye, bugün İsveç’in NATO üyeliğini onaylarsa, yarın da ipi boynuna geçirmek anlamına gelen İsrail ve Güney Kıbrıs’ın üyeliklerini onaylayacaktır. ABD bugüne kadarki genişleme ve yenilik politikalarına göre NATO’yu küresel güvenlik örgütü haline getirmektedir; yakın gelecekte Avustralya, Japonya ve Güney Kore’nin de üye olduğu bir güvenlik teşkilatı olacaktır. Bu yüzden yeni üyelere itiraz eden Türkiye NATO’da istenmemektedir.

Türkiye’nin doğru ve adil olanı seslendirmesi nedeniyle, kendi çıkarlarını önceleyen ABD ve Avrupa zihniyeti Türkiye’nin girişimlerine tedirgin yaklaşıyor. Amerikalıların 1 Mart Tezkeresi nedeniyle Türkiye’de ‘Batıcı’ bir yönetimi iş başına getirme arzusu dikkate alınırsa Erdoğan’ın öncülüğünü yapacağı bir başarı hikayesine hazır olduğu pek söylenemez. Belki de bu nedenle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile telefon trafiğine önem veren Antony Blinken tüm bölge ülkelerini ziyaret ederken Türkiye’ye gelmedi. O halde Avrupa’nın ve ABD’nin artık "Türkiye kompleksini" bir kenara bırakması gerekiyor.

Akdeniz’de NATO, Asya’da üyesi olmayan Suriye, Ürdün ve Lübnan; Afrika ülkelerinden üyesi olmayan Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve  Fas ile mücadele etmektedir. NATO, İsrail üzerinden Akdeniz’de Müslüman ülkelerle savaşmaktadır.

Türkiye, geleceğini NATO’da güvence altına alamaz. Azerbaycan ve Pakistan’la başladığı stratejik askeri ortaklığını İran, Suudi Arabistan ve Mısır gibi İslam ülkeleriyle genişletme politikası yürütmelidir. Bu da çok kolaydır; İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki entegrasyon tamamlanmalı ve acilen güvenlik konseyi oluşturulmalıdır.

Sorunun doğrudan tarafı olan ABD ve İsrail, Türkiye’nin bölgede güvenlik ve istikrara katkı sağlayabileceğinin farkında. Ancak İsrail halkının iç ve dış barış olmadan sürekli uçurumun kıyısında yaşamak zorunda olduğu ve artık kalıcı çözümlere yönelmenin gerektiği belirgin. Filistin tarafı dikkate alındığında, Türkiye’nin eli daha da güçlü. Filistin’in iç siyasi uyumunun sorunlu olması bir dezavantaj olarak ortaya çıksa da Türkiye, "İsrail-Filistin" barışında adil bir yaklaşımı ön plana çıkartabilir. Ayrıca Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkelerinin Türkiye ile dayanışma içerisinde olması barış sürecine olumlu bir girdi sağlayabilir. Tüm olumsuzluklara rağmen, İslam İşbirliği Teşkilatı çatısı altında başlatılacak bir inisiyatifin farkında olmak gerek. Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin el ele vererek başlatabileceği bir girişimle İsrail-Filistin meselesi için yeni bir sayfa açılabilir. Türkiye’nin "arabulucu" veya "garantör" misyonlarına hazır olduğunu ilan etmesi de aslında böyle bir niyete işaret ediyor.

Yorumlar1

  • Mustafa 8 ay önce Şikayet Et
    Harikulade bir yazı olmuş elinize sağlık. isveçin NATO üyeliği onaylalanarak taviz verilmesi ABD ye yetmez Türkiye yeni yeni tavizler verilmek zorunda bırakılır . Bu nedenle Büyük Türkiye olabilmemiz için sonu NATO dan ihraç da olsa bu isveç üyeliği reddedilmelidir. Zahmet olmadan rahmet olmayacak artık kendi göbeğimizi kendimizin kesme vaktidir.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat