İ’lâ-yi kelimetullahı gerçekleştirebiliyor muyuz?
- GİRİŞ23.07.2025 08:52
- GÜNCELLEME23.07.2025 08:52
Hz.Ali radiyallahu anh bir harpte hasmını yere yatırır. Boynuna basıp tam kafasını vücudundan ayıracağı sırada, yerde yatan adam Hz.Ali radiyallahu anhın yüzüne tükürür.
Bunun üzerine Hz.Ali radiyallahu anh adamın üzerinden kalkar. Bu hale şaşıran adam merak eder. ‘Beni öldürmekten niçin vazgeçtin?’ diye sorar. Hz.Ali radiyallahu anh ‘Ben seni Allah rızası için öldürecektim. Sen benim yüzüme tükürünce sana sinirlendim. O sinirle seni öldürseydim, Allah rızası için değil, kendi kızgınlığım için öldürmüş olacaktım. O zaman da sevap kazanamayacaktım. Onun için öldürmekten vazgeçtim’ der..
Adam şaşkındır. ‘Ben seni kızdırıp bir an önce beni öldürmeni düşündüğümden yüzünüze tükürmüştüm. Derhal öldürürse, fazla acı duymam diye düşünmüştüm’ der. Adam, Hz.Ali radiyallahu anhın büyüklüğüne hayran kalıp Müslüman olmuştur..
İslam’da savaşın amacı, nefisle mücadele, İslam’a davet ve düşmanla savaşma, kısaca i’lâ-yi kelimetullahtır..
İ‘LÂ-Yİ KELİMETULLAH KAVRAMI
Sözlük anlamı, Allah kelimesini yüceltmek demek olan "i'lây-ı kelimetullah", ıstılahta Allah'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına gelir. Bu terim "cihat" kelimesiyle de ifade edilmektedir. İ‘lâ-yi kelimetullah kavramı, Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihad ve savaş kelimeleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça zikredilen “fî-sebîlillâh” (Allah yolunda) kavramıyla yakından ilgili bulunmaktadır.
Müslümanları düşmanlara karşı Allah yolunda savaşa teşvik eden bir âyette Allah’ın, Peygamber’ine yardım ederek kâfirlerin kelimesini (küfür, şirk) alçalttığı, Allah’ın kelimesini de (tevhid) yücelttiği ifade edilir (et-Tevbe 9/40).
Bazı insanların ganimet, bazılarının şöhret, bazılarının gösteriş için savaştığı, hangisinin Allah yolunda olduğu Resûl-i Ekrem’e sorulunca yalnız Allah’ın kelimesinin yüceltilmesi için savaşanın Allah yolunda olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Cihâd”, 15; “Tevḥîd”, 28; Müslim, “İmâre”, 149-151).
Peygamber Efendimiz, gerçek manada Allah uğrunda cihat edenin kim olduğu sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştu: "Sadece Allah'ın adı yüce olsun diye (i'lay-ı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah yolundadır" (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282). "Fazilet yönüyle insanların hangisi daha üstündür?" sorusuna "canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mümindir" (Buhârî, Cihâd, 2) Hz. Peygamber Allah yolunda cihat eden kişinin savaş alanında şehit olması halinde Allah'ın inâyeti ile hesapsız ve azapsız derhal Cennete gideceğini, şehit düşmeyip evine sağ salim döndüğü takdirde, eli boş değil, ya ecir ve sevapla veya hem sevap, hem de ganimetle döneceğini" (Kâmil Miras, Tecrid, VIII, 256) bildirir.
BARIŞ YOLU VE SAVAŞ
İslâm'da cihadın manası, ilâyı kelimetullah uğrunda ve İslâmî bir toplum sergileme yolunda elden gelen gayreti göstermektir. Bu cihattan ilk planda meşrû müdafaa demek olan, malın, ırzın, hayatın müdafaasından da öte; İslâm toplumunun oluşmasına engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak, dinî hürriyeti elde etmek ve sonuçta İslâm toplumunu tesis etmek için ilahi düzeni kurmak, Allah'ın hâkimiyetini sağlamak ve emirlerini uygulamak için yapılan çalışma ve uğraşılar anlaşılır.
Ancak Müslümanlar kesinlikle savaşı ve düşman ile karşılaşmayı arzu etmez; fakat savaş söz konusu olduğunda da ellerinden gelen gayreti sarf ederler. Allah Teâlâ, saldırgan tarafın barış isteğinin kabul edilmesini Müslümanlardan şu ayet ile ister: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O şüphesiz işitir ve bilir" (el-Enfâl, 8/61).
Bir hadis-i şerif bu konuya açıklık getirmektedir: "Düşmanla karşılaşmaya pek istekli olmayın, fakat Allah'tan selamet dileyin. Bununla beraber, eğer onlarla karşılaşırsanız sebat edip sabırlı olun. Bilin ki, Cennet kılıçların gölgesi altındadır" (Buhârı, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19-20).
İslâm düşmanlarıyla cihadın ne zamana kadar sürdürüleceği konusunda Kuran-ı Kerim şu hükmü ortaya koyar: "O kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberin haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle; onlar hor ve küçülmüş oldukları halde kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşınız" (et- Tevbe, 9/29).
TANRILIK TASLAANLARLA CİHAT
İslâm, sadece belirli bir topluma veya millete değil, bütün insanlığa gelmiştir. İslâm'ın getirdiği bu hayrın bütün insanlara yetişmesi ve insanlık ile hayrın arasına hiçbir engelin girmemesi, Allah Teâlâ'nın kelimesinin yücelmesi demektir. Dolayısıyla bu İslâm nimetinin bütün insanlığı kuşatacak şekilde yayılmasına karşı çıkanlar, insanla hayrın arasına girmiş olacak, böylece Allah kelimesine saldıran bir mütecaviz durumuna geleceklerdir. Sözkonusu engelleyici güçleri ortadan kaldırmak için yapılacak mücadele, Allah kelimesini yüceltmeye çalışmak demektir. İslâm dini, hiç bir kimseyi kendisine inanmaya zorlamaz. Ancak, insanlığa, İslâm'ın yolunu tıkayanları etkisiz hâle getirerek hidayete etmeleri hususunda yardımcı olur.
İnsanoğlunun yeryüzüne gönderiliş ve yaratılış amacı, Allah’ın emir ve yasaklarına riayeti esas alan ilahi düzeni, hakikat medeniyetini, Allah'ın yasa koyuculuğunu, hakimiyetini ve hükümdarlığını kurmak, yalnız O'na kul olmak ve ibadet etmektir. İslâm, bütün dünyada doğruluğu, adaleti, emniyeti ve huzuru yerleştirmek için gelmiştir.
Öyleyse İslam karşıtları, İslamofobi politikası izleyenler Allah'ın Kelimesinin zıddına bir davranışta bulunmuş olur. İnsanı yaratılış amacından saptıran, Allah'a kul olmaktan çıkarıp kula kulluğu dayatan, kula tanrılık taslayan, kısaca tağut denilen güç ve otoriteler; Cenâb-ı Hakk'ın din ve hakimiyetine kafa tutmuş, hakikat medeniyetini yıkmaya çalışmış, insanların inanç ve düşünce özgürlüklerini gasp etmiş ve toplumu bir fesat çukuruna sürüklemişlerdir.
Kur'an-ı Kerîm ayetlerinin ifadesiyle, "hak, kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü inananları, iman etmelerinden sonra küfre döndürme hevesinde" (el-Bakara, 2/109) olan,"kendi dinlerine uyuncaya kadar asla dindarlardan hoşnut olmayan" (el-Bakara, 2/120) ve "güçleri yetse müslümanları dinlerinden döndürünceye kadar savaşa devam eden (el-Bakara 2/217) bu kafirlerin fitne ve fesatlarına engel olmak, insanları bu zihniyetteki kişilere kul olmaktan kurtarıp hak ve hürriyetlerini elde etmelerini sağlayacak Allah'a kulluğu ve O'nun hakimiyetini kurmaya çalışmak, Allah Teâlâ'nın Müslümanlara bir emridir.
İslâm devleti, dindar olduğunu iddia eden veya kendini ehl-i kitaba nisbet eden ve yahut müşrik olan kişi veya gruplara, İslam’a, hakikat medeniyetine karşı kendi güç ve otoritesiyle karşı çıkarak fiilî şirkte bulundukları takdirde cihat ilân edecek ve bunu mukaddes bir görev bilecektir: "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tam anlamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur" (el-Bakara, 2/193).
İslâmiyet, yeryüzünde dengeleri ve düzeni bozmak isteyenleri kötüleyen, istilâ, tecavüz ve sömürü amacı taşıyan savaşları tanımamaktadır. (el-Bakara 2/11-12, 205; en-Nisâ 4/94; el-A‘râf 7/85-86; el-Kasas 28/77, 83) Ancak Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, inançları konusunda baskı altında kalmalarını önlemek, kendilerine ve ülkelerine yönelik tehditlere karşı koymak için yapılan savaşı, Allah yolunda verilen mücadele olarak meşrû kabul etmiştir.
İ'LÂY-I KELİMETULLAHI GERÇEKLEŞTİRMEK
Müslümanın Allah’a kulluk ve onun rızâsını temin için İslâm esaslarını öğrenme, öğretme, bireysel ve sosyal planda yaşama, yaşanmasını sağlamaya çalışma, İslâm’ı tebliğ ve bu hususta karşılaşacağı engelleri aşmak için göstermesi gereken gayreti ifade eden cihadın kapsamı içinde yer alan bu savaşın hedefi bazı âyetlerde fitne sona erip din tamamen Allah’ın oluncaya kadar savaşma (el-Bakara 2/193; el-Enfâl 8/39) şeklinde belirlenmiştir.
Hiçbir Müslümanın inancı konusunda baskı altında kalmaması, insanların her türlü beşerî ihtirastan uzak olarak Allah’a inanmaları ve inançlarının gereğini yerine getirme imkânına kavuşmalarıyla Allah yolunda yapılması istenen savaş hedefine ulaşmış, diğer bir ifadeyle i‘lâ-yi kelimetullah gerçekleşmiş olur.
Hz. Peygamber’den itibaren Müslümanların gerek inançları konusunda uğradıkları baskılar gerekse İslâm’ı tebliğ hususunda karşılaştıkları engeller sebebiyle giriştikleri, beşerî ihtirasların hâkim olduğu istilâlardan ayrılması için “fetih” diye adlandırılan savaşların temel amacı da i‘lâ-yi kelimetullah olmuştur.
Bu hadis-i şerifler i‘lâ-yi kelimetullah için, gerçek manada Allah'ın adını yüceltmek için yola çıkıldığında Allah'ın yardımının muhakkak olacağını, değişik niyetlerle değil de sadece Allah için cihat edilmesi gerektiğini, böyle hareket eden müminlerin dünyada ve ahirette Allah'ın koruması altında bulunacağını bildirmektedir.
Hadisler aynı zamanda i‘lâ-yi kelimetullah sevabının elde edilmesi için başka yolları da göstermektedirler: "Her kim Allah uğrunda gaza edecek bir askerin, sefer için gereken eşyasını tedârik edip hazırlarsa, o da gaza etmişçesine sevaba nail olur. Yine her kim Allah yolunda gaza eden bir askerin, geride bıraktığı işlerine ve ailesine namuslu bir şekilde bakıp gözetirse, o da gaza etmiş gibi olur" (Kâmil Miras Tecrîd, VIII, 301).
Özetle, i‘lâ-yi kelimetullah, bunun kapsamında güçlü ordusu olan İslam devleti ve maddi cihat bütün Müslümanlara farz-ı kifayedir. Müslüman savaş alanına, yalnız Allah'ın kelimesinin yücelmesi ve O'nun hakimiyetinin sağlanması için çıkar. Allah Teâlâ, Müslümanları her an cihada hazır bir şekilde bulunmalarını istemektedir: "Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar her türlü kuvvet ve cihat için, bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah düşmanını, kendi düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, onun sevabı eksiksiz size ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl, 8/60).
Kur'an-ı Kerîm'de i'lây-ı kelimetullah için, Allah'ın dinini yüceltmek ve yaymak için cihat edenlerden övgüyle bahsedilir: "İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlarıyla cihat edenleri, mertebe yönüyle oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vadetmiştir, ama Allah cihat edenleri, oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır" (en-Nisâ, 4/95-96).
İslâm devleti, mümkün olduğu kadar kuvvet hazırlamak, hazırlıklarını arttırmak ve geliştirmekle sorumludur. Ancak bu kuvvetlerin hazırlanması daima hidayete ve Hakk'a götürmeyi gaye edinmelidir. Bu devlet yeryüzünün en büyük kuvveti olmalı, batıl güçler ondan titremeli, yeryüzünün en icra köşesinde bile tesiri hissedilmelidir. Hiç kimsede ve hiçbir millette İslâm yurduna saldırma gücü kalmamalı, herkes Allah'ın saltanatına sığınmalı, hiç kimse İslâm davetine karşı çıkmamalı, insanları bu davete icabetten hiçbir şey alıkoymamalı, hakimiyet hakkına sahip olmayı ve insanları kendine kul yapmayı hiç kimse iddia edememelidir. Kısaca bütünüyle din, sadece Allah'ın olmalıdır (Seyyid Kutub, Fî Zılali'l-Kur'an, VII, 57).
Mustaf Yürekli / Haber7
Yorumlar3