Mevlana’ya göre iffet, haya ve edep
- GİRİŞ11.12.2025 09:05
- GÜNCELLEME11.12.2025 09:05
Sözlükte “haramdan uzak durmak, helâl ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak” anlamında masdar olan iffet kelimesi, daha çok felsefî mahiyetteki ahlâk kitaplarında ve bunların etkisinde kalan diğer eserlerde insandaki arzu (şehvet) gücünün ılımlı işleyişinden hâsıl olan erdemi ifade etmek üzere kullanılmış ve başta gelen erdemlerden biri kabul edilmiştir. Bu kaynaklardaki iffet tanımlarını “yeme, içme ve cinsî arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem” şeklinde özetlemek mümkündür.
Grek felsefesinin İslâm dünyasına girmesi sonucunda geliştirilen ahlâk felsefesinde nefsin nutuk (düşünme), gazap ve şehvet (arzu) olarak sıralanan üç temel sosyal becerinin (psikolojik kapasite ve yeteneğinin) itidal ölçüsünde işleyişinden üç fazilet, bunların ve bunlara bağlı diğer faziletlerin uyumlu birliği ve etkinliğinden dördüncü bir fazilet doğduğu kabul edilerek bu dört fazilet çoğunlukla hikmet, şecaat, iffet, adalet şeklinde sıralanır.
Mevlananın eserlerinde ele sözkonusu dört temel faziletten biri olan iffet, İslam ahlak ilminde “Şehvet Gücü”nün ideal orta hali diye tanımlanmıştır. İffet, haramdan uzak durma, kötü söz ve işlerden kaçınmadır: “Kim, Allah’tan iffetli davranmayı isterse Allah da onu iffetli kılar…” (Hadis)
Ahlâkçılar, iffeti, ‘yeme, içme, cinsî ilişki ve giyimde akıl ve dinin izin verdiği şekilde insanın bedenine lâzım olacak kadarını kullanmasıdır’ şeklinde tarif etmişlerdir. Cinsel konularda ahlak kurallarına bağlı kalarak insanın namusunu, şerefini ve haysiyetini koruması. Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah kendilerini lütfu ile zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar.” (Kur'an-ı Kerim, Nur Suresi; Ayet: 33).
İffet, kısaca yeme, içme ve diğer bedeni hazlar konusunda ölçülü olma, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdemdir. “Ey Allah’ım! Senden, beni dosdoğru yola iletmeni, bana kulluk bilinci vermeni ve iffetli davranmam için yardım etmeni dilerim…” ya da “Yâ rabbi! Senden hidayet, takvâ ve iff et diliyorum” (Müsned, I, 389,439)
İffet, özellikle haram şehvetten ve ysak ilişkiden uzaklaşmayı içine almaktadır. İffet, bu bağlamda gözün ve gönlün tok olma durumudur: “Allah yoluna kendilerini tamamen adamış oldukları için, yeryüzünde rızık aramak niyetiyle gezip dolaşamayan muhtaçlara yardım edin. Onların durumunun farkında olmayan, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder.” (Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi; Ayet: 273)
Nefsin, kötülüklerden, haramdan korunması iffetle mümkündür. İslâm ahlâkçıları “iffet”i on iki kısma ayırırlar: 1. Hayâ, 2. Rıfk, 3. Hedy (ahlâklılık), 4. Müsalemet (barışıklık), 5. Deat (arzuları dizginlemek), 6. Sabır, 7. Kanaat, 8. Vekâr, 9. Verâ’ (samimi kulluk; ibadet, iş, söz ve davranışta titizlik), 10. İntizam, 11. Hürriyet, 12. Sehavet. Gazali, İha-u Ulumiddin’de iffet altında toplanan erdemleri şöle sıralar: Hayâ, mahcubiyet, müsamaha, sabır, cömertlik, işlerigüzellikle ölçüp tartma, güler yüzlü ve tatlı dilli olma, kolaylaştırıcı olma, düzenlilik, güzel görünüş, kanaat, ağır başlılık, günahtan çekinme,yardımlaşma, kibarlık.
Ahlâkçılar, iffeti iyi ahlâkın esası ve faziletin kaynağı saymışlardır. Mevlâna iffet kavramı yerine daha ziyade edep ve hayâ kavramlarını tercih etmiştir.
ALLAH’TAN UTANMAK: HAYA
İffetin esası hayâdır. Hayâ, utanma, hicap, ar, namus manalarına gelir. Bazı ahlâkçılar hayâyı, Hak’tan ve halktan utanmak, arlanmak olarak tanımlamışlardır; bazıları da akıl ve dine, medenî ve insanî kanuna ters her çeşit kabahatten nefsin utanması ve sakınması olarak tarif ederler.
Hayâ, insanı açık ve gizli kötülük işlemekten alıkoyan, hayır ve iyiliğe sevk eden iyi bir haslet, önemli bir fazilettir.
Birçok ayet ve hadislerde de iffet ve hayâ ile din ve iman arasında çok sıkı bir münasebetin bulunduğundan söz edilir. “Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” meâlindeki hadis de (Bilgi için bk. Buharî, İman,16; Edeb, 66; Müslim, İman, 57-61) bunu açıklar.
AHLAK VE HUKUK DIŞILIK: FUHUŞ
İffet ve hayânın karşısında, kötülüklerin en büyüklerinde biri olan fuhuş ve zina vardır. Fuhuş ve zina, kötülüğü ve iffetsizliği çok büyük olan söz ve davranışlardır.
Fuhuş, umumî olarak bütün kötülük ve edepsizlikleri içine almaktadır. Fuhuş; akıl ve hikmete uygun olmayan, dine ve insanlığa aykırı olan, bütün nahoş fiil ve halleri işleyerek maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî şeylerin kötü ve hoş olmayanlarını işlemektir.
Fuhuşta, medeniyetin esası olan ilâhî, vicdanî ve medenî kanuna aykırılık ve terslik vardır.
Erdemli insanla nefsine baskı yaparak kendini erdemli davranmaya zorlayan kişi arasında farklılık bulunduğunu düşünen Mevlana’ya göre iffetli kişi, yeme içme ve cinsel konularda yasanın (sünnet) gerektirdiği kadarıyla yetinip bundan fazlasına istek duymazken nefsine baskı yapan kimse, uygulamada yasanın gerektirdiğiyle yetinmekle birlikte içinde daima daha fazlasına istek duyar.
Mevlâna iffeti, hiçbir zaman şehveti öldürmek, yok etmek gibi bir düşünce ile kullanmamaktadır; iffet, nefsi her türlü şehvet ve süflî arzulara kapılmaktan korumaktır. Bu fazilet sadece insana ait bir özelliktir. Bu özellik, akıl ve irade sahibi, iyi ile kötüyü ayırabilecek yetenekte yaratılmış insanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliktir. Eğer insan bu özelliğini kaybederse; insanlık onurunu da kaybeder ve hayvandan farkı kalmaz.
İffeti “nefsi hayvanî zevklerden korumak” diye açıklayan Mevlana, bu erdemi kanaat, zühd, gönül zenginliği, cömertlik gibi erdemlerin esası olarak görür ve iffetten yoksun olmanın bütün güzelliklerden mahrum kalmak demek olduğunu belirtir.
İffet, öncelikle bedenî hazlara ve nefsânî aşırılıklara ilgi duymaktan kurtarılmış bir ruhî yapıya sahip olmaktır; buna “kalbin iff eti” denir. Bundan sonra tam iffete ulaşmak için eli, dili, gözü, kulağı ve genel olarak bütün bedeni ahlâka aykırı davranışlardan uzak tutmak gelir.
Ahlâk kitaplarında iffetin bir tür özgürlük kaynağı olduğu belirtilir. Çünkü özgür olmak isteyen kişinin öncelikle tutkularının baskısından kurtulması gerekir. Mevlana, “En alçaltıcı kölelik şehvet köleliğidir” derken iffet erdemini kazanmışinsanın tutkularına kul olmaktan kurtulup özgürleşeceğini belirtir;
insandaki mevki tutkusu üzerine yaptığı tahlilleri sırasında aynı görüşü daha ayrıntılı olarak ifade eder.
İslâm ahlâkçıları, insanın aşırı zevklerden uzak durmasının iffet ve erdem sayılabilmesi için bu tutumun bizzat kendi bilinçli tercihine dayanması ve güçlü bir iradî çaba ile gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtirler. Psikolojik veya bedensel bir zafiyetten, âcizlik, korkaklık ve bilgisizlikten yahut başka bir engelden dolayı zevklerini terk eden kişi erdemli sayılmaz. Aynı şekilde ileride daha fazlasını elde etmek için mevcut bir zevkten feragat etmek de erdem değildir.
KUR’AN AHLAKI: EDEP
Mevlâna Kur’an-ı Kerim’in baştan aşağı edep eğitimi verdiğini ve İslam’ın özetinin de edep olduğunu ifade etmektedir.
İnsanın başına gelen çoğu sıkıntı ve belaların da edepsizlikten geldiğini ifade etmektedir (Mevlâna, Mesnevi, II, s.30). Mevlâna’ya göre “edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.” (A’raf Suresi; Ayet: 23; Mevlâna, Mesnevi, I, s.2). Çünkü hürmet eden hürmet görür (Mevlâna, Mesnevi, I, s.27).ve sevgi hiçbir zaman haddi aştırmaz.
Mevlânâ Âdem ile Şeytan arasında kıyaslama yaparak âdemin edebi sayesinde affedildiğini, Şeytanın ise edepsizliği yüzünden huzurdan kovulduğunu ifade eder (Mevlâna, Fihi Mafih, s.201).
Mevlana, iffet erdemini kişinin onuru ve saygınlığı bakımından da ele alarak iffetli olmayı, nefsi aşağı sıfatlardan arındırmayı ve insanlara muhtaç konuma düşüp onların yardımıyla yaşama zilletinden korunmayı insanın kendi kişiliğine karşı ahlâkî görevleri olarak göstermiştir.
Başta Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda olgun müslüman sayılmak için sadece iman edip dinin bazı formel kurallarını yerine getirmek yeterli görülmemiş; insanın iffet, hayâ, edep, zühd, kanaat gibi faziletlerle donanması ve genellikle din bakımından günah sayılan, aklıselim sahibi insanlarca da ayıp ve kötü kabul edilen tutum ve davranışlardan uzak durmasının gerekliliği de vurgulanmıştır. Mevlana’nın, “Günahın gizlisinden de açığından da uzak durun” (En‘âm Suresi; Ayet:120) meâlindeki âyeti açıklarken yer verdiği görüşler İslâm âlimlerinin günahın her türlüsünden kaçınmayı dinde ve ahlâkta kemale ulaşmanın şartı olarak gördüklerine işaret eder.
NİMETLER KAPISI: EDEP
Mevlânâ edebi nimete ulaşmak için vazgeçilmez bir unsur olarak görür (Mevlâna, Mesnevi, I, s.2). İsrailoğullarının nimetlerinin elinden alınmasına da edepsizliklerini sebep gösterir. Mevlâna’ya göre edepsizlik ve hayasızlık aynı zamanda lanet ve mahrumiyetin de sebebidir. Bu duruma Mevlâna Mesnevi’sinde şu sözleriyle temel oluşturur: “… Alış-verişsiz, dedikodusuz Allah sofrası gökten iniyordu. Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi. Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar. İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi. O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı. Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır. İçine kasavetten, guşadan (gam, keder) ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir (Mevlâna, Mesnevi, I, s.2).
EDEPLE ŞEYTANIN OYUNUNU BOZMAK
Mevlâna’ya göre edep, bedendeki ruh gibidir; insanı insan yapan da edeptir, insan ile hayvan arasındaki farkı edepte aramak gerektir, çünkü edep aynı zamanda şeytanın oyununu bozar ve onu kahreder, Mevlânâ edebin ne olduğu ile ilgili: “Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir” (Mevlâna, Mesnevi, IV, s.17) diye cevap vermiştir.
Edep ve hayâya riayet etmek edeptendir (Mevlâna, Fihi Mafih, s.519). Mevlâna edebin çok büyük değere haiz olduğunu belirtir. Konuyla ilgili şu sözlere yer verir: “Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.” (Mevlâna, Mesnevi, I, s.2). Mevlâna hiçbir zaman edebi elden bırakmamak gerektiğini öğütler.
Kapıları çalarken (Mevlâna, Mesnevi, I, s.55)., konuşulması gereken yerlerde (Mevlâna, Mesnevi, IV, s.41) ve büyüklerle konuşurken Mevlâna, Mesnevi, I, s.2;; Mesnevi, III/93), oturup kalkarken edepli oturmak, edepte vefalı olmak (Mevlâna, Mesnevi, IV, s.4), hep edep gerektir edep. Çünkü bilgi ve edep Mevlâna’ya göre hüner ışığını yakmıştır (Mevlâna, Mesnevi, VI, s.6).
Buna rağmen Mevlâna her daim Hz. Peygamber ve sahabesinin yolunu ve edebini aramaktadır(Mevlâna, Mesnevi, VI, s.42). Zira Mevlâna’ya göre Allah’ın has kullarına edepsizlik ve edepsizce konuşmak gönlü öldürür ve amel defterini kapkara hale getirir (Mevlâna, Mesnevi, II, s.30). Bu nedenledir ki Allah kullarını devamlı olarak edep hususunda sınar (Mevlâna, Mesnevi, IV, s.8). Sonuçta edep ve hayâsı olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrum kalır (Mevlâna, Mesnevi, I, s.2).
ARKADAŞ VE DOST SEÇİMİ
Mevlâna her küpün içinde olanı sızdırdığı gibi kötülerin de edepsizliklerini söz ve davranışlarıyla, her hali ile dışa yansıttıklarını ifade eder (Mevlâna, Mesnevi, II, s.37). Bu nedenle Mevlânâ arkadaş ve dost seçimi sırasında da edepli insanların aranması gerektiğini vurgular: “Er olmayan kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını! Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler. Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler.”( Mevlâna, Mesnevi, III, s.104)
Mevlâna sürekli Allah’tan başarı, edep ve hayâ dilemek gerektiğini, edebin nimetlerin çoğalmasına vesile olduğunu belirtir (Mevlâna, Mesnevi, I, s.2). O, zamanı itibariyle kerem sahibi ve ayıpları örten insanların artık neredeyse kalmadığını, özlemle Peygamberlerin, yüz binlerce ayıbı örttükleri devirleri aramaktadır. Çünkü edep ve hayâ insana Allah’ın bir lütfu ve ihsanıdır (Mevlâna, Mesnevi, II, s.49).
Netice itibariyle Mevlâna’nın düşüncesinde her şey ölçülülük bağlamında edeple meydana gelir. İnsanın sahip olduğu nimet ve ihsan edebin sonucudur. Göklerdeki ışık ve nur da edep sayesinde vardır.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol